E. Deniz yüzbaşı, yazar, uzun yol kaptanı, akademisyen Dr. Vehbi Kara ile gerçekleştirmekte olduğumuz mülakatın üçüncü bölümünde milletimizin denizciliğe katkılarıyla muhatabımızın Hint Okyanusu’nda batan gemisinin vakıası yer alıyor.
İbrahim Ethem Gören: Vehbi Bey, “milletimizin denizciliğe katkıları”na yönelik tetebbuatınıza müracaat etmek isteriz….
Dr. Vehbi Kara: Denizciliğe Türklerin katkısı oldukça fazladır fakat bu konuda yeterince bir çalışma yapılmamıştır. Örneğin Amiral Zheng He, bunlardan biridir. Dedesi Buhara Türkleri arasında Çin’e gelmiştir. Aynı zamanda Peygamber Efendimizin 31. kuşaktan torunu olup seyyitlerdendir.
Sallalahu aleyhi vesellem…
Enlem boylam cetvellerinin hazırlanması, usturlap gibi zamanın en gelişmiş haritaları ve seyir cihazlarını kullanan dedelerimiz dünya hâkimiyetine denizcilikteki başarıları sayesinde ulaşmışlardır. Maalesef bu husus denizciler de dâhil olmak üzere bir çok kurumumuz tarafından ihmal edilmiş olup bu meyanda yeni yeni bazı çalışmalara rastlanmaktadır.
Amerika kıtasının keşfi ile ilgili olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın demeçleri konuya ilgiyi artırmış olsa da bulunduğumuz seviyeyi yeterli bulmak mümkün değildir. Türklerin en önemli hususiyetlerinden bir tanesi İslam’a olan bağlılıklarıdır. Hiçbir millet İslâm uğruna bu kadar çok şehit ve gazi vermemiştir. Kur’ân’da bu husus Rabbimiz tarafından “Ben öyle bir millet göndereceğim ki onlar kâfirlere karşı izzetli ve Müslümanlara karşı da alçak gönüllüdür, onlar Allah’ı sever Allah da onları sever” buyurmaktadır. Tarihte Türklerden başka bu övgü ve senaya mâsadak olmuş başka bir millet görülmemiştir.
Şehit ve gazilerin mühim bir kısmı da denizcilerdir. Araplardan sonra özellikle Türk denizcileri Akdeniz’i adeta bir Türk Gölü’ne çevirerek, insanların serbest bir şekilde ticaret yapmasına ve inançlarını özgür bir biçimde yaşamalarına imkân tanımışlardır. Hâlbuki daha önceki dönemlerde özellikle Hıristiyan korsanlar, çeşitli inançlara sahip bütün sahil şeridinde yaşayan topluluklara zarar veriyorlardı.
İtalya Toronto askeri limanı
“Vira Bismillah ve funda Bismillah”
Türkler, Arap ve Latin denizcilerin tecrübelerinden de istifade etmişler, denizcilikte bu milletlerden aldıkları kelimeleri de kullanmışlardır. Fakat bu kelimeleri kullanırken bir nevi Müslümanlaştırmışlar, her hayrın başı olan Besmeleyi ihmal etmemişlerdir. Örneğin demir alırken sadece “vira” ve demir atarken “funda” dememişler, “vira bismillah ve funda bismillah” emirlerini kullanmışlardır. Hatta deniz askerleri bugün bile atış yaparken sadece “salvo” emrini kullanmaz “Bismillah salvo” emrini kullanırlar.
“Bismillah salvo”
Bahriyede görev yaparken en çok sevdiğim şeylerden biri; gemi komutanının “bismillah salvo” diyerek atış emrini vermesidir. Sivil hayatta da aynı tabirler yine karşımıza çıktı. Türk ticaret gemilerinde de demir alırken “vira Bismillah” atarken “funda Bismillah” emirleri kullanılıyordu. Hiçbir güçTürklerin geçmişleri ile ilgili olan bu derin bağlılıklarını koparmaya yetmez ve yetmeyecektir. Bu topraklarda kültür karakışının yaşandığı yıllardı ezan değiştirilmeye çalışılmış ise de denizcilerin Besmelesini değiştirememişlerdi. Askerler yine ‘Allah Allah’ diyor, denizciler Besmelesiz işe başlamıyorlardı.
Bu memnuniyet verici hadiseyi yazılarımın başlığı için kullanmayı uygun görmüştüm. Genel Yayın Müdürüne önerdiğim birkaçbaşlıktan “Vira Bismillah” başlığı uygun görülmüş ben de seve seve bu başlığı kullanmaya devam etmiştim.
Cenabı Allah, bütün güzel ve hayırlı işlerimize Besmele ile başlamayı nasip etsin…
Âmin… ’Vira bismillah’ diyerek yola çıktığınızda muhakkak büyük dalgalar önünüzü kesmiştir. Denizci, büyük dalgalarla mücadelede ne kadar başarılı olur. Bu süreçle siz neler yaşadınız?
Bir seferimizde Güney Kore’den satın alınan bir gemiyi Türkiye’ye getirmek üzere Yaz Musonlarına yakalanmıştım. Gemimiz küçük olmakla birlikte bir de iki aylık bir seferde boş dönmemek için rulo saçyükünü yüklemiştik. Fırtına da dev dalgalar arasında adeta fındıkkabuğu gibi kalmıştık. Nihayet Sokotra adasına varıp kuzeyine demirlemeye muvaffak olmuştum. Fakat yine bir fırtına mevsimi idi ve gemide su, yakıt ve yiyecek tükenme noktasına gelmişti.
Fırtınadan daima deniz galip çıkar.
Çaresiz, “Vira Bismillah” deyip yeniden yola çıktık. Fakat dalgalar ile savaşmak mümkün değildi. Zaten fırtınadan daima deniz galip çıkar. Bu nedenle denizle kavga etmeye gerek yoktur. Bu nedenle Somali sahillerine ulaşmak yerine rotayı kuzeye çevirip devasa dalgaların gemiye olan etkisini azaltmaya çalıştım. İyi de etmişim akşama doğru Umman sahillerine yaklaşmış yüksek basınçnedeni ile fırtınanın etkisinden yavaş yavaş kurtulmuştuk. Böylelikle artık asıl rotamıza dönebilirdik. Aden’den su ve Cidde’den yakıt ikmalini yaparak Süveyş Kanalı üzerinden Türkiye’ye geldik. Bu arada cayromuz bozulmuş, emektar pusulamız ile yola devam etmiştik.
Bundan başka defalarca azgın dalgalarıyla meşhur Hint Okyanusu’ndan geçmiştim. Yine unutamadığım bir başka olay da korsanlar cirit atarken gemi makinasının arıza yapmış olması idi. Hâlbuki Çarkçıbaşına, Kızıldeniz’de iken bakım yapması için demirleyebileceğimi ve çok yakın bir zaman önce bir geminin korsanlar tarafından ele geçirildiğini, bu sularda makinanın çok önemli olduğunu defalarca söylemiştim.
Neler oldu?
Bir değil tam iki defa stop ettik toplamda bir gün boyunca öyle hareketsiz kalıp Aden Korsanları için kolay bir yem oluvermiştik. Ana makine kaver kapağı değiştirilmiş sonunda makinayı tekrar çalıştırmaya muvaffak olmuştuk. Lakin yaşadığımız stresi unutmak mümkün değildi. Belki de mide rahatsızlığımın sebebi işte bu sularda yaşadığım talihsizlikler olsa gerekti.
Bu hadiselerden nefsinize ne türden dersler çıkardınız!
Bu olaylardan kendimce çıkarılacak dersler şunlardır. Demek ki bu dünya bir imtihan dünyasıdır. Cenâb-ı Allah, insanlara bazen musîbetler verir, “Bakalım sabır edebiliyor mu?”; bazen de büyük nimetler verir, “Bakalım şükretmesini biliyor mu?”
