Marmara Kıraathanesi bir dönem verilen adı ile düşünce rafinerisi` idi.

Mehmed Niyazi Ağabey anlatırdı, üniversite okumak için İstanbul a gelip tarihi sur içi ile tanışan taşralı Anadolu gençliği, yazılarından, kitaplarından tanıdıkları, şair, yazar, ilim ve düşünce adamlarını önce Küllük adı verilen kıraathaneyi ziyaret ederken tanıyorlardı. Daha sonra bu kıraathanede sohbetlere katılarak, bu münevverlerin fikirlerine aşina oluyorlar ve burada edindikleri fikirleri Anadolu`ya götürüyorlardı.

***

Küllük ten sonra onun yerini alan Marmara Kıraathanesi Anadolu`dan gelen taşralı üniversitelilerin gözdesi oldu. Ü niversitelerin ve öğretim üyelerinin civarda olması, emekli olan öğretim üyesi ve bürokratların, Marmara Kıraathanesi`nin bulunduğu bu semtten ayrılmaması, Bab-ı Â li gazetecilerinin her fırsatta buraya uğramaları Marmara Kıraathanesi`nin önemini daha da arttırdı.

***

Anadolu dan ya da yurt dışından İstanbul a gelen her araştırmacı, ilim adamı, gazeteci, edebiyatçı, siyasetçi soluğu hemen Marmara Kıraathanesi nde alırdı. Buranın müdavimleri, orada sohbet olduğunu bilir, münevver dostlarını görmek, yurt ve dünyanın siyaset ve edebiyatında neler olup bittiğini anlamak için mutlaka Marmara`yı ziyarete çalışırlardı.

***

Bu kıraathaneye gelenler normal bir kıraathaneye uğrayan insanlar gibi değillerdi. Çalışanları, içerisinde bulunanları hemen herkes birer münevver ya da adayıydı. Marmara Kıraathanesi`ne, sağ sol her gruptan farklı görüşte insanlar gelirler, bunların yaptıkları fikir münazaraları, çeşitli sohbetler, tartışmalar hem yaparlar hem de bu yapılanları kıraathane müdavimi dinleyiciler iştiyakla dinlerlerdi. Her ne kadar her türlü hür fikre müsaade gözüküyorsa da Marmara`da ateistlik ve sosyalist fikriyata karşı bir duruş, mesafe vardı.

***

Marmara Kıraathanesi`nin girişindeki bir bölümde masalar, sohbet edenler için ayrılarak, Marmara müdavimleri için özel bir mekân oluşturulmuştu. Kıraathane temiz ve düzenli, çalışan garsonları bile neredeyse orada sohbet eden münevverler gibi yetişmiş insanlardı. Marmara müdavimlerini öyle tanırlardı ki içilen çayların paralarını kimin ödeyeceğini, kimin ödemeyecek durumda olduğunu önceden bilirlerdi.

***

Marmara Kıraathanesi, müdavimleri arasında kimler yoktu ki? Ü stad Necip Fazıl, Cevat Rıfat Atillahan, Prof. Osman Turan, Prof. Saip Ragıp Atademir, İbrahim Kafesoğlu, Mehmet Niyazi, Hilmi Oflaz, Ziyanur Aksun, Tarık Buğra, Necati Sepetçioğlu, Ahmet Kabaklı, Nihal Atsız, Nurettin Topçu, Mümtaz Turhan, Ali Nihat Tarlan, Rasim Cinisli, Peyami Safa, Ali Fuat Başgil, Rahmi Eray, Refii Cevdet Ulunay, Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu, Faruk Kadri Timurtaş, Hasan Basri Çantay, Sezai Karakoç, Mehmet Çavuşoğlu, Erol Güngor, Nevzat Yalçıntaş, Mehmet Şevket Eygi, Ziya Nur, Dündar Taser, Osman Yüksel Serdengecti, daha niceleri;

