Yıllar önce İzmir’de Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde yüksek lisans yaparken, Anayasa Hukuku hocamız Prof. Turhan Tûfan Yüce, birinci sömestir sonunda bir ödev vermişti. Ödevin konusunu duyunca bir an duraksadım. Başka konu olsa hocam dedim. Yoo dedi, cumhurbaşkanının görev, yetki ve sorumlulukları anayasanın temel unsurlarından birisidir, çok önemli. Bu konuyu etraflıca öğrenirsen anayasanın ruhunu kavramış olursun.

Bu konuşmanın geçtiği günlerde 1982 Anayasası yürürlüğe gireli henüz bir kaç yıl olmuştu. Ders notu halinde teksir edilmiş bir anayasa kitapçığına sahiptim, ama böyle bir ödev söz konusu olunca derinlemesine araştırabilmek için bir “Gerekçeli Anayasa” kitabı edinmem gerekiyordu.

Okulun yakınlarında, Alsancak’taki bir kitapçıda aradığımı buldum. Kitapçı raftan alıp bana uzattığında kitabın kapağı hemen dikkatimi çekti. Kırmızı kaplı bir kitaptı ve ön kapağında tam ortada içi siyaha boyalı, kare şeklinde kocaman kapkara bir leke bulunmaktaydı. Kitabı eline alan kim olursa olsun, verilen mesaj belliydi; 1982 Anayasası “kapkara” olarak nitelenmişti. Alt kısımda “M.G.K. (Milli Güvenlik Kurulu) Değişiklik Gerekçeleri ile birlikte” ibaresi yer alıyordu. Milli Güvenlik Kurulu dediği ise Kenan Evren ve 12 Eylül Darbesini birlikte yaptıkları kuvvet komutanlarından oluşan kuruldu. Yani 12 Eylül darbesini yapanlar, sipariş ettikleri ilk anayasa üzerinde daha sonra bazı değişikliler de yapmışlar, bunu yaparken de niçin değiştirdiklerinin gerekçelerini belirtmişlerdi. Zaten gerekçe belirtmek hukuki karar ve değişikliklerde geçerli bir uygulama, ama piyasadaki anayasa kitapçıklarında genellikle bu ibareler yer almıyor.

Gerekçeli anayasada ödevimin konusu olan, cumhurbaşkanının görev, yetki ve sorumluluklarını okurken eski döneme yani 12 Eylül öncesine atfen yazılmış maddeler dikkatimi çekmişti. Hemen hatırladım, mecliste cumhurbaşkanlığı seçimi için onlarca tur oylama yapılmış ama seçilememişti. Özellikle cumhurbaşkanlığı oylaması yapılan sandıktan boş oyların yanı sıra, ses sanatçısı Bülent Ersoy’a oy çıkması günlerce konuşulmuş ve halkın var olan sisteme güveninin sarsılmasına yol açmıştı. Yasama, yürütme, yargı ve cumhurbaşkanlığı müessesesi ile birlikte parlamenter rejim tam bir kilitlenme hali yaşıyordu. Daha doğrusu bu durumun oluşması ve güven sarsıcı algının yerleşmesi için gereken şartlar oluşturulmuştu. Parlamenter rejim aksamıştı, ama nedense yaşananlardan ders alınmamış, başka bir rejim arayışı da parlamentoda gündeme getirilmemişti. Aslında 12 Eylülden yıllar önce “9 Işık” adlı kitabında MHP lideri Alparsalan Türkeş, Türklerin gelenek ve göreneklerine en uygun rejimin başkanlık sistemi olduğunu yazmıştı. Fakat 12 Eylül darbesini gerçekleştirenler, rejim değişikliğine gitmemiş, kendilerince sorun çıkan konulardaki maddelerde değişiklik yaparak, bir anlamda yeni yaptırdıkları 1982 Anayasası ile parlamenter rejimi onarmaya çalışmışlardı. Darbenin lideri Kenan Evren’in cumhurbaşkanlığı da yeni anayasa ile birlikte halkoyuna sunularak seçilmesi sağlanmıştı. Bu zorunlu seçimle birlikte onaylanması bile 1982 Anayasasının üzerine düşen bir gölge olarak tarihe geçmiştir.