‘Gemisi batan’ kaptansınız! Hint Okyanusu’nda geminiz nasıl battı? Sizin için de “Başına Seydi Ali halleri geldi” cümlesini kurabilir miyiz?
Kâtip Çelebi; şimdilerde kullanılmayan eski bir deyimden bahseder ve “Başına Seydi Ali halleri geldi” sözünü büyük Türk denizcisinin maceraları ile anlatır. İşte Umman Denizini geçerken benim de başımdan bahsettiğiniz gibi “Seydi Ali Halleri” geçmişti. Her ne kadar 2009 yılından sonraki seferlerle ilgili olsa da bu tehlikeli Hint Okyanusu’nda özellikle de “Yaz Musonları” başladığında çok dikkatli olmak gerekir. Zira bir defasında Hindistan’ın güneyinde gemim batmıştı. Şükür bütün personelim sağ olarak kurtulup yuvasına döndü lakin bir gemi kaptanı için yıpratıcı etkisi çok büyük olan bu hadiseyi yaşamış oldum.
Uzun Yol Kaptanı Dr. Vehbi Kara
Seydi Ali Reis’ten farklı olarak gemilerimle eskilerin “Umman Denizi” adını verdikleri Hint Okyanusu’ndan defalarca geçmiş ve sâhil-i selamete ulaşmıştım lakin bir defasında Hint Okyanusu’nun derinliklerine bir gemi de bırakmıştım. Benzerliğimiz işte buradan kaynaklanıyor. Gerçekten de yıpratıcı ve uzun bir süreçten sonra kara yolculuğu ile vatanıma dönmüştüm.
Seydi Ali Reis’e rahmeti vesile kılarak bir paragraf açalım…
Seydi Ali Reis, Rodos Adası’nın fethinde bulunmuş, Barbaros Hayreddin ve Sinan Paşa ile birlikte Preveze Deniz Savaşı da dâhil olmak üzere Akdeniz’de çeşitli savaşlara katılmış büyük bir kaptandır.
Vakıa nasıl cereyan eder?
Kanuni Sultan Süleyman, Mısır kaptanlığını kendisine vererek, Piri Reis’ten arta kalan Osmanlı Donanmasını Basra’dan alıp Süveyş’e getirmesini emreder. 1552 yılının Aralık ayında İstanbul’dan hareket eder ve uzun bir kara yolculuğu sonunda Basra’da bulunan Donanmanın başına geçer.
Donanmayı getirirken Umman Denizinde Portekizlilerle iki büyük deniz savaşında bulunur. O tarihlerde dünyanın en namdâr denizcisi olan Portakallarla (Portekizlilere Osmanlılar böyle derdi) dişe diş bir savaş yaşamış ve birkaçgemilerini batırmıştır.
Osmanlı deniz haritası. Seydi Ali Reis'in Umman Denizi'ndeki rotası.
Düşmana büyük zararlar vermiştir lâkin Muson fırtınaları Seydi Ali Reis’e daha ciddi sorunlar yaşatmıştır. Öyle ki Yaz Musonlarında meydana gelen şiddetli lodos fırtınaları gemileri ile beraber bu kahramanları Hindistan kıyılarına kadar sürükleyecektir. Bazı gemileri fırtınada batar. Yine de elde kalan gemilerle sahile ulaşır. Fakat gelin görün ki gemiler öylesine yıpranmış ve hasar almıştır ki deniz yolundan Süveyş’e gelmenin imkânı kalmamıştır.
Müslüman Hint Devletlerinin yöneticileri ile görüşmeler yaparak Osmanlı Devleti ile diplomatik ilişkiler kurar. Bu devlet yöneticilerinin mektup ve hediyelerini alarak karadan İstanbul’a doğru yola çıkar. Fakat yolda başına gelmedik iş kalmaz. Savaşlara katılır. Defalarca denizcileri ile birlikte ölümden döner. Fakat Allah’ın izni ile dört yıl sonra İstanbul’a dönmeye muvaffak olur.
Seydi Ali Reis'i karşılama merasiminden...
Donanmasını kaybettiği halde Piri Reis’in aksine Padişah’tan iltifat görür. Başından geçen olayları kitap haline getirir. İşte insanın başından geçen türlü türlü musibetlerden dolayı uzun yıllar boyunca “Seydi Ali halleri” deyiminin kullanılması bu büyük denizci için kullanılmıştır.
Seydi Ali Reis’in başına gelenlerin bir kısmına da ben şahit olmuştum. Gemimiz Hindistan açıklarında orta kesiminden yırtılmıştı. Personeli tahliye ederek sağ salim kurtarmıştım lakin kısa bir müddet sonra gemimiz yırtılan bölgeden ikiye ayrılarak bölünmüş ve Hint Okyanusu’nda batmıştı.
Mürettebatınızın biiznillah sâhil-i selâmete çıkışını da konuşalım…
Uzun bir müddet Hindistan’da kalmış ve sigorta işlemleri için beklemiştik. Sonunda hem gemi hem de yük sahibi de sigortadan parasını almış zarardan kurtarmıştı. Hatta gemi sahibi 30 yaşını geçmesi nedeniyle hurdaya ayrılma zamanı geldiği için kârlı dahi sayılabilirdi!
Hadisenin size yansıması!
Bittabi bir gemi kaptanı olarak geminin batarken yaşadığım o feci sahneler hâlâaklımdan çıkmıyor. Gemi personelini emniyetli bir şekilde filikalara bindirmiş ve gemide sadece ben kalmıştım. Daha sonra sancak filika iskele taraftan şeytan çarmıhının yanına kadar geldi ve buradan beni de aldı. Artık ikiye bölünen gemimde kimse kalmamıştı ve yavaş yavaş sulara gömülüyordu.
MV Leyla Deval Türk Gemisi
Ne taşıyordunuz?
Gemimizde 24 bin ton demir cevheri vardı. Bu nedenle çevre için zararı neredeyse yok gibiydi. Hatta deniz canlılarına yuva olarak belki faydalı bile olmuştur. Lakin yıllarca yaşadığım bu kötü hatıra hâlârüyalarıma girmektedir. Türkçede bir söz vardır “ne oldu! gemin mi battı da böyle üzülüyorsun” derler ya işte bunun gibi uzunca bir müddet bu olayı yaşamaya devam ettim.
Geminiz battığında öğrenilmiş acizlik sendromu yaşadınız mı? Tekrar uzun bir sefere çıkmanız nasıl mümkün oldu?
İnsan kendisine verilen sabır kuvvetini sağda solda dağıtmazsa her türlü güçlüğe kâfî gelebilir. Benim başıma gelenler ne kadar güçve dayanması zor musibetler olsa da eğer insan sabretmesini bilirse hepsinin altından rahatça kalkabilir. Acz ve zaafın gücü ile Rabbine yöneldiğin takdirde hiçbir kuvvet seni mağlûp edemez. Allah’tan başka hiçbir şeyden korkmaya da gerek yoktur.
Âmennâve saddaknâ…
Asıl büyük ve ciddî belâ; insanın dinine gelen musibettir. Allah korusun, imanını kaybeden bir insanın başına gelebilecek bundan daha kötü bir şey olamaz. Dünya hayatı geçici olduğundan hem de sür'atle akıp gittiğinden her türlü belâve musibete katlanmak mümkündür. Fakat inançsızlık bir insanı ele geçirdi ise, hem dünyası kararır hem de ahiretteki ebedi hayatı kararacaktır. İşte asıl bundan korkmak gerekir. Rabbim, hepimizi altından kalkamayacağımız musibetlerden korusun…
Âmin… Ecmaîn… Karalar kadar denizlerde de mühim hadiseler, isyanlar yaşanır! Bu bağlamda sizin başınıza neler geldi?
