Cafer VAYNİ: Hocam, bu kapitalizm ülkemizde de bir değerler alaborasına sebep olur mu?
Ü mit MERİÇ: Elbette. Bugün ülkemiz bir değerler alaborası dönemidir. Ve benim ülkemiz için en tehlikeli gördüğüm şey de ortak bir değerler manzumesine sahip olma imkanımızın ve geleneğimizin giderek gerilerde kalmasıdır. Oysa bir arada yaşamamız için ortak bir değerler manzumesi sahip olmamız lazım.
Fakat şunu da ifade edeyim: Yine de tarihi geleneğimizden, cemaatçi yapımızdan gelen birtakım değerler kapitalizmin bütün hücumlarına rağmen yaşamaya devam etmektedir. Ben öyle fabrikatörler biliyorum ki devlete vergisini işçisine de zekatını veriyor. Türkiye`de bu da var. Batı`da böyle bir şey olamaz.
Vergisini devlete, zekatını da işçisine veren kapitalist bence ülkesine çok büyük hizmet eden insandır. Bu davranış hem geleneksel değerlerimiz açısından takdire şayan hem de modern değerlerimiz açısından. Devlete vergisini veriyor, işçisine de zekatını. Sabri Ü lker böyle bir insan. Biliyorum. Annemin talebesidir ve şahsen tanıyorum. Ü lker bisküvilerinin sahibidir ve sıradan bir kapitalistte değildir. Fakat bunun örneği çok az.
Cafer VAYNİ: Söylediniz ama tekrar sormak istiyorum. 'Karamsarlığa kapılmayla gerek yok' şeklindeki sözlerinizi biraz daha açar mısınız?
Ü mit MERİÇ: Kendi sorunlarını tümüyle halletmiş olan hiçbir toplum yok. İbn-i Haldun`un dediği gibi zirvesine gelmiş olan medeniyetler çöküşlerinin de başında.
Bugün Amerikan uygarlığını zirvede görüyoruz. Bekli de Amerikan uygarlığı çöküşünün başındadır. Kapitalizm de bir yerde çöküşünün başındadır. Kapitalizm de bir yerde çöküşünün başlangıcında. En yüksek olunan yer inişin de başlangıcıdır.
Biz devletler kurmuş bir toplumuz. Devlet kurmanın birtakım unsurları var. Her toplum, her kavim devlet kuramıyor. Biz bunu kurmuşuz. Birtakım bilgilerle, değerlerle ve mekanizmalarla kurmuşuz. Ve roma İmparatorluğu`ndan sonra yaşayan dünyanın en uzun ömürlü ikinci imparatorluğunu 623 yıl yaşatmışız. Şimdi de imparatorluklar çağı sona erdi. Ama toplumların bir kısmı daha da büyüyor. Bir kısmı daha da küçülüyor. Biz bir büyümenin mi yoksa bir küçülmenin mi eşliğindeyiz. Bizim tarihte tecrübemiz çoktur. Bu nedenle karamsarlığa fazla gerek yok. Elbette artık Viyana`ya yeniçeri gönderir gibi büyümek söz konusu değildir. Ama tarihten ve coğrafyadan gelen imkanların XXI. Yüzyılın derin yolunda uzantılarına sahip çıkmamız, onları yeni bir düzenlemeyle benimsememizdir, söz konusu olan.
Cafer VAYNİ: Kapitalizmin insanlar ve toplumlar üzerinde oluşturduğu olumsuz etkiye kitle iletişim araçlarının da katkısı var. Siz ne dersiniz?
Ü mit MERİÇ: Tabii var. Tüketimi tahrik ediyor. Çok zararlı bir şey ve kapitalizmin en büyük zararı da zannediyorum ki oluşturduğu bu tüketim duygusu. Bu duygu şükür duygusunu öldürdü.
'İmanın yarısı şükür, yarısı sabırdır' diye eskilerin bir sözü vardır. Kapitalizmde ise ne sabır var ne de şükür. Kapitalizm şükürü olmayan bir sistemdir. Ne insana ne de Allah`a şükür yoktur kapitalizmde. Şükürsüz ve sabırsız bir sistemdir. Halbuki bizde şükür+sabır=imandır. Yani sabır ve şükür çok önemlidir.