12 Eylül öncesinde kardeşin kardeşi vurduğu anarşi ortamının yanı sıra, bir “kurtarıcı” gelsin de ülkeyi kurtarsın beklentisini oluşturan adımların bir diğeri de bahsettiğimiz parlamenter rejimin kilitlenmesiydi. Yeni anasaya ise, meclis ilk üç turda cumhurbaşkanı seçemezse seçimler yenilenir, yani parlamento fesh edilir şeklinde maddeler içeriyordu. Eski dönemin bir açığı böylece kapatılmış oluyordu.

Anayasa Hukuku derslerinde, hocalarımız anayasaları değerlendirirken pek çok ülkede anayasa yapanların, kendilerinden önceki dönemde yaşananlara tepki olarak bazı maddeler koyduklarından bahsettiler. Bu türden olanlara Tepki Anayasası deniliyor. Tepki anayasaları geleceğe değil, geçmişe bakarak yapıldığı için zaman içerisinde toplumun ihtiyaçlarını karşılamakta sorun yaşamaya başlıyorlar. Bu da değişiklikleri kaçınılmaz kılıyor. 1982 Anayasası’nda halkoyuna sunulduğu 7 Kasım 1982’den beri günümüze kadar tam ondokuz kez değişiklik yapıldı. Kısacası, 1982 Anayasası bir tepki anayasasıydı. Kendisinden önceki döneme tepki olarak yapılmıştı. Geleceğe değil, geçmişe bakarak oluşturulan içeriği, geleceğin Türkiye’sinin yolunu açacak pek çok özellikten mahrumdu. 

Sene 2023 ve anayasanın yürürlüğe girmesinden beri tam kırk bir yıl geçti. O günlerden bu yana sosyal ve siyasal hayatımızda pek çok şey yaşandı ve değişimler oldu. Türkiye, anayasada değişiklikler yapılarak, başkanlık rejimi ile geleceğe yürümeye devam ediyor. Geçmişte 12 Eylül cuntasının siparişiyle hazırlanan anayasaya sonuna kadar karşı çıkan bazı çevreler, şimdi bu cunta anayasasını savunur hale geldiler. Zamanında kapkara diyerek karşı çıktıkları halde şimdi sivil bir anayasa yapılmasına karşı çıkıyorlar.

12 Eylül darbesi sırasında Amerikan gizli servisi CIA’nın Türkiye Masası İstasyon şefi Paul Henze’nin Mehmet Ali Birand’a 1997’de verdiği röportajda “The Boys in Ankara did it” (Ankara’daki çocuklar yaptılar) dediği darbenin üretimi olan bir anayasadan bahsediyoruz. Bir soldan, bir sağdan diyerek memleket evlatlarını idam eden, binlercesine de cezaevlerinde yıllarca işkence etmiş bir cuntanın anayasasından söz ediyoruz. Görevlerini yapmayıp, darbeyi haklı gösterecek ortam oluşsun diyerek beklemiş, sokaklarda ülkemizin çocuklarının birbirini vurmasına göz yummuşlardı.

Darbeyi alkışlatan ve kurtarıcı gibi gösteren süreci bir film şeridi gibi zihnimizde izlemek bile yeni bir anayasa yapmanın gerekliliğini açıklar. 