İki yıl önce çalıştığım bir gemide gemiciler maaşlarını alamadıkları gerekçesi ile Mısır’ın Adabiya limanında çalışmayı durdurdular. Gemi sahibi olan Armatör, maddi bir krize girmişti. Sürekli olarak maaşların ödenmesini erteliyordu. Bu nedenle gemi personeli ile gemi sahibi arasında telekonferans yaptım. Herkes açıkça durumunu izah etti.
Gemiciler ve gemi sahibi inat etti ve bir türlü birbirlerini ikna edemediler. Fakat olan, gemi kaptanına yani bana oldu. Gemi sahibi gemiyi terk edip kaçtı. Bütün sorumluluk gemi kaptanı olarak benim üzerime bindi.
Ahmet Bey Gemisi
Felâhınız için nasıl bir çâre buldunuz?
Uzun uğraşılar sonunda gemi sigortasından gemicilere dört aylık maaş verilmesini sağladım. Gemi alacaklarının tahsili için Mısır mahkemelerinde yetkili bir avukat tutmaya muvaffak oldum. Gerekli müracaatlar yapıldı ve sonunda mahkemeleri kazandık. Gemicileri ülkelerine göndermeye de muvaffak oldum. Fakat gemicilerin alacakları aradan iki yıl geçmesine rağmen hâlâödenmedi.
Mısır’da ne kadar mahsur kaldınız? Bu süreçte neler yaptınız?
Gemiciler haklı olarak maaşlarını almayı istiyorlardı. Birçoğu evli barklı olup tek geçim kaynakları olan maaşlarını bu gemiden alıyorlardı. Mısır’a gelmezden önce Yemen limanında evlerini aradıklarında hiçbir maaşın yatmadığını öğrenmişlerdi. Gemi personelinin tamamı bu durumda dilekçe vererek ayrılmak istediklerini söylemişlerdi.
Durumu devamlı surette gemi sahibine iletiyor, maaşların bir an önce yatması gerektiğini söylüyordum. Çünkü gemimizde bir yıl süre ile çalışanlar vardı ve sadece iki üçay maaş alabilmişlerdi. Gemi, tam kapasite ile tahıl yükü taşımış ve sorunsuzca tahliye etmişti. Savaş bölgesinde olduğumuz için oldukça yüklü navlun, yani taşıma ücreti almışlardı.
Armatör, gemicilerin haklı olduğunu fakat Mısır’a gelmemizi ve burada maaşların yatacağını söylemişti. Gemi Zabitleri ve Gemiciler “eğer maaşlarımızı alamaz isek, grev yapacaklarını söyledikleri” gibi dilekçe vererek bunu şirkete bildirmemi istediler. Ben de bütün talepleri anında şirkete ulaştırıyor ve “merak etmeyin, herkes maaşını alacak” cevabını gemicilere söylüyordum.
Az önce de ifade ettiğim üzere Mısır’ın Adabiya limanına geldiğimizde ne yazık ki kimsenin maaşlarının yatırılmadığını öğrendik. Gemicileri toplayarak bizzat telefon konferansı ile gemi sahibi ile konuşturdum. Gemi sahibi bu sefer “yükümüzü Sudan’a götürün, orada maaşlarınızı alacaksınız” diyordu. Elbette kimse buna inanmadı. Gemiyi yarısına kadar yükledikten sonra gemiciler “işi bıraktıklarını” söylediler.
Gemi sahibi, personeli bir defa daha telefon toplantısına çağırdı. Eğer “çalışmazlar ise Mısır’da perişan olup kalacaklarını” söyleyerek açıkça Gemicileri tehdit etti. Ben ise Armatöre yalvarıp, “ne olursunuz şu insanların maaşlarını verin” diyordum. Bana daima “merak etme Kaptan, kimsenin parası bizde kalmaz” diyordu. Bu arada Ukrayna’da tahliye yapan şirketin ikinci gemisi de grev yapmış ve tahliyeyi durdurmuştu.
Gemi sahibinin insafa gelip maaşları yatıracağını beklerken hiçummadığım bir gelişme oldu.
Nedir?
Gece yarısı saat 3’te Acentenin telefonu ile uyandım. Acente, gemi sahibinin telefonlara cevap vermediğini söyledi. Ben de kendisini aradım. Gerçekten de bütün telefonlar kapalıydı. Sadece operasyon müdürü cevap vermişti ve söylediği sözler çok üzücüydü. Kendisinin de işten ayrıldığını ve bütün kara personelinin işi terk ettiğini söylemişti.
25 Gemici ile Mısır’ın Adabiya limanında yapayalnız kaldım.
25 gemici ile Mısır’ın Adabiya limanında yapayalnız kalmıştım. İşin daha kötüsü hiçbir personel sözlerimi dinlemiyor aşçı dahi yemek yapmıyordu. Çaresiz, herkes gibi ben de kumanyalıktan aldığım malzemelerden bildiğim iki üççeşit yemeği yapmaya başladım. Güzel olan tek bir husus vardı o da tam tamına 17 kilo vermiştim. Artık tığ gibi olmuş fazla kilolarımdan kurtulmuştum!
MV Canan Arıcan gemisinde 2. Kaptan iken-İran Bender Abbas Limanında
Âlâ…
Mısır Liman Otoritesi, yükün sahibi acente ve gemiciler hepsi birlikte bana yükleniyordu. Sanki bütün suçlu benmişim gibi her türlü saygısızlığı yapıyorlardı. Ukraynalı ve Rus denizciler kendi yaptıkları düzenekle alkol imal ediyor; sarhoş olup birbirleri ile kavga ediyorlardı. Bir defasında kamarama geldiğimde lumbuz camının kırıldığını ve her yerin cam kırıkları ile dolu olduğunu görmüştüm.
Bu kadar sıkıntı içerisindeyken imdadıma ITF yani Uluslararası Ulaşım İşçileri Sendikası Ortadoğu ve Afrika temsilcisi Muhammed Bey yetişti. Öncelikle geminin kulüp sigortasından personelin 4 aylık maaşlarının yatırılmasını sağladı. Bu yeni çıkmış bir uluslararası sözleşme maddesiydi ve Alman sigortacı kısa zamanda herkesin maaşlarını evlerine ulaştırdı. İspanya’da bulunan Muhammed Bey diğer sorunları aşma konusunda da elinden gelen her türlü yardımı yapmıştı. Allah ondan razı olsun.
Âmin…
Gemi personeli isyan ederek hiçbir şey elde edemeyeceğini ve ancak benim sayemde bir çıkış bulabileceğini nihayet anlamıştı. Çünkü Mısır Liman Otoritesi kimseyi dinlemiyor, sadece gemi kaptanını sorumlu tutuyordu. “Madem gemi sahibi yok; o halde bütün hesabı sen vereceksin” diye yakama yapıştılar!
Bu arada Sendika ve Muhammed Bey bir avukat tutarak gemiye gönderdi. Mısır mahkemelerine müracaat ederek gemicilerin alacaklarını alması için avukatımız yardımcı olacaktı. Avukata vekâlet vermek için Süveyş şehrinden binbir güçlükle noter getirmeye muvaffak olmuştuk. Çünkü Mısır devleti, kimsenin gemi dışına çıkmasına müsaade etmiyordu.
Bu arada gemiden ayrılıp evine dönmek isteyen personeli yurduna dönmeleri için Mısır devleti ile uzun bir mücadeleye giriştim. Sendikamızın Mısır temsilcisi Al Said Shazli bana yardımcı oluyordu. Fakat “gemiciler grev yaptığı için suçişledi” diye Mısır devleti bütün taleplerimizi geri çeviriyordu.
