Hayatta birçok şey irademiz dışında gerçekleşti. Adımız, ailemiz, boyumuz, göz rengimiz, zekâmız, aklımız, kardeşlerimiz, doğum yerimiz ve ülkemiz;

Bazı şeyler de irademizle, tercihlerimizle gerçekleşti. Eşimizi, işimizi, şehrimizi, arkadaşlarımızı kendimiz seçtik. Ama neyi, neden, niçin seçtiğimizin çoğu zaman farkında bile değiliz. Aslında tercihlerimizde bile nasipten öteye yol yok;

Bu durumda hayatı doğru, dürüst, samimi ve pozitif olarak yaşama çabasının dışında uğraşmanın nafile olduğunu düşünüyorum. Komplekslerden, ihtiyaçlardan, isteklerden, ihtiraslardan, günahlardan vazgeçebilme iradesi ortaya koymaktır önemli olan!..

Büyükler, kıssadan hisse derler.

Şimdi nasiple alakalı iki kıssa anlatacağım. İki kıssanın da benzerlerine birçok kez şahit oldum. Bazen işler ne yapsan olmaz, 'Tıkandı Baba' misali, tıkanır kalır!

'Vermeyince Mabud, neylesin Sultan Mahmud'

Vaktiyle Sultan Mahmud Han, veziriyle beraber tebdili kıyafet, İstanbul`un bazı yerlerinde ahalinin durumunu kontrol ediyormuş. Bir ara oturmak için kıraathaneye girer.

Bakarlar ki, oradakiler

'Tıkandı Baba, iki kahve!', 'Tıkandı Baba, biraz şeker!', 'Tıkandı Baba, bir bardak su ver!' diyerek yaşlı kıraathane sahibine 'Tıkandı Baba' diye isim takmışlar.

Merak eden padişah, ihtiyar yanına gelince sorar 'İhtiyar, sana ne sebeple Tıkandı Baba diyorlar?'

Adamcağız yorgun argın bir iskemleye oturup anlatmaya başlar 'Ahhh beyim ah, ben bir gün rüya gördüm. Sonra bunu tuttum insanlara anlattım. Dilim kopsaydı da anlatmaz olaydım! Sonra da adımı Tıkandı Baba`ya çevirdiler.'

Bunun üzerine padişah, şunu bir de bize anlat bakalım, demiş.

*****

Yaşlı adamcağız 'Rüyada gördüm ki herkesin bir pınarı var ve gürül gürül akar. Benim dahi bir pınarım var, ama şarıl şarıl akıyordu. İstedim ki, benim pınarım da gürül gürül aksın elime bir değnek aldım ve lülesinden sokarak karıştırmaya başladım. Fakat heyhat! Gelen su kesildi, damla damla akmaya başladı. En azından şarıl şarıl aksın diye ne kadar uğraştım ve kan ter içinde kaldımsa boşa idi. Tam o esnada Hızır (as.) oradan geçerken bana seslendi 'Tıkandı, baba tıkandı!' Hikaye işte budur, beyim! deyince, Sultan Mahmud Han acıyarak ihtiyara şöyle der

'Tıkandı baba, mübarek Ramazan geliyor! Sen her gün falan adrese gelip Ben Tıkandı Baba` diyesin.'

Sana her gün bir tepsi baklava verecekler. Bunları Ramazan boyunca alıp, yiyesin!

*****

Ramazan gelince, ilk günden ona bir tepsi kızarmış baklava verilmiş. Tepsiyi alıp evine giderken aklına bir fikir gelir. Bunları hemen şuracıkta satıp birkaçkuruş alsam daha iyi olur! diye düşünüp, 'baklava!, baklava!' diye bağırmaya başlamış. Yahudi bir komşusu onu görüp, baklava tepsisini bir altına satın almış. Evine götürüp, sofrada yerken bir de ne görsün! Her dilimin altında bir altın! Yahudi derhal 'Tıkandı Baba'ya koşup, 'Baba sen bu baklavayı nereden aldın, güzelmiş' deyince başından geçenleri anlatmış. Yahudi bu defa, 'Sen bir karı koca, bu baklavayı yiyemezsin, en iyisi aynı paraya bana sat, her akşam altınını al!' diyerek onu kandırmış.

*****

Tıkandı Baba, her akşam bu minval üzere Ramazan boyunca 30 altına talim ederken, komşusu altınları götürmüş. Nihayet bayram gelince, Sultan Mahmud, yaşlı adamı huzuruna getirtmiş. Halini hatırını sorduktan sonra, baklavaların altındaki altınları alamadığını anlayınca şaşırmış. Bu yaşlı adama bir fırsat daha vermiş. 'Bu ihtiyarı hazine dairesine sokup eline de bir kürek verin, hazineye sadece bir defa daldırsın, küreğe ne kadar altın gelirse ona veriniz!' diye ferman etmiş.