Ama dikkat ederseniz yeni bir anayasa yapalım denilmiyor, “sivil bir anayasa” deniliyor. “Sivil” kelimesi hiç kuşkusuz daha önce darbelerden sonra yapılmış olan 1961 ve 1982 Anayasalarına bir atıf anlamına geliyor. Tabii burada sivillik kavramı kadar, darbe kavramı ve sonuçları da önemli. Her darbeden sonra ülkemizin ekonomisi yirmi yıl geriye gitti. Hemen hemen her on yılda bir yaşanan adı konulmuş veya konuşmamış darbelerle ülkemizin biriken hasılası uluslararası finans kuruluşlarına borçlanılarak uçtu gitti. Artık gerçeği görelim; darbelerin vitrininde ülke kötü yönetiliyor, laiklik elden gidiyor vb. sebepler gösterilse de, aslında her darbe ülkemizin biriken hasılasının yurtdışına götürülmesinin yöntemlerinden birisi oldu. Darbe öncesi dönemlerini yaşatmayacak ve insanlarımıza darbeyi kurtarıcı gibi göstermeyecek yepyeni sivil bir düzen oluşturmak gerekiyor.  Asıl mesele de bu zaten. Ülkemizin hasılasının ülkede kalmasını sağlayacak demokratik sivil bir yapı oluşması şart.

Şimdi ülkenin başında yeni sivil bir anayasa yapmak isteyen bir yönetim var. Her görüşten, partilerden, sivil toplum örgütlerinden fikir alarak, görüşmeler yaparak adım atacaklarını ifade ettiler. Ön yargısız bir şekilde hazırlanacak, temel hak ve özgürlükleri teminat altına alacak, bireyin devlet karşısındaki haklarını savunacak, çoğunluğun haklarını korurken azınlığın da ezilmemesi için garantör olacak, hepsinden önemli küreselleşme sürecindeki dünyada, küreselciler dediğimiz çeteye karşı ulus-devletimiz Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığını ilelebet koruyacak, vesayet odaklarını değil halkın çıkarlarını gözetecek bir anayasa oluşumu için sürece katkı verme zamanı geldi.

Bu iktidarı desteklemiyorum, halkın oy verip seçtiği bu yönetimi meşru kabul etmiyorum diyerek yeni anayasa projesine karşı tavır alıp, kestirip atanlar bu ülkenin geleceğine katkıda bulunmak istemiyorlar demektir. Yeni ve sivil bir anayasa fikrini bir partinin kurduğu hükümet seslendirmiş ve gündeme getirmiş olabilir. Ama bu proje belli ki Türkiye Cumhuriyeti’nin kendi geleceği için oluşturmak istediği bir projedir. İktidarlar gelip geçer, ama bir anayasa gelecekteki kuşaklara ulaşıyor ve onların hayatını etkiliyor.

Ne gerek var yahu, İngilizlerde anayasa bile yok diyenleri duyar gibiyim. Şimdi İngiltere’deki meşruti parlamenter rejimi tartışmaya açmayalım. İngiliz aristokrasisini devre dışı bırakmamak, lordların varlığını demokratik görünümlü olarak devam ettirmek için oluşturulmuş bu vesayet rejiminden zor kurtulduk. Anayasanın yazılı olmaması vesayetin sahiplerince kolaylıkla kullanılabilmesi içindir, halk için konulmuş bir özellik değildir o bahsedilen yazılı olmama durumu.

Şimdi var olan başkanlık rejiminin aksayan yanlarını görerek, eleştirileri dikkate alarak, demokrasimizin üzerine gölge düşürmeyecek kurallar koyarak ve sistemin kilitlenmesini önleyecek sübapları oluşturarak yeni ve sivil bir anayasa yapmak zamanı geliyor. Her konunun rahatça konuşulabileceği, fikir ileri sürenlerin önyargısız ve eşit değerlendirileceği bir ortamda bu iş yapılırsa, katılım artar ve toplumun tüm kesimlerince benimsenmesi şansı doğar. Anayasa oluşum sürecini, siyasal parti çekişmelerinin üstünde tutacak bir bakış açısına ve ortama ihtiyaç var. Bu sağlandığı takdirde geleceğin Büyük Türkiye’sinin önünü açacak, çocuklarımızın işine yarayacak bir anayasa yapılmış olur. Milletimize hayırlı olsun.