Mecburen, Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) ve Birleşmiş Milletler Uluslararası Denizcilik Örgütü (IMO) ile temasa geçtim. MLC, yani Denizcilik Çalışma Sözleşmesi’ne göre “kontratını tamamlayan bütün denizciler, Liman devleti tarafından yurda dönmelidir” hükmünü uygulaması için Mısır Liman Otoritesi ve Süveyş Kanal İdaresi başta olmak üzere en az 20 adrese mesajlar çekmeye başladım. “Mısır’ın, imza attığı bu sözleşmelere uymak zorunda olduğunu” dile getirmeye çalıştım.
Kaptap Vehbi Kara yol arkadaşıyla ufka bakarken
Yazılarımda internet çevirisini kullanıyordum ve İngilizcenin yanında Arapça dilinde de mesajlar çekiyordum. Türkiye’nin Mısır Elçisi olmadığı için vekâlet eden Kemalettin Bey ile temasa geçmiştim. Sendika ile beraber onlar da bana yardımcı oluyorlardı.
Nihayet gemide acil durumlarda dahi bulunması gerekmeyen ilk sekiz kişiyi evlerine göndermeye muvaffak olmuştum. Bu arada Mısır mahkemelerine de müracaat ederek alacaklarımızın tahsili için dava açmayı da sağlamıştık. Sendikamız avukat masrafları ile birlikte mahkeme masraflarını da karşılıyordu. Gemide ise bunları yapmak için bir sent bile yoktu.
Alman kulüp sigortası başlangıçta olumsuz bir şekilde diretse de yakıt, kumanya, su ve sağlık yardımı için bizi desteklemeye başlamıştı. Bir şekilde gemide hapis hayatı içinde hayatta kalmaya ve yurdumuza dönmeye çalışıyorduk.
“Kısa bir süre sonra gemi satılacak ve sizde evinize döneceksiniz.”
Bu arada gemideki yükün geri boşaltılmasını istedim. Yükün sahibi dışarıdan kreyn getirerek hepsini tahliye etti. Mısır devleti de liman masraflarını ve işgâl ücretini bahane ederek gemiyi tutuklamıştı. Gemicilere ve bana “kısa bir süre sonra gemi satılacak ve sizde evinize döneceksiniz” diyorlardı.
IMO ve Mısır’ın Londra büyükelçiliğine çekmiş olduğum Arapça ve İngilizce mesajlar yüzünden Mısır’ın Liman Otoritesi’ne baskı gelmeye başlamıştı. Nihayet 3 Türk ve 1 Gürcistanlı denizcinin yurda dönmesi için izin çıkmıştı. Bu maksatla Panama Bayrak Devleti, Mısır’ın istediği gemi sertifikalarını çıkarıp gemiye göndermişti.
Her şey tamamlanıp tam Türkiye’ye dönüş esnasında bir kişide Kovid testi pozitif çıkmıştı. Bütün her işlem iptal oldu. Gemiyi 10 gün karantinaya aldılar. Karantina sonunda bu sefer 4 kişide daha test pozitif çıkmıştı. Bereket, ilk dört kişinin ikinci testi negatif çıkmıştı ve ikinci ekibi de evlerine göndermeye muvaffak olmuştuk.
Sonra…
Yurt dışındaki uluslararası kuruluşlar, IMO, ILO, ITF Sendikası, Hindistan, Rusya, Ukrayna ve Gürcistan Büyükelçilikleri devamlı surette mesaj çekiyor; Mısır devletinden sözleşmeye uygun olarak gemide tutulan gemicilerin yurduna dönmesi için baskı yapıyorlardı. Sonunda Mısırlı amirallerin de bulunduğu bir heyet gemiye geldi. Benden bir daha yazı yazmamamı istediler. Kaptan hariçherkesin yurduna döneceklerini kabul etmişlerdi.
Gemide tek başına!
Evet, tek başına gemide kalacaktım, bununla birlikte diğer gemicilerin evlerine dönme imkânı vardı. Kabul ettim. Sonuçta “benim turşumu kuracak değillerdi ya elbette ben de Türkiye’ye dönerim” diye düşünüyordum. Hem Ukrayna’daki diğer gemi personelinin tamamı evlerine dönmüştü. Fakat “kazın ayağı öyle değilmiş.”
“Gemiyi en son kaptan terk eder”
“Gemiyi en son kaptan terk eder” denilir. Lakin ben terk edememiştim. Bütün herkesi evlerine göndermeye muvaffak olmuş fakat benim gemi dışına dahi çıkmama müsaade edilmemişti. Mısır devleti resmen beni gemide yalnız bırakmayı düşünmüş adeta cezalandırmaya kalkışmıştı. Belli ki amirlerinden göndermiş olduğum mesajlardan dolayı çok fırça yemişlerdi.
Gemide asayiş nasıldı?
Bildiğiniz gibi! Acil durum jeneratörünün arıza yapması nedeni ile gemide yalnız başıma, elektriksiz, susuz ve ısıtma imkânı olmadan 11 gün kalmak zorunda kalmıştım. Gemide yüzlerce fare vardı ve yiyecekleri tükendiğinden dolayı birbirlerini yiyorlardı. Çünkü gördüğüm en son fareler kedi büyüklüğüne kadar büyümüşlerdi. Gece vakti bir türlü uyutmuyorlardı. Elektrik kablolarının arasından yol açıp her yere girebiliyorlardı. Her geçen gün bir gıda malzemesinin eksildiğini görüyordum.
Gemi içinde yaşam çok güçleşmişti. Fare leşleri oldukça kötü kokuyordu. Bu durumda yapabildiğim tek şey bütün kuruluşlara mesaj çekmek olmuştu. Elektrik olmadığı için telefonumu yandaki gemicilere gönderip şarj ettiriyordum. Telefon gelir gelmez neredeyse aynı mesajları tekrarlayıp yapılan bu işlemin sözleşmelere aykırı olduğunu belirtiyordum.
Nihayet yapılan baskılar sonuçvererek her üçgünde bir gemiyi kontrol etmek şartı ile otele çıkmama müsaade edilmişti. Alman sigortacımızın bulduğu güzel bir otele yerleştim. Hemen yanımızda “Safa” isimli bir mescid vardı ve neredeyse bütün namazlarımı burada kılmaya başlamıştım.
Mısır’da 4 aylık esaret!
Fakat ne gemi satılıyor ne de yurda dönüşüme izin veriliyordu. Bu şekilde tam 4 ay esir olarak alıkonulmuştum. Bu esnada Süveyş Kanalında Evergreen isimli bir gemi karaya oturdu. Kanal kapanmış, bütün dünyanın gözü Mısır hükümetine dönmüştü. Ben de bu arada yurda dönmek için Sendika yöneticisi Muhammed Bey’e hazırlattığım mesajları ilgili makamlara gönderip, yurda dönüşümün temin edilmesini istiyordum. Gemi kazası ile bu mesajlar birleşince daha fazla rezalet çıkarmadan bir an evvel beni yurduma göndermeye ikna olmuşlardı.
Nihayet, Mısır’daki Süveyş Mahkeme kadısı yani hâkimi, benim dilekçemi kabul edip haklı bularak; yurda dönüşümün yapılması için mahkeme kararı çıkarmıştı. Tam bu sırada gemimiz de üçüncü açık arttırmada satılmıştı. Bundan sonra biiznillah her türlü de olsa ülkeme dönecektim.
Mısırlı bir denizciye mühür ve anahtarları vererek gemiyi teslim ettim. Artık hürdüm ve gerekli formaliteleri bitirmeye muvaffak olmuştum. Tam 14 ay sonra ülkeme dönüyordum. Bunun ne kadar güzel bir duygu olduğunu ancak benim gibi uzun süre gurbette kalan birisi anlar.
