Cafer VAYNİ:   Sahanızın sosyoloji olduğunu biliyorum. Cemil Meriç`in de kızısınız. Ayrıca Zeynep İdrisoğlu müstearıyla da bazı denemeler ve edebi yazılar yazdığınızı biliyorum. Buradan hareketle Edebiyat, sosyoloji ve toplum bağlamında da sorularım olacak. Sosyal olayların edebiyatçılar üzerinde etkileri var mıdır? Sosyolojik olayların edebiyatla ilişkisi var mıdır?
Ü mit MERİÇ: Sosyal olaylarla edebiyatın doğrudan bir ilişkisi var elbette. Kendi tarihimize bakarsak, Osmanlı döneminde bir şiir geleneğimiz var. Hatta 19. asırdaki edebiyatımızın ana türü şiirdir. Belki ilham-i rabbaniye ye sahip olmuş bir şairin şiirlerinde sosyal içerik pek yok. Fakat birçok divan ve halk şairimizin şiirlerinde içerik daha çok psikolojiktir.
Cumhuriyetin ilanından sonra eğitim seferberliğinin de etkisiyle roman türünün de geliştiğini görüyoruz. Bunun Namık Kemal ve Şinasi`ye kadar inen kökleri var ama asıl cumhuriyet döneminde bir Türk romanından söz etmek kabildir. Bu da roman okuyabilecek kitlelerin meydana gelmesinden kaynaklanıyor. Şiirde kendisini ifade eden bireysel ruh ve arkasından romanda kendisini ifade eden toplumsal ruh. Böyle bir ikileme yapma imkanına sahibiz.
Günümüz şiiri için 'bireyseldir' demek imkanına sahip değiliz. Çünkü okuyucu kitlesi genişledi. Toplum artık edebiyatın içine girmiştir ve edebiyatı zorlamaktadır. Dolayısıyla şiirde de toplumsal temalar karşımıza çıkıyor. Nitekim Mehmet Akif, Nazım Hikmet ve Necip Fazıl gibi şairlerin en çok sevilen şiirleri toplumsal içerikli şiirleridir. Artık toplum kendi edebiyatını ister hale gelmiştir.
Cafer VAYNİ: Toplumu kendi edebiyatını ister hale toplumdaki gelişmelerin getirdiğini vurguluyorsunuz.
Ü mit MERİÇ: Elbette. Yol açıyor. İnsanlar hayatın içine aktif olarak girmişlerdir. En azından yönetilen olmaktan çıkıp belli aralıklarla sandık başına gidip yöneten haline gelmişlerdir. Yani, siyasi açıdan toplum kendini bulmaya çalışmıştır. Demokrasinin doğal sonucu olarak bu yolda bilinçlenme oldukça, insanlar kendilerini gündem belirleyici konumda hissettikleri ölçüde toplumda edebiyata girmiş olacaktır.
Cafer VAYNİ: Demokrasi ve edebiyat ilişkisine vurgu yaptınız hocam. Demokrasi toplumun hisseden, sorgulayan ve yargılayan bir hale gelmesine katkı sağlamış. Edebiyat için de böyle düşünebilir miyiz?
Ü mit MERİÇ: Elbette düşünebiliriz. Ü lkemizde demokrasi aslında bu toprağın bir ağacı olarak yeşermemiştir. İthal edilmiş ve dikilmiştir. Fakat kendi çapında tutmuştur. Hiçbir yerde demokrasi ideal olarak uygulanmamıştır. Rousseu: 'Eğer insanlar melek olsaydı, ideal rejim demokrasi olurdu' diyor. Türkiye`de demokrasi aşısı kendi şartları içerisinde bence tutmuştur. Şu an için başka bir alternatifi de görmüyorum.
