Memleket Hikâyeleri`nde anlatılan olaylar gerçek  ve  kişilerin çoğu da adeta canlıdır. En güzel, en canlısı da 'Şeftali Bahçeleri' hikayesi. Refik Halit Karay ın anlattığı olaylar, bütünüyle yaşadığı dönemin olaylarıdır. Ama günümüze hemen uyarlayabilecek kadar günceldir.
Hikâyenin yazıldığı tarih ve yer Feneryolu, 1919`.
Çanakkale Savaşı`nın ertesi.
I.Dünya Savaşı`nda yenik sayılıp, 1918`de Mondros Mütarekesi`ni imzalamışız, ordu ve donanma teslim alınmış, İstanbul işgal edilmiş.
İşte bu buhranlı dönemde, bütün bu duruma aldırmadan Anadolu`nun küçük bir kasabasında keyf çatan insanların hikayesi.
Gençlik yıllarımda okuduğum ve beni en çok etkileyen hikâyelerin başında gelir.
Hikâye`nin kahramanı Â gâh Bey!
Kahramanımız, mülkiyeden çıktıktan sonra Avrupa`ya kaçmış, fakat nüfuzlulardan birinin tavassutuyla İstanbul`a dönmüştü. Tam dört ay Zaptiye Nezareti tevkifhanesinde sebepsiz alıkonulduktan sonra, bu kasabaya yazı işleri müdürü (Kaymakam) olarak tayin edilir.
Refik Halit Karay`ın hikayesinin adını namı cihana yayılan 'şeftali bahçeleri' olarak şeçmesi boşuna değildir. Çünkü bu küçük Anadolu kasabasında, iklim çok yumuşak geçmekte, yaz günlerinde ise her yeri şeftali kokuları sarmaktadır. Akşam üzerleri, çoğu kasabaya yerleşmiş memurlar deniz kıyısına eğlenmeye giderler. İçkiler, türlü eğlenceler, yiyecekler, çalgılar bu akşamların vazgeçilmez alışkanlıkları olmuştur. Burası Anadolu nun Sadabadıdır adeta; Sazlar çalınır, gazeller okunur, her türlü keyif düşkünlüğü kol gezer. Bu kasabaya tayini çıkan memurlar buranın zevk ve sefasına alışmakta, buraya yerleşerek havuzlu, kameriyeli evler yaptırmaktadırlar. Devrin İstanbul da hoş görmediği eğlenceler, burada, rahatlıkla yapılmaktadır. Memurlar, resmi işleri tamamıyla boşlamıştır.
Yeni yazı işleri müdürü kahramanımız, kasabaya geldiği ilk gün dairede ikindi vakti kimsenin olmamasına çok şaşırır. Öğle vakti, dairedeki herkes şakalar yaparak şen şakrak sahile inmektedir. Agâh Bey bütün bunlara mana veremez ve çok kızar. Kafasında, kasabaya indiği gün ıslahat, teşkilât, imarat gibi idealist düşünceler doluydu (; ) Durmayacak, dinlenmeyecek, çalışacaktı.
Cüret lâzım diyordu!
Mutasarrıftan tutarak âmir ve memurların hepsini yola getireceğine emindi.
Memleketi kaplayan tembelliği, durgunluğu kafası almıyordu.
Kahramanımız, 'Hayır, kendisi büsbütün başka türlü bir memur, Avrupalı bir hükümet adamı olacaktı; Bu memuriyetle kendini göstermeye, bu köyü düzeltmeye karar vermiştir. Sürekli çalışacaktır. Fakat kasabadaki herkes aksine tembel, miskin ve eğlence düşkünüdür. Mutasarrıf ona ilk gün, rahatına bakmasını söylemiştir. Evkaf Memuru daha da ileri giderek, eğlenmesi için tüm imkânları önüne sürebileceğini ima etmiştir. Kaymakam Agâh Bey`e burada işlerin azlığından, kendini paralamasının lüzumsuzluğundan dem vuruyordu. Ama bahçelerin methü senasına aldırmayıp kasabada bilmediği sokaklarda gezerken, halk şaşkınlık içinde onu izliyor, onun şeftali bahçelerinde olmamasına bir anlam veremiyordu.
Bu vurdumduymaz erkâna daha haşin, ciddi ve azimli görünme kararı aldı. Terakkiden, medeniyetten söz açtıkça nutuklarını uyuşmuş halde dinliyor ve konuşmaları sinirli haline veriyorlardı.
Kahramanımız artık sıkıntıdan boğulmakta, dairede kimse olmadığı için çalışamamaktadır. Direnci günden güne azalır!
Bir gün, muhasebeci dayatır, illaki şeftali bahçelerine gelmesini ister bir kez olsun gelmekten bir şey çıkmayacağı, bu sefer de gelmezse artık kırılacakları` sözleri aleme dalma yolunda ilk adım olur. Bir defa gidip şu âlemi görmesi muvafık olurdu, belki de eğlenirdi, tabiatın güzelliğine bu kadar çekingen durmak saçmaydı.`
İkindi üzeri, bir merkebe binerler İğde, böğürtlen, şeftali ağaçları ile süslü, su sesleri içindeki bahçelere giderler. Sürekli yiyip içerler. Çok eğlenirler. Ertesi günü çok yorgun olduğu için Agâh Bey işe girmez. Fakat daha sonraki saatlerde yine şeftali bahçelerine gider, eğlenir, havuzda yüzer. Agâh Bey, artık tüm eğlencelere katılmaktadır. Diğer memurlar gibi o da bir merkep almıştır, sahile daha kolay inmek için. Agâh Bey artık hiççalışmak istememekte, eğlencelerden daireye gidecek vakit bulamaktadır. Kasabaya geldiği ilk günkü yalnızlığını, çalışma aşkını düşündükçe kendine gülmekte ve Toyluk işte. demektedir.
Günümüzde gerçek bir hikayeyi anlatacağım. Ağah Efendi, bir başka makamda karşımıza çıkar: Belediye başkanı olarak.
Öğrencilik yıllarında  ev arkadaşı olan arkadaşı anlattı hikayeyi. Bu belediye başkanımız,  öğrencilik yıllarında, gösterişe, şatafata, lükse son derece karşıymış. Öğrencilik bitince akademisyen arkadaşımız evlenmiş ve bu arkadaş evine ziyarete gelmiş. Eve girince hemen adımını geriye atarak, 'Ben bu eve girmem, bu ev Karun kokuyor.' demiş. 'Karun kokuyor' dediği ev gayet mütevazi üçbeş kanepeden oluşan bir evmiş. Akademisyen arkadaşımızda takdir ve saygı ile karşılamış bu tavrını.
Bu arkadaş, daha sonra belediye başkanı olmuş! Tabi ki altında son model cip... Sadece kendisinde olsa, karısına  da lüks spor bir araba almış. Evi ise tam bir malikâne ve son derece pahalı mobilyalar ile dolu...
Bizim akademisyen arkadaş, başkan olan arkadaşını ziyarete gider.
Başkan,  idealist ve devriş günlerindeki  'Karun gibi  eve girmem' diye tepki verip lükse, şatafata isyanını hatırlar!  Gülerek akademisyen arkadaşımıza  'Bizim dervişliğimiz, garibanlıktanmış' demektedir.