Tarihi süreçte Müslümanların deniz yollarında ki hizmetleri…
Yıllarca denizcilik eğitimi aldım. Hatta deniz subayı yetiştiren askeri okulda okudum. Fakat kimse bana dünyanın en büyük denizcisini anlatmadı. Üstelik bu zat, Hazret-i Muhammed Aleyhissalatü Vesselamın neslinden geliyordu ve dünyanın en büyük filolarını çok başarılı bir şekilde yönetmişti.
Amiral Zheng He’den bahsediyorsunuz.
Evet, Amiral Zheng He… Dünyada bilinen ismiyle Zheng He’den bahsediyorum mi asıl ismi Muhammed Hasan Şemseddin’dir. Ne yazık ki bu zatı ben de Çinlilerden öğrendim. Çinliler, Efendimizin (sav) pak neslinden gelen denizcilik gurusunu Pekin Olimpiyatları’nın tanıtımı esnasında dünyanın en büyük filosundan ve bu filonun komutanı olarak anlatmışlardı.
Kimdir Amiral Zenghe?
Zheng He’nin ataları Buharalı olup Türk devleti olan Harzemşahlar içinden çıkmıştır. Bu nedenle Türk kanı taşıyan her insan bu soylu ve büyük denizciyi öğrenmek zorundadır.
Peki kamuoyu bu isme neden âşina değil?
Çok mühim bir noktaya temas ettiniz İbrahim Ethem Bey. Ben de bu sorunun cevabını merak ediyorum. Evvelemirde Türk Deniz Kuvvetleri, Milli Eğitim Bakanlığı, Türk Tarih Kurumu ve Denizcilik Tarihi ile ilgilenen resmi kuruluşlar bu zatın hayat hikâyesini önce öğrenmeli sonra da gençlerimize öğretmelidir.
Deniz Harp Okulu’nda da Zheng He’den bahsetmediler mi?
Hayır! Deniz Harp Okulu’nda okurken gündemimizde Alman Amirali Karl Dönitz vardı! Hatıralarını okuyup istifade etmiştim. Fakat Dönitz’den çok daha önemli bir şahsiyetten kimse bana ve öğrenci arkadaşlarıma bahsetmedi. Bu ayıbın önüne geçmek devletimizin önemli bir görevidir.
Zheng He’yi hangi vesile ile tanıdınız?
Vakti zamanında Libya’nın başkenti Trablus’ta büyük denizci ve şehit Turgut Reis’in türbesini ziyaret fırsatı bulmuştum. Türbenin bir köşesinde Kaptan-ı Derya Büyük Amiral Hızır Hayrettin Paşa’nın bu büyük zattan bahsettiği “denizcilikte benden yeğdir (üstündür)” yazılı bir levha görmüştüm.
Zheng He birçok yanı ile Turgut Reis’ten yeğdir!
Zheng He birçok yanı ile Turgut Reis’ten yeğdir. Türk ve Arapların yetiştirdiği en büyük denizci ve devlet adamlarından biridirb
Nesli…
Zheng He, Sevgili Peygamberimiz Hazret-i Muhammed Aleyhissalatü Vesselâm’ın neslinden gelmektedir. Dünya üzerinde de bu büyük amirali bilen, onun akıllara durgunluk veren büyük seferlerini anlayabilen çok az sayıda insan vardır.
“Deniz İpek Yolu ve Keşifler Çağının Öncüsü Amiral Zheng He” serlevhasıyla Hazret’in kitabını yazdınız…
Hamd olsun. Bu benim üzerime bir nevi vecibeydi. Müslüman bir Türk deniz subayı ve kaptanı olarak Amiral Zenglhe’yi tanıdıktan sonra bu toprakların insanlara tanıtmayı kutlu bir görev bildim.
Bu büyük zatın hayatını konu alan “Deniz İpek Yolu ve Keşifler Çağının Öncüsü Amiral Zheng He” kitabını bütün okuyucularıma tavsiye ediyorum.
Nereden temin edilebilir?
İnternetten kitap satışını yapan Kitapyurdu Yayınlarından (KDY) kolaylıkla bu kitaba ulaşılabilir. Bu kitap sayesinde Zheng He’nin olağanüstü hayat hikâyesi ile birlikte Müslümanların denizciliğe vermiş olduğu önem öğrenilecektir.
Büyük Amiral Zheng He, Türk ve Arapların yetiştirdiği dünyanın en büyük denizcilerinden biridir. Asıl ismi Muhammed Hasan Şemseddin’dir. Dedeleri Buhara’dan gelmiştir. Uzakdoğu ve Çin’de Ma He ve San Bao olarak bilinir.
Zheng ismi nereden geliyor?
Çin’in Ming Hanedanı İmparator Yonglo, kendisine devlet yönetimindeki başarısından dolayı “Zheng” unvanını vermiştir. Bu nedenle Çin tarihi kayıtlarında ve Uzakdoğu ülkelerinde “Amiral Zheng He” olarak tanınmaktadır.
Dünyada birçok insan adını ilk defa benim gibi 2008 Pekin Yaz Olimpiyatları sayesinde duymuştur. Çin Devleti, Zheng He’nin yapmış olduğu yedi büyük deniz seferi ve dünya barışına yaptığı katkılarından dolayı bu büyük amirali gündeme getirmiştir.
Keşifler Çağının Öncüsü
Keşifler Çağının Öncüsü olarak bilinen Amiral Zheng He’nin hayat hikâyesi emsalsizdir. Çok güzel senaryolara konu olacak kadar zengin ve maceralı bir geçmişi vardır.
İstirham etsem hikâyenin, daha doğrusu vakıanın belli başlı noktalarına temas eder misiniz?
Hay hay. Zheng He, seyahatlerine 1405 yılında başlayarak Kristof Kolomb’dan 87, Vasco da Gama’dan 92, Ferdinand Magellan’dan ise tam 114 yıl önce keşiflerine başlamıştır. Öyle ki 1405 ile 1433 yılları arasında gerçekleştirdiği 7 seferde diğer kâşiflere göre filo ve gemici sayısı bakımından da büyük fark atmıştır.
Batılılar pusulanın ne olduğunu bilmezken Zheng He, astronomik metotları ile okyanus ötesi seferler yapıyordu. Üstelik çok büyük deniz filosuna ustaca kumanda edecek yöntemler geliştirmişti.
Dünya tarihçileri Zheng He’yi nasıl görmüş?
Dünya tarihçileri Zheng He’yi atlamamış! İbrahim Ethem Bey, müsaadenizle bazı tarihçilerin ve denizcilik konusunda uzman kişilerin Zheng He’ye müteveccih kanaatlerini paylaşmak isterim.
Lütfen…
Hollandalı J.J.L. Duyvendak, Zheng He’nin 15. yüzyıldaki deniz seferlerinden övgü ile söz ederken İngiliz tarihçi Joseph Needham, Çin tarihinin en önemli kişisi olarak Zheng He’yi ileri sürmektedir. Japon Terada Takanobu ise o asırdaki seyahatlerin insanoğlunun başardığı işlerin en büyüğü olduğunu iddia ettikten sonra keşifler çağında elde edilen başarıların Zheng He’nin bir yüzyıl öncesinde yaptıkları ile mukayese edildiğinde “sönük kalmakta” olduğunu söylemektedir.
Bugün kültürel ve sosyal politikalar ile akılcı davranıp Çin’deki Müslümanların huzur ve refahı için çalışmamız gerekiyor. Deniz İpek Yolu gibi, Demir İpek Yolu’da bu konuda çok önemli bir fırsat olup ülkemiz için de çok önemli bir projedir.
Kitabımızda Çinlilerin efsane Amirali Zheng He’ye, nâmıdiğer Seyyid Muhammed Hasan Şemseddin’e dair çok daha fazla detaylar mevcuttur.
Amirali Zheng He uzakta! Yakına bakalım! Ecdadımızın denizciliğe olan katkıları üzerine yeterli çalışmalar yapılmış mıdır?