İnsanların gündem belirler hale gelmesi elbette ki onların eskisine kıyasla bazı meseleleri daha çok hisseden, yargılayan ve sorgulayan insanlar haline gelmelerine yol açmıştır. Bu durum elbette edebiyata etki edecektir. Fakat böyle bir etkiyi alan edebiyatta toplumu etkileyecektir. Bir yerde toplumun edebiyata, edebiyatın da topluma etkisi olacaktır. Toplumunu irdelemeyen bir edebiyatta zaten toplum tarafından kabul görmez. Bu bakımdan edebiyatın kendini okutabilmesi için toplumdan kaynaklanan sorunlara da yer vermesi gerekir. Toplum edebiyatçının zihninin aynasına aksetmelidir. Bir yerde toplum kendisini onun aynasında seyredecektir. Fakat bu seyirden sonra da toplum kendi kendisini başka türlü değerlendirmeye başlayacaktır. Yani, edebiyatla toplum arasında daima karşılıklı gidiş-geliş, etkileme ve etkilenme olacaktır ve bu varsa edebiyatçı, edebiyatçıdır. Bunun dışında kalanlar divan şairleri gibi dili çok güzel kullanan, çok yeni ruh ve düşünce terkipleri yapabilen bir kuyumcu olacaktır. Ama toplumun bir kuyumcudan daha fazla bir mimara, mühendise, fikir mühendisine ihtiyacı vardır. Bunu başaran edebiyatçı kitlelere hitap eden, büyük edebiyatçı olacaktır.
Tabi, toplumun içerisinde yer alan farklı kesimlere de bağlı olarak farklı edebiyat çehreleri de ortaya çıkacaktır. Toplumun farklı kesimleri farklı edebiyatçıların zihin aynasında kendilerini farklı aksettirilmiş bulacaklardır. Bir tek toplumsal ayna bulmak belki mümkün değil ama Balzac veya Hugo kadar büyük romancımız acaba var mıdır? Yok mudur? Bunun cevabını vermek benden çok edebiyatçılara düşer ama benim kanaatime göre mesela Kemal Tahir, toplumumuzun oldukça geniş bir kesimini tarihsel derinliği içinde, Osmanlının başlangıcından başlatarak aşağı-yukarı yakın tarihimize kadar kendi zihin aynasında resmetmiştir. Attila İlhan, Cumhuriyet sonrasının belli bir şehirli kesiminin aynasıdır. Ahmet Hamdi Tanpınar ise bir anlamda Osmanlılıkla, Cumhuriyeti çok güzel bir düşünce örgüsü içince kendi kişiliğinde bağdaştırmış olan bir üslüpkarımızdır. Bence Fransız toplumunu ve insanını tanımak için Hugo ve Balzac`ı, Rus toplumunu tanımak için Dostoyevski`yi tanımak ne kadar gerekliyse, kendi insanımızın macerasını da farklı yönlerde aksettiren bu üçromancımızın eserlerinde bulmak kabildir.
Cafer VAYNİ: Fikir adamlarının bir kısmında, askeri dehalar yetiştirebildiğimiz halde büyük fikir adamları yetiştiremediğimiz yönünde kanaat var. Bu konuda neler söyleyebilirsiniz hocam?
Ü mit MERİÇ: Geçmiş asırlardaki durumla şimdiki durumlar bir parça birbirinden farklı. Bir fikrin gelişebilmesi için buhran çağının olması lazım. Buhran çağı demek toplumun alışılmış kalıpların içerisinde artık kalamadığı, taşmak ve yeni bir mecraya akmak istediği dönemdir.
Fransız İhtilali sonrasında Fransa`nın en büyük sosyal bilimcileri, düşünürleri ve dâhileri yetişiyor. Çünkü Fransa bu kadar büyük bir sıkıntıya tarihinde ilk defa sahne olmaktadır.
Şimdi Asr-ı Saadeti düşünelim. Asr-ı Saadet devrinde fikir adamı var mı? Olmasına ihtiyaçvar mı? O dönemde toplum için bir program çizilmiş ve bu program uygulanır olmuştur. Osmanlı da kendi nehir mecrasında aktığı ve kendi yapısını zorlamadığı dönemlerde fikir adamına muhtaçdeğil. Fakat Koçi Bey`in yetiştiği döneme bakın. Osmanlının en sıkıntılı dönemlerinden birisidir. Büyük tarihçimiz Cevdet Paşa`nın yetiştiği 19. Asırda şahlanan Batı kapitalizmi ve emperyalizmi karşısında Osmanlının kendisini nasıl müdafaa edebileceğini bilemediği bir dönemdir.
