Bildiğiniz gibi, 27 Aralık Mehmet Akif`in ölüm yıldönümüdür. Mehmet Akif, 27 Aralık 1936 tarihinde Beyoğlu`ndaki Mısır apartmanında kaldığı dairede hayatını kaybetti. Ertesi gün milli şairimizin Beyazıd Camisi`ndeki cenaze namazında onu seven binlerce Türk genci ve dostları vardı. Akif`in cenaze namazı için herhangi bir resmi bir tören hazırlanmamıştı. Cenazeye resmi kişilerden ve kuruluşlardan katılan hiçkimse olmadı.
Cenaze törenine katılan Midhat Cemal Kuntay ise Beyazıd meydanındaki dakikaları şöyle anlatıyor:
'Cenaze Beyazıd`dan kalkacak. Oraya gittim. Kimseler yok bir cenazenin geleceği belli değil. Çok sonra birkaçkişi göründü biraz sonra çıplak bir tabut geldi. Bir fukara cenazesi olmalı dedim. O anda Emin Efendi Lokantası`nın sahibi Mahir Usta, elinde bir bayrakla cenazeye koştu. Sebebini anlamadım. Yine o anda yüzlerce gençpeyda oldu. Ü niversitenin büyük sancağına çıplak tabutu sardılar. Ellerimi yüzüme kapadım. Cenazeyi tanımıştım.'
O tarihlerde Milli Türk Talebe Birliği mensubu olan Prof. Dr. Abdülkadir Karahan da cenazeye katılanlar arasındaydı ve bir konuşma yapmıştı. Akif`in Ebediyete Uğurlanışı ve Sonrası` başlıklı bir yazıda Karahan milli şairimizin cenaze töreni sonrasında yaşadıklarını şöyle anlatıyordu:
'Burada bir olaya daha değinmek isterim. Benim o eşi az bulunur Milli Marşımızın eli öpülecek şairimizin kabir başındaki hitabemi, takdir yerine adeta tekdirle karşılanmak istenmesini ben bugün bile bir muamma gibi çözemediğimi de işaret etmek isterim. Çünkü 3 gün sonra beni Yüksek Öğretmen Okulu`ndan Emniyet Müdürlüğü`ne istediler. Bir şube müdürü beni sorguya çekti. Ne sıfatla resmi makamların törene gerek görmediği bir şairin kabri başında konuşma yaptığımı sormuştu. Cevabım yaklaşık olarak şöyleydi: Ben herhangi bir şairin değil, Türk Bayrağı göndere çekilirken, yazdığı İstiklal Marşı ile göklere seslenen bir zatın kabri başında milletimizin duygusunu, saygısını dile getirdim. Beni buraya çağırmakla hata işlemiş bulunuyorsunuz.'
Dönemin yöneticileri her ne kadar Mehmet Akif e bir cenaze töreni hazırlamamış olsalar da sevenleri ve binlerce üniversite öğrencisi onu son yolculuğunda el üstünde Edirnekapı mezarlığına kadar taşıdı.
Bu yıl Cumhurbaşkanlığı vefa ödülünü Mehmet Akif Ersoy`a verilmişti. Bu anlamlı ödülü Cumhurbaşkanının elinden alan torunu Selma Ersoy Argon törende konuşma yapmıştı. Konuşmasının bir bölümünü önceki yazımda yazmıştım. Şimdi o günkü güzel konuşmasından bir pasaj sunuyorum: 'Ü lkemize karşı küresel saldırıların yoğunlaştığı bugünlerde birliğimizi korumalı, dirliğimizi sağlamalı, bir ve iri durmalıyız. Dedemin 'toplu vurdukça sineler, onu top sindiremez' mısraları bizi millet olarak 'bir ve diri' durmaya katkı sağlayacaktır.
Bugün, değerlerimize, milli birlik ve beraberliğimize sahip çıkarak geleceğin güçlü Türkiye`sini kültür ve sanatla, bilim ve teknoloji ile inşa etmeliyiz.
Bu konuda Dedem Akif, Peygamber Efendimizin güzide öğretmen sahabelerinden Asım bin Sabit`ten aldığı ilhamla, 'Asım' karakteri üzerinden 'rol model' ortaya koydu, gençlerimize yol haritası çizdi.
Zulme ve işgale karşı direnen, teslim olmayan, ilmi ve ahlakıyla örnek bir nesil yetiştirmek için canla başla çalıştı, didindi. Ye`se kapılmadı. Umudunu asla kaybetmedi. Biliyordu ki bu topraklarda daha nice Asım bin Sabitler, Sultan Fatihler gibi nice kahramanlar yetişecekti.
O nedenle şiirleri, insanımıza ve topluma yol gösteren, bizleri hakikat ışığında menzile taşıyan bir kılavuzdur. Bir başka ifadeyle o, ilmi, fikri ve düşünceleriyle, Batıya alternatif ürettiği, ihya ettiği felsefesiyle Büyük Cihan Devleti Türkiye`nin modernleşme projesidir.
Safahatı dikkatli okuduğumuzda, kavramlara, fikirlere yoğunlaştığımızda Dedem Akif`in medeniyet tasavvurunu görebiliriz.'