İbrahim Ethem Bey, ne yazık ki yeterli çalışmalar yapılmamıştır. Çok az sayıda araştırmacı ve yazar denizcilik konusunda eser üretmektedir. Umarım şu anda sizin yaptığınız gibi denizcilikle ilgili yazılar çoğalır. Çünkü buna ihtiyacımız var.
Deniz seferlerinizde yaşadığınız mühim hadiselere de nazar edelim…
Belki mühim denilmez fakat benim için güzel bir hatıradan ve Necdet Atlas isimli değerli bir deniz subayı ve kaptandan bahsetmek isterim.
Söz, yeniden sizde…
Donanmada iken özellikle Deniz Kurdu tatbikatlarında gemiler arasında yarışlar olurdu. Tersaneden henüz çıkmış, yani makinelerinin bakımı yapılmış gemiler kendi aralarında yarışırlardı. Önce borda nizamı ile ilerlenir, Filotilla Komodorunun (Aynı tip savaş gemilerinin bir araya geldiği küçük filonun komutanı) telsizden verdiği “başla” emriyle birlikte, gemi kazanları maksimum düzeyde çalıştırılarak azami sürate çıkılırdı. Böyle bir yarışta 32 knots (yaklaşık saatte 60 kilometre) hıza ulaşmamıza rağmen diğer gemi ile girdiğimiz yarışı kaybetmiştik. Şu an İzmit’te müze olarak kullanılan TCG Gayret gemisi ile buna benzer çok hatıram olmuştur.
İşte Bahriye’den ayrıldıktan sonra bu sefer ticaret gemilerinde iken yine böyle bir yarışa girmiştik. Bahriye’de “Gazi” lakaplı Necdet Ağabey ile aynı şirkette çalışıyorduk. Tevâfuk bu ya, Çanakkale boğazında karşılaşmıştık. Üstelik aynı yöne doğru seyir yapıyorduk. Ben “Wanda A” isimli gemi ile İzmir’e yol alırken, Necdet Ağabey ise “Sami A” isimli gemi ile Tunus’a doğru gidiyordu.
“Yarışa var mısın?”
Necdet Kaptan’a “yarışa var mısın?” diye sordum. Bana “varım” dedi. Eğer kazanırsa ona bir tepsi baklava ısmarlayacağımı söyledim. Kabul etti.
İki gemi ile beraber Çanakkale boğazından çıkmıştık ve “boğaz seperasyon hattının bitimi” denilen noktaya gelmiştik. Yarışı da o noktadan itibaren başlatacaktık. Bozcaada’yı kim önce bordalarsa (yani geçerse) yarışta o galip gelecekti.
Nasıl bir yarış vaziyeti aldınız?
Başmühendisi köprüüstüne çağırarak yarışa gireceğimizi ve makineye “Allah ne verdi ise yüklenmesini” söyledim. “Elinden geleni yapacağını” söyleyerek aşağıya; kumanda odasına indi.
Geminize güveniyordunuz anladığım kadarıyla!
Biiznillah. Gemim 24 yaşındaydı ve Doğu Almanya tersanelerinde inşa edilmişti. Necdet Ağabey’in gemisi ise aynı yaşlarda ve İtalyan yapımı bir Ro-ro gemisi idi. Daha sonra Ro-ro’dan yani kamyon ve TIR taşıyan gemiden, konteynır taşımacılığına dönüştürülmüştü.
Yarışa geçelim…
Yarış başladı ve ben yavaş yavaş öne geçmeye başladım. Zira daha önceden ağır yakıta geçmiştim. (Fueloil yakıtı; ağır yakıt olarak ifade edilir ve açık denizde kullanılır. Boğaz geçişleri ve manevralarda ise daha hafif olan dizel oil kullanılır, bu yakıt ile manevra yapmak daha uygun fakat maksimum sürate çıkmak daha zordur)
Vehbi Kara: Necdet Ağabey “baklavayı unut!”
Necdet Ağabey’e “baklavayı unut” deyip gemisinin sürati ile ilgili latife yapmaya başladım. Hâlbuki bir müddet sonra çalıştığı bu gemiye ben kaptan olacaktım. Bana “acele etme, birazdan ağır yakıta geçeceğim, o zaman görürsün” dedi.
Gerçekten de bir müddet sonra Sami A, bana yetişti ve bu sefer Necdet Ağabey benim gemiyle dalga geçmeye başladı. Yolda minibüs şoförlerinin birbirlerine laf attığı gibi bu sefer biz de deniz ortasında birbirimizle laf atıyorduk.
İrtibatı nasıl temin ediyordunuz?
Telsizdeki bunun gibi işlere ayrılan bir kanaldan konuşuyor, Bahriye’den kalma sözlerle yarışıyorduk. Denizcilik hayatımda hiçunutamadığım çok güzel bir hatıradır.
Sonra!
Sonunda açık ara Necdet Ağabey yarışı kazandı. Baklavayı “Türkiye’ye dönünce ısmarlarım” diyerek, geçiştirmeye çalıştım. “Sonra bakarız” diyerek, o yoluna ben de yoluma devam ettim.
Bir tepsi baklavaya ne oldu!
Aradan birkaçay geçmişti ki bu sefer ben Sami A isimli gemiye kaptan olarak gittim. Necdet Abi’yi “ne yapalım galip gelen geminin kaptanı ben oldum” diyerek kandırmaya çalıştıysam da Gazi, öyle laf kalabalığına bakıp, külyutmazdı! Bana ne zaman olursa olsun muhakkak “baklava borçlu olduğumu” söyledi. Nihayet yıllar sonra Üsküdar’da bir yerde borcumu ödeme imkânı buldum.
Bahriye’de kurulmuş güzel dostluklar işte bu şekilde sivil hayatta da devam etmişti. İdeallerinden ve doğruluğuna inandığı gerçeklerden yılmayan azimli insanlar çoğu zaman işlerinde de muvaffak olurlar. İşte Necdet Ağabey gibi insanlar, Türkiye’nin en iyi gemilerinde ve şirketlerinde görev yaptılar. Çalıştığı firmalar ise böylesine başarılı kaptanları kaybetmemek için türlü türlü ödüller verirler. Namları bütün ticaret gemilerinde yayılmıştır.
Necdet Kaptan için müstakil bir paragraf açalım…
İnşallah. Bir defasında ABD’de deniz ortasında mahsur kalan balıkçıları kurtaran Necdet Ağabey birçok gazetenin manşetlerine “kurtarıcı” olarak geçmişti. Bahriye’de olduğu gibi ticaret gemilerinde de çalışkanlığı, efendiliği ve centilmenliği ile müstesna keyfiyette görev yapan denizcilerden biridir Necdet Atlas Kaptan…
Ülkemizin bayrağını gurur ve şerefle dünyanın her yerine taşımıştır. Hatta denizcilikte en zor işlerden sayılan tanker kaptanlığı konusunda da en çok aranan kişilerden biri olmuştur. İşte böyle bir tanker görevinde; Basra Körfezi’nde seyirde iken kalp krizi nedeni ile kaptanımızı kaybettik.
Rahmet olsun.
Bütün denizcilik camiasının ve İslam âleminin başı sağ olsun…
Âmin.
Bu değerli ağabeyimi kaybetmenin acısı bende derin bir iz bıraktı. Annem ve babam kadar kendisini severdim. Lakin ölüm Allah’ın emri. Her nefis ölümü tadacaktır. Rabbimden niyazım; iman ile yaşamayı ve ölmeyi, hepimize nasip etmesidir.
Âmin. Ecmain.
İnnâlillahi ve innâileyhi râciûn…
Deniz yolculukları size neler öğretti?