Cafer VAYNİ: Babanız Cemil Meriçhakkında da bir soru sormak istiyorum: Cemil Meriç`in Türk düşünce hayatındaki yeri hakkında neler söyleyebilirsiniz?
Ü mit MERİÇ: Cumhuriyet büyük sancıların olduğu bir dönemdir. Cumhuriyetle birlikte bizi kocaman bir konaktan getirip bir apartman dairesine tıktılar. Osmanlılıktan, Türkiye Cumhuriyeti`ne geçiş bir bakıma budur. Bu durumun yapımızda meydana getirdiği çok büyük sancılar oldu. Babam, bu sancıların tespitini ve tahlilini yapan dürüst ve objektif bir insandır. Bir buhran döneminin geçmişten gelen çizgiler üzerinde tahlilini yapan dürüst bir fikir adamıdır.
Babamı geleneksel değerlerimizin yaşamakta oluşunun bir örneği olarak kabul edebilirim. Hiçbir yerden para almadan sırf bu ülke ve bu ülkenin insanı için safiyane ve hasbiyane bir şekilde düşünmüş bir aydındır. Tarihimizin bir dönemini objektif kalarak ama kendi sübjektifliklerinin içine de düşerek değerlendirmiş olan, sübjektifliğini bilen bir objektiflik içinde çalışmış olan halis bir düşünürdür babam.
'Ü mit Meriçle: Hatay-Reyhanlı Cemil MeriçKültür Evi'
Cafer VAYNİ:   Son olarak; Kendi hayatınızı özetler misiniz hocam? Hayatınızın formülünü verir misiniz?
Ü mit MERİÇ: Yaz aylarında (1993 Yazı) ben kendi kitabımı hazırlayacaktım. Fakat Devlet Planlama Teşkilatı 7. Beş Yıllık Kalkınma Planı için benden üçkonuda rapor yazmamı istedi. 'Çocuk ve Kitle İletişim Araçları', Dış Türklerle Kültürel ve Sosyal İlişkiler' ve 'Evrensel Kültür, Milli Kültür ve Alt Kültür İlişkileri' konularında. Bütün yaz tatilimi bu raporları yazmaya harcadım. Bunu belli şeyler bekleyerek de yapmadım.
  Ben kendim için şunu söyleyeceğim: Toplumum için devletimin hizmetinde olan bir insanım ben. Devlet ne zaman 'Gel, toplum için şu konuda çalış' derse bütün siparişleri emir baş üzerime der çalışırım. Ne kadar çalışabilirim bilmem. Benden ne çıkarsa hepsini veririm. Devlet beş yılda bir gel diyor. Yaptırdığı çalışmayı ister kullanır ister rafın üzerine atar tozlanır. Orası beni ilgilendirmez. Ben toplumuma karşı vazifemi yapıyorum. Bunun karşılığında hiçbir şey de talep etmiyorum. Dolayısıyla bütün öğrencilerimden istediğim de budur. Şimdi sosyologlar bazı kurumlarda yavaş yavaş istihdam ediliyor. Bütün arzum talebelerimin toplum için devletinin hizmetinde olmasıdır. Benim onlara vasiyetim bu.
Benim görevim toplumumuz için bütün dünyaya yayılmış olan kendini toplumumuzun insanı için faydalı olabilecek şeyler konusunda devletime uyarı getirmektir. Devletime öneri getirmektir. Bu benim görevim. Taleplerimin de görevlerimin de bu olmasını istiyorum. Benim mesleki vasiyetim budur.
Ü mit MERİÇ: Cafer sen de duymuş ol;
Cafer VAYNİ: Teşekkür ediyorum değerli hocam.
(Zorunlu Ara: Değerli okuyucularım.16 Kasım 2018 tarihinden itibaren üçyılı geçen zaman içerisinde her hafta 'Sosyolog Bakışı' adı altında birçok konuyu köşemde ele aldım. Doktora tezimi tamamlamak amacıyla altı ay kadar yazılarıma müsaadenizle ara vermek istiyorum. Tez tamamlandıktan sonra kaldığımız yerden tekrar devam edeceğiz. Başta sevgili dostum ve gazetemizin sahibi Recep İNCECİK olmak üzere hepinize saygı ve sevgilerimi sunuyorum.)