Şimdi dünyanın en zengin insanları için listeler yayınlanıyor. Mesela birincisi Amerikalı, ikincisi Amerikalı, Ü çüncüsü Japon, dördüncüsü Alman... diye. Hep böyle listeler çıkıyor. Bu adamlar eğer şükretmiyorsa bana göre Yenibosna`daki gecekondunun arkasındaki küçük kulübede barınan adamdan daha fakirdir. O barakadaki adam eğer şükrediyorsa Amerikalı yahut Japon yahut Alman`dan daha zengindir. Şükretmek bir tatmindir. Yani psikolojik bir şeydir. Mutluluktur. Bir insan eğer şükretmiyorsa 'mutlu değildir' demektir. Şükretmek, kâfi görmek demektir. Bir lokma ve bir hırkaya şükretmek şükreden insan için zenginliktir. Dünyanın yarısına sahip olup da şükretmiyorsa bu fakirliktir.
Aslında ruh dengesini kapitalizm kuramamıştır. İslamiyet`te 'bir lokma  bir hırka' meselesi bir mesaj olarak söz konusu aslında. Yani fakirliği metheden bir sistem değildir İslamiyet. Ama hayat yolculuğunda insan nefes aldıran duraklama noktalarıdır.
Cafer VAYNİ: 'Bir lokma bir hırka' meselesi fakirliği tasvip etmiyor mu?
Ü mit MERİÇ: Denir ki Allah indinde fukarayı sabirin mi olmak makbuldür, yoksa ağniya-i şakirin mi olmak iyidir? Elbette ağniya-i şakirin olmak efdâldir, üstündür. Çünkü şükrediyor ve veriyor başkalarına. Veren el alan elden daima üstündür. Yani İslamiyet`in aslında fakirlikle, fukaralık edebiyatıyla bağdaşan bir tarafı yok. Fakirleşiniz diyen bir sistem değil İslâmiyet, tersine 'serveti üret fakat dağıtın, tüketin değil' diyor. Yani dağı tmakla mutlu olunabilen bir sistem İslâmiyet. Salt tüketmekle değil. Bu bakımdan gerçek sosyalizmi Sovyetler Birliği`nde uygulanan anlamda değil, Eflatun`dan başlayarak günümüzün büyük sosyalist düşünürlerine kadar gelen ideal bir sistem içinde değerlendirdiğimiz zaman dağıtım konusunda İslâmiyet`le sosyalizm birbirine yakınlık göstermektedir.
Bu arada eşitlik diye bir şeyin de ancak 'dû şize-yi hayalde' mümkün olabileceği belirtmeliyim. Matematik hariçeşitlik diye bir şey yoktur.
Cafer VAYNİ: Eşitlik mümkün değil. Peki adalet?
Ü mit MERİÇ: Adalet mümkün ama eşitlik mümkün değil. Hatta eşitsizliklerin adil hale gelmesi ancak mümkün olabilir. Eşitlik diye bir şey mümkün olamaz. Kimse kimseye eşit olamaz. Ama bu eşitsizliklerin toplum tarafından nispeten adil bir hale getirilmesi söz konusu olabilir. Yani beşer aklının yapabileceği ancak budur.
Tabii Uzakdoğu ülkelerinde karşımıza çıkan Brahmanizm, Budizm, Şintoizm, Konfüçyanizm... gibi maverası bizim maveramıza benzemeyen birtakım sistemler var. Ben bunları müstakbel dünyada toplumsal sorunların çözümünde bir alternatif olarak değerlendirmiyorum. Müstakbel dünyada bence kapitalizme karşı iki alternatif oluşacaktır. Birisi İslamiyet`in değerler manzumesi, diğeri sosyalizmin değerler manzumesidir. Bakalım tercih ne tarafa olacak. Bakalım dünya neyi tercih edecek. Çünkü kapitalizmin bu gidişi çok uzun süreceğe benzemiyor.
Cafer VAYNİ: Hocam Türkiye Cumhuriyeti Devleti olarak bugünkü sınırlarımız ve yarınki dünya için ne yapabiliriz? Kendimize nasıl bir hedef seçebiliriz?
Ü mit MERİÇ: Benim önerim dış Türklerle ilgili olacak. Geçmişte dış Türklerle ilgimiz yok bizim. İlişkimiz de çok zayıf ve birbirimiz hakkında bilgimiz hiçyok. Dış Türkler konusu önemli bir konudur. Onları hiçtanımıyoruz.