Deniz yolculuklarından öğrendiğim en önemli husus şudur: İnsan aynı gemide seyahat eden bir yolcu gibidir. Dünya gemisine biner ve vakti saati yani eceli gelince asıl yurdumuz olan sonsuzluk âlemi olan ahirete gider. Evet, bu dünya aslında uykudaki bir rüya gibidir. İnsan öldüğü zaman bu rüyadan uyanır, sonsuzluk ülkesine yani gerçek hayata kavuşur.
Uzun deniz yolu seferleri tefekkür iklimi bağlamında muhataplarına ne türden dersler veriyor?
“Denizlere niçin Karadeniz, Akdeniz ve Kızıldeniz gibi isimler verilmiştir. Acaba denizler renkli olduğu için mi böyle deniliyor?” sorusu ile bir tefekkür dersi çıkarabiliriz.
Çok mühim bir yere getirdiniz kelâmı..
Denizin rengi; bulunduğu bölgeye, mevsime, suyun kimyasal özelliklerine ve hatta içinde yaşayan canlılara göre değişkenlik gösterir. Suya rengini veren en önemli husus; gökyüzü ve gökyüzündeki renklerdir. Eğer gökyüzü mavi ise ultramarine denilen derin mavi rengi gösterir. Bazen sema gri bulutlar ile kaplı ise gri rengin her tonu; denizin rengini gösterir.
Akşam güneşin batması ile veya sabah doğarken gökyüzünün kızıla boyanması denizin renginin de değişmesine yol açar.
Peki, bazı büyük denizlere verilen adlar da gökyüzünün aldığı renkten dolayı mıdır?
Pek öyle söylenemez. Zira sahillere yakın sularda ve 50 metreden daha sığ sularda hâkim renk; yeşildir. Çünkü genelde denizin dibindeki kum sarı renklidir. Sığ sularda gökyüzündeki mavi renkle dip rengi birleşince bu sefer yeşil renk ortaya çıkar. İşte sahillerdeki güzellik bu renk kaynaşması ile meydana gelir.
Yeşil ve mavi renkler “dinlendirici renk” diye tarif edilir. Gerçekten de denizlere ve ormanlara bakarak tefekkür ettikçe, insan rûhen ve zihnen dinlenmiş olur. Bu yüzden tatil köyleri ve mesire yerleri; genellikle denizle ormanın birbirine karıştığı yeşil-mavi renkli bölgelerde inşa edilir.
Nehirlerin denizle kaynaştığı yerlerde ise denizin rengi kahverengidir. Çünkü toprağın ve alüvyonun rengi, kahverengidir. Mesela Arjantin-Uruguay arasındaki denizlerde veya Hindistan Mumbai körfezinde, suyun kahverengi olduğunu görmek mümkündür. Bu renge bizzat şahit olmuşluğum vardır. Elbette sadece bu bölgelerde değil, birçok delta bölgelerinde de denizin rengi kahverengidir.
Denizlerde yaşayan bitkiler ve hatta planktonlar da denizin rengini farklı hale getirebilir. Örneğin Kızıldeniz’de yaşayan bir tür canlı organizmalar aktif olduğunda deniz; zaman zaman kızıl bir renge bürünmektedir. Bazen İzmit körfezinde de benzer bir canlı türü yüzünden Körfezin kızıla boyandığına şahit olmuşuzdur.
Bazı denizlerde ve özellikle de Karadeniz’de bol miktarda sülfür bulunur. Bu nedenle özellikle sığ olan sahil kesimlerinde denizin rengi siyahlaşır. Belki de bu yüzden bu denize Karadeniz denilmiştir.
Denizaltıların Karadeniz’de derinlere dalması pek istenilen bir durum değildir. Zira sülfür oranı dibe daldıkça artar ve denizaltı saçlarının aşınmasını ve korozyonunu çabuklaştırır. Şimdilerde bu sülfürün önemli bir enerji kaynağı olacağı dillendirilmektedir.
Yakamoz, ışığı sevmez!
Denize renk veren en ilginçolay ise bir nevi “su perilerinin gösterisi” olan yakamozdur. Eğer yakamoz görmek istersek, mehtap ışığı veya herhangi bir ışığın olmadığı zamanları ve mekânları seçmeliyiz. Zira yakamoz, ışığı sevmez! Zifiri karanlıkta ve özellikle de nehir ağızlarında Hint Okyanusu’nda, Arap Denizi açıklarında çok sık görülür.
Kâinatta cereyan eden bütün olayların çok derin anlamları vardır. Adeta bütün hadiseler ve kanunlar; Rabbimizden biz insanlara gönderilmiş birer mektuptur. Aklını doğru yönde kullanabilen insanlar için bu mektuplarda anlaşılması gereken birçok mesaj vardır.
Kimi insanlar kâinatta cereyan eden bütün bu olaylara yanlışlıkla tabiat adını verir ve Yaratıcımızı görmezden gelmeye çalışır. Hâlbuki tabiat denilen şey; Allah’ın emriyle meydana gelen hadiselerdir. Her birinin mühim hikmetleri vardır. Ne mutlu o insana ki; Rabbini tanır ve yaratılan her şeyin O’nun eseri olduğunu anlar. Ve yazıklar olsun o kimseye ki; kâinatta meydana gelen bütün hadiseleri kör tabiata, tesadüfe ve hiçbir şeyi yapmaya gücü yetmeyen sebeplere verir, dalâlete düşer.
Son olarak neler söylemek ister siniz?
Hayatım boyunca unutamadığım bir olayı “Kuleli” isimli bir kimyasal madde yüklü tankerde yaşamıştım.
Hindistan’da yükümüzü tahliye etmiş yeni bir sefer için Birleşik Arap Emirlikleri’ne doğru yol alıyorduk. Arap Körfezinde bulunan “Cebel Ali” limanına gitmek için Hürmüz boğazından geçmek zorundaydık.
Hürmüz Boğazı, Umman Denizi’ni Körfeze bağlayan stratejik önemi büyük bir boğazdır. Kuzeyinde İran, güneyinde ise Umman’ın kıyıları vardır. Bir Nisan akşamı hem dar sularda seyir görevi hem de 8-12 vardiyasını tutmak için köprüüstüne çıkmıştım. Hürmüz Boğazını geçmiş Körfeze giriş yapmıştım. Bu arada akşam namazını da kılmış tesbîhâtını okuyordum.
Namaz tesbîhâtını, kırlangıçadını verdiğimiz köprüüstünde sancak ve iskeleye doğru uzanan balkona benzeyen çıkıntıda yapmaya karar vermiştim. Âyete’l-Kürsi’yi tam okumuştum ki; birden gözlerime inanamadığım bir ışık gösterisi ile karşılaştım.
Merak ettim doğrusu…
İbrahim Ethem Bey, ışık gösterini görünce tekrar tekrar geminin bir sancağına, bir iskelesine, bir ileri, bir geriye baktım; hayır yanılmıyordum. Muazzam bir ışık gösterisi ile karşı karşıya kalmıştım. Geminin her tarafında denizin üstünü beyaz ve yeşil renk arasında bir ışık demeti kaplamıştı. Bu ışıklar sabit değil polis ikaz ışıkları gibi hareket ediyordu.
Işık demetleri, arka arkaya dalgalar şeklinde bazen dairesel bazen bir yöne doğru hareket ediyordu, Sanki altımızda büyük bir denizaltı vardı. Denizaltının ışıkları, sualtında hareket ediyormuş gibi bir görüntü veriyordu. Etrafımızda birkaçtane balıkçı teknesi daha vardı. Fakat onlar hiçbir şey yokmuş gibi ağlarını atmış balık toplamakla meşguldüler.
“Su perileri gösteri yapıyor!”