***

Gençler Peyami Safa`yı Marmara Kıraathanesi`ne kendilerine sohbet etmek için davet ederler. Peyami Safa o gün Marmara Kıraathanesi`ne gidemez ama Tercüman Gazetesi`ndeki köşesinden 3 Kasım 1959`da gençlere şöyle seslenir:

-Dün Marmara Lokali`nde toplanan üniversite gençleri, aralarında bulunmamı ve konuşmamı ısrarla istediler. Gidemedim ve çok üzüldüm. Gitseydim onlara şunları söyleyecektim:

Ben iki yaşında babasız kaldım. Bütün çocukluğum ve gençliğim korkunçbir hastalığa ve fakirliğe karşı mücadele içinde geçti. Kimsesiz, sıhhatsiz, parasız ve tahsilsiz kaldım. Orta sekizden yukarı okul görmedim. Hastalık, cehalet ve sefalet ejderleriyle boğuştum. Onları yendiğim zaman, yerlerini başka düşmanlar aldı: iftiracılar, mahutlar devrimbazlar; Kimi benim mürteci, kimi inkılap, kimi de gençlik düşmanı olduğumu öne sürerek milli köklerimle bağlarımı koparmaya, beni dini inançlarımdan ayırmaya ve gençlerle aramı açmaya çalıştılar ve çalışıyorlar. Onları da tepeledim ve tepeliyorum. Bu defa tek başıma değilim. Yanımda büyük bir millet, arkamda daha büyük bir tarih, beni pek çok iyi tanıyan uyanık ve tam sınırlı bir gençlik var: siz varsınız. Teşviklerinizden bir an mahrum değilim.

Aranızda hastalara, fakirlere, kimsesizlere hitap ediyorum. Sizin kırbaçlayıcı, koşturucu, çalıştırıcı ve yaratıcı yoksulluk gibi bir haminiz ve dostunuz var. O, sizi her türlü başarısızlık, sıhhatsizlik, himayesizlik ve kültürsüzlükten koruyan bir enerji kaynağıdır. Kendinizi sağlam, zengin ve arkalı farz ediniz. Öyle çalışınız. Aldanmayacaksınız. İstediğiniz her şeyi elde edeceksiniz, sırtınız yere gelmeyecek.

Şimdi de aranızdaki sıhhatli, refahlı, himayeli gençlere hitap ediyorum. Sıhhatinizin, servetinizin ve varlıklı büyüklerinizin size verdikleri güven, en büyük düşmanınızdır. Tanıdığım mirasyedilerin çoğu tembel, serseri ve perişan olmuşlardır. Kimsesizleri, hastaları ve muhtaçları koruyan büyük korkunun verdiği hayat hamlesinden, mücadele kabiliyetinden mahrum kalmışlardır. Fakat aralarında fakir gibi, hasta gibi, kimsesiz gibi çalışan müstesnaları da vardır, ve diledikleri başarıları kazanmışlardır. Onlara katılınız. Kendinizi parasız, sıhhatsiz ve kimsesiz telakki ediniz. Muvaffak olacaksınız.

Ü nlü bir İngiliz yazarı soruyor: 'Hayatta muvaffak olmak için ne lazımdır?

Sıhhat mı? Hayır.

Para mı? Hayır.

Zeka mı? Hayır.

Yüksek bir ilgi mi? Hayır.'

Ve ilave ediyor: 'Hayatta muvaffak olmak için, her bakımdan beslenmiş, büyütülmüş bir irade kuvveti lazımdır.'

Bu irade kuvvetine biz, fizikteki tabiriyle 'enerji' diyoruz. Ruh enerjisi: sıhhati de, refahı da, kültürü de o yaratır. Alelade bir baba öğüdü, fakat her zaman doğru:

Uğraş, didin, düşün, ara, bul, atıl, bağır

Durmak zamanı geçti, çalışmak zamanıdır.