*****

Tıkandı Baba, bu seferde heyecandan küreği ters tutmasın mı? Küreği daldırıp çıkarmasıyla birlikte, küreğin sırtında bir altın kalmış. Sultan Mahmud, hayretler içinde kalmış. Haline acıdığı için Tıkandı Baba`ya bir fırsat daha vermiş. 'Ü sküdar`a götürünüz, orada bulunun miri dükkânların başında durup, eline bir taş veriniz. Taşı fırlatıp atsın ve düştüğü yere kadar olan bütün dükkânları üzerine tapu edin!' diye ferman vermiş.

*****

Ü sküdar`a götürülen Tıkandı Baba, oradakilerin tesiri altında kalarak yerden koca bir taş alıvermiş. Yorgun ve bitkin halde, taşı kaldırıp tam atacakken başı üzerine düşürüp oracıkta vefat etmiş. Sultan bunu haber alınca üzülmüş, başını eğerek 'Vermeyince Mabud, neylesin Sultan Mahmud' demiş.

Bazı şeyler nasipse olur, kısmetse olur.

Sen olmaz dersin, olmazların gelir seni bulur.

'Nasip ise gelir Hint`ten Yemen`den, nasip değilse ne gelir elden?'

Eskiden Semerkant, bilim ve sanat merkezi olan bir Türk şehri idi. Semercilik sanatında çok ileri gitmişti. Kervancının birinin yolu, Semerkant`a düşmüş. Devesine acilen bir semer alması gerekiyormuş. Bunun için uygun bir yer sormuş. Adama, Semerkant`ın en ünlü semercisinin yerini tarif etmişler.

Kervancı, denilen yeri bulmuş. Semer almak istediğini söylemiş.

Çırak:

&mdash Efendim, demiş. Size verebileceğim bir semer yok. Fakat ustam namaz kılmaya gitti. Eğer beklerseniz yeni bir semer hazırlayabiliriz.

Kervancı, işinin çok acil olduğunu, hemen yola çıkması gerektiğini söylemiş. Mutlaka bir semer almalıyım diye de eklemiş. Tam çıkacakken, tavanda duran eski bir semere gözleri takılmış.

&mdash Evladım, demiş çırağa. Sana bir teklifim var. Şu tavanda asılı semeri yeni fiyatına alırım.

Çırak biraz düşündükten sonra bu alışverişten ustasının da memnun kalacağını düşünerek teklifi kabul etmiş.

Ustası namazdan geldiğinde sevinçle yaptığı ticareti anlatmış. Fakat beklediği cevabı almamış. Meğer usta kırk yıllık kazancını eski semer içinde saklıyormuş.

Çırak ustasından habersiz yaptığı işten pişman olmuş. Kervanı bulmak için yola koyulmuş. Güngörmüş ustası ise çırağa:

'Oğul boşuna arama Semerkant`ı Buhara`yı,

Nasip ise o semer elbet gelir bulur burayı' diyerek gitmemesini söylemiş. Fakat çırak ustayı dinlememiş. Aylarca o han senin, bu kervan benim arayıp durmuş. Fakat tekrar çaresiz ve eli boş bir vaziyette ustasının yanına dönmüş. Ustası ümitsiz geri dönen çırağın üzüntüsünü gidermek için,

'Nasip ise gelir Hint`ten Yemen`den, nasip değilse ne gelir elden?' demiş.

Aradan aylar geçmiş. Eski semeri alan kervancının yolu tekrar Semerkant`a düşmüş. Gelir gelmez de doğruca daha önce gittiği semerci dükkânına varmış. Çırak hemen tanımış bu adamı. Ustasına haber vermiş. Usta daha konuşmadan kervancı konuşmaya başlamış:

&mdash Delikanlı, ben senden bu eski semeri aldım ama acaba ustan razı oldu mu olmadı mı bilmiyorum.

Sonra ustaya dönerek:

&mdash Eğer isterseniz eski semeri alın, bana yenisini yapın.

Kervancının konuşmalarını hayretle dinleyen çırak, ustasının sözünü bir daha hatırlamış,

'Nasip ise gelir Hint`ten Yemen`den, nasip değilse ne gelir elden?'

Tabii ki kıssadaki usta gibi sabırlı olmak kolay değil. Kadere ve kaderinin getirdiklerine rıza göstermek her babayiğidin harcı değil.

Tabii ki burada ince bir çizgi var! Kadere rızadan kastımız tembellik değil, bilakis elinden geleni yaptıktan, çalışıp çabaladıktan sonra sabırla nasibini beklemektir.