25 Yıllık deniz hayatımda ilk defa böyle bir olay ile karşılaşmıştım. Bunu benden başkası görse; “su perileri gösteri yapıyor” diyebilirdi. Fakat bir denizcilik dergisinde Umman Denizi’nde meydana gelen yakamoz olayından bahseden bir makale okumuştum. İlk başta yazıdan tam olarak bir şey anlamamıştım. Sanırım aynı zamanda kaptan olan yazar; işte tam da bu gözlerime inanamadığım ışık gösterisinden bahsediyordu.
Yakamoz olayının Umman ve çevre denizlerinde çok fazla görüldüğünü, denizin bu esnada adeta bir süte benzediğini, bazı kaptan ve gemicilerin bu olaydan korkarak dümen evine kaçtıklarından bahsediyordu.
Evet, gerçekten de bu yazıyı okumamış olsam, Çanakkale’deki gibi cinlere, perilere karıştığımı zannedip ben de köprüüstüne yani içeri bölmeye kaçardım. Çünkü deniz; her yönden gelip giden ışıklarla doluydu. Fakat gözle görülmeyen küçük su canlılarının harika bir gösterisi olduğunu –mezkûr makaleden hareketle- hemen anladım. Yine de bir test yapayım” mülahazasıyla; iskele tarafının aydınlatmasını açtım. Bütün ışık gösterisi bir anda sönüvermişti. Işıkları söndürmeden sancak tarafa geçip bir de o taraftan baktım. Evet, karanlık olan bu tarafta su perilerinin gövde gösterisi aynen devam ediyordu.
Devamında…
Devamında bütün ışıkları kapatıp fotoğraf makinesi ile bu manzaranın resmini çekmek istedim. Makine, her fotoğraf çekiminde flaş patlatıyordu. Flaş yanınca o müthiş manzaradan geriye hiçbir görüntü kalmıyordu. Gerçekten de “yakamoz” denilen bu deniz canlılarının ışık yayma hadisesi, ışığı hiçsevmiyordu.
Yakamoz hadisesi; aslında Allah’ın biz deniz çalışanlarına bir şekilde gafletten uyanmamız için gönderdiği bir mesajdı. Aynen, toprak parçası gibi denizlerde de gözle görünmeyen canlılar olduğunu, kör olmayan her insana gösteriyordu. Ben de ibretle bu olayı incelemeye devam ediyordum. Evet, deniz yüzeyini adeta bir şenlik havasına sokan bu ilginçyakamoz gösterisinin bir anlamı vardı ve yeryüzünün her noktasında canlılar bulunduğunu ispatlıyordu. İsterse, ancak mikroskop altında görülecek kadar küçücük canlılar olsun…
İşte yakamoz denilen olay; karanlık gecelerde tek hücreli canlıların (planktonların) su sıcaklık farklarından dolayı deniz yüzeyine salmış oldukları fosfor ışımasıydı. Planktonlar, ateş böceklerinin denizde yaşayan benzer canlılarıdır. “Yakamoz” deyince çoğu insanın aklına ‘ay’ın sudaki yansımaları gelse de, yakamozu meydana getiren aslında mini minnacık bir planktondur. (Lingulodinium polyedrum).
Yakamoz-mehtap ayrımı yanlış bilinen noktalardan birdir.
Gerçekte ay ışığı, hareket ettiğinde ışık saçan bu küçük canlıları görmeyi engeller. Yanlış bilinen noktalardan biridir; yakamoz-mehtap ayrımı. Birçok kişi denize vuran ay ışığına “yakamoz” der. Yakamoz aslında, Dinoflagellatlar olarak bilinen, “flagella” adı verilen uzantıları sayesinde hareket yeteneğine sahip küçük su perileridir. Bunlar daha çok nehirlerin denize döküldüğü yerlerde yaşamaktadır. Soğuk ve tuzlu okyanus akıntıları; bu canlıların tepkisine yol açar. Bunlar da akıntı, dalga veya bir geminin teması ile fosfor renkli yeşil bir ışık saçar.
Limunisans maddesini vücudunda barındıran bu canlılardan milyonlarcası bir araya geldiğinde “bir ışık hareket ediyor” gibi dalga dalga yayılır. Bir tekne ilerlerken veya bir balık sürüsü geçtiğinde; bu canlılara çarparak böylesine muazzam bir görüntüye sebep ollurlar. Rızkını arayan daha büyük deniz canlıları ve balıklar, adeta burada bir savunma sistemi ile karşılaşmaktadır. Denizdeki tabii avcılar tarafından saldırıya uğrayan bu canlılar, ışık saçarak daha büyük avcıların bölgede olduğunu göstermeye çalışıp av olmaktan kurtulurlar.
Yakamoz hadisesi ışık olmadan görüldüğünde muhteşem bir sahne ortaya çıkar.
Umman Denizi’nden başka nerelerde su perileri gösteri yapıyor!
Azizim, benzer durumları Gine Körfezi’nden Güney Afrika’ya giderken de görmek mümkündür. Fırtınada meydana gelen ve her dalga tepeciğinde ayrı ayrı insanları selâmlayan cinsleri de vardır. Kelimelerle anlatamayacak kadar güzel bir görüntü sunarlar. Geminin dümen suyunda bunları izlemek ise apayrı bir zevktir.
Başka!
Porto Riko’da meşhur yakamoz koyları mevcuttur. Ziyaretçiler, La Parguera ve Vieques’te bulunan özel korumalı koylarda, kürekli kayıklarla gezerek bu muhteşem görüntünün keyfini çıkarabilirler.
İşte yakamoz, denizlerin, aynen karalarda olduğu gibi canlı varlıklarla dolu olduğunun bir delilidir. “Ben gözümle görmediğime inanmam” diyen zavallılara gösterilecek güzel bir örnektir. Mikroskobik canlılar adeta “Ey gafil insanlar, aklınızı başınıza alın ve âlemlerin Rabbi olan Allah’ın emirlerine itaat edin. Çünkü sizin ve bütün canlıların rızkını yetiştiren; Rezzak olan Allah’tır”” dercesine kendine has lisanlarıyla konuşmaktadır! Bu müthiş gösteri; dolunaylı gecelerde ve ışığın bol olduğu denizlerde görülmez.
Yakamoz, karanlığı sever!
Yakamoz, sadece karanlığı sever.
Mübarek, gemide sizden başka kimse yok muydu!
Olmaz mı! Gecenin bir yarısında cereyan eden bu olayı görsün diye ikinci kaptanı köprüüstüne çağırdım. İlk önce gözlerine inanamadı. Gözlüklerini sildi ve bir daha baktı. Biraz ürpermişti. Kendisine böyle bir şeyi daha önce görüp görmediğini sordum. İlk defa görüyordu ve bana “bunun ne olduğunu” sordu, kısaca anlatmaya çalıştım.
Işık gösterisi ne kadar sürdü?
Gecenin saat 10’undan sonra yarım saat daha bu harika ışık gösterisi devam etti. Kutuplarda uzun kış geceleri meydana gelen ve “auora” adı verilen gökyüzündeki muazzam bir sinema gösterisine benzeyen bu ışık gösterisi nihayet sona erdi.
Bu olaya benzeyen fakat insanoğlunun kirli elinin değmesi nedeni ile “müsilaj” adı verilen bazı küçük deniz canlıları da ülkemizde sık sık gündeme gelmektedir. Biyolojik arıtma yapılmadan denizlere salınan atıklar, deniz canlılarının ölümüne yol açmakta ve su yüzeyini bu canlıların bir çeşit ölü atıkları kaplamaktadır. Elbette ortaya çıkan çirkin görüntü yakamozdan çok farklıdır. Fakat gözümüzle görmesek de canlıların dünyanın her yanını kuşattığını rahatlıkla söyleyebiliriz.
-Dördüncü bölümün sonu-
YARIN-Deniz İpek Yolu ve Keşifler Çağının Öncüsü Amiral Zheng He