Böyle 'Adriyatik`ten, Çin`e kadar' edebiyatını bırakıp bu meseleyi bir devlet politikası ciddiyetiyle el almamız ve 'Dış Türkler Bakanlığı' kurmamız lazımdır. Yani konu Dışişleri Bakanlığı`nın dışında bir önem arz etmektedir. İslâm dünyasıyla olan ilişkilerimiz de bir anlamda Batı dünyasına göre yönlendirilmektedir. Ama Dış Türklerle olan ilişkilerimiz yeni başlamaktadır ve tazedir. Bu ilişkileri bilgi üzerine temellendirmek mecburiyetindeyiz. Eğer bilgimiz yoksa edebiyatta kalır ve her gün dizlerimizi döve döve yarınlarımızı da geçiririz.
Yani bir 'Dış Türkler Bakanlığı' mutlaka kurulmalıdır ve politikası hükümetlerle değişmemelidir. Halbuki şimdi değişiyor ve birçok heyecanlı çıkışlar yapıyor. Bu olmamalı. Dış Türkler önemli bir konudur. Yeni bir konudur. Bir devlet politikası konusudur, bir hükümet politikası değil. Bilimsel olarak bilinmesi gereken bir konudur. Bu amaçla 'Dış Türkler Bakanlığı' kurulmalıdır. Bakanlık kurulduktan sonra her cumhuriyet için ayrı bir genel müdürlük oluşturulsun ve bu genel müdürlükler bilimsel enstitülere bağlı olarak çalışsın. Biz bu insanların ne dilini ne edebiyatını ne sanatını ne de iktisadını; kısacası hiçbir şeyini bilmiyoruz. Bu böyle kuru sıkı olmaz.
Cafer VAYNİ: Hocam, dış Türklerle kültürel ve sosyal ilişkiler konusunda sizin de çalışmalarınız olduğunu biliyorum. Kültürel ve sosyal ilişkiler çok çok önemliyken onlar daha çok ekonomik menfaat anlayışla yaklaşmıyor muyuz?
Ü mit MERİÇ: Bir anlamda kapitalist zihniyette görüyoruz onları. Tabii kapitalist zihniyet 'daha çok fayda' esasına dayandığı için onlar da bu zihniyeti düşünmeye başlarsa 'daha çok fayda var' esasına göre düşünecekler ve bizden çok daha fazla ekonomik faydayı kendilerine sağlayacak çevreyi bulduklarında bu ilişki de pamuk ipliği gibi kopup gidecektir. Meseleyi sadece ekonomik açıdan görmemek lazım. Meseleyi bir bütün olarak ele almak ve bunun içinde onları tanımak lazım.
Cafer VAYNİ: Türkiye Cumhuriyeti`nin siyasi tercihi de dış Türklerle aramızdaki köprülerin yıkılmasına, onları bilemememize sebep olmadı mı?
Ü mit MERİÇ: Evvela bilmek mecburiyetindeyiz. Bir şey bilmiyoruz. Bakın, ben size Orta Asya Türk cumhuriyetleri ile ilgili bütün bir yılı kucaklayan seminerler yaptırdım ve çok çalıştınız. Türkiye Türkçesinde ne varsa hepsini karıştırdınız. Çok iyi de çalıştınız. Fakat ortaya çok az şey çıktı. Yani bir devlet olarak bizim bu bilgilerle hareket etme imkânımız yok. Evvela bilmek mecburiyetindeyiz. Amerika`ya ve Avrupa`ya nasıl doktora öğrencileri yolluyorsan buralara da yollamamız gerekmektedir. Batı`yı nasıl bilmek mecburiyetindeysek, Doğu`yu da bilmek mecburiyetindeyiz.
Bugün Batı`yı bir ölçüde biliyoruz. Çünkü iki yüz yıldır Batılaşıyoruz. Bugün Türkiye`de Batı`yı bilen, Bir Batı dilini bir Batılı gibi konuşabilen, Batı dünyasına bütünüyle aşina olan insanlar var. Fakat Doğu dünyasını bilenimiz hemen hemen hiçyok. Yani burası gerçekten bizim için 'Tabul araza' dır. Biz tanımıyoruz burayı evvela bilmek zorundayız. Batılılaşalım ama aynı zamanda Doğululaşalım da. Doğu`dan da öğreneceğimiz çok şey var.
(Haftaya Devam Edecek)