Meliha Yalçıntaş, Osmanlı’nın son döneminden Cumhuriyet’e uzanan köklü bir ailenin kızı olarak dünyaya geldi.
Babası Mehmet Üretmen, dönemin önde gelen tüccarlarındandı ve bu miras, Meliha Hanım’a hem kültürel derinlik hem de toplumsal sorumluluk bilinci aşıladı. Henüz ilkokul sıralarındayken defterine düşürdüğü o çarpıcı cümle, “Ben öldükten sonra bile yaşamak istiyorum”, onun hayatının pusulası oldu. Bu sadece fiziksel bir miras değil, manevi ve ahlaki bir iz bırakma arzusuydu.
Hukuk eğitimi almasına rağmen, yüreğindeki öğretme tutkusu ağır bastı. Öğretmenlik formasyonuyla kendini eğitime adadı. Bu karar, hayatının dönüm noktasıydı. 1986 yılında, 21 duyarlı hanım arkadaşıyla bir araya gelerek Şefkat Vakfı’nı kurdu. Vakfın temel hedefi, yetimlerin, öksüzlerin ve maddi imkânsızlıklar içindeki çocukların hayatlarına dokunmaktı. Ancak Meliha Hanım, bununla yetinmedi. Vakfın ardından 1991 yılında Şefkat Okulları’nı hayata geçirdi. Bu okullar, onun vizyonunun somutlaşmış haliydi: Hem Kur’an ve sünnet ışığında ahlaklı nesiller yetiştirmek, hem de bilim ve teknoloji ışığında çalışarak robotik kodlamadan uluslararası projelere kadar modern dünyaya entegre bireyler kazandırmak.
Meliha Yalçıntaş’ın eğitim anlayışı, “çift kanatlı” bir kuş metaforuyla şekillenmişti. Bir kanat, köklere bağlılığı temsil ediyordu. Öğrenciler, değerler eğitimiyle sağlam bir itikada sahip olurken, diğer kanat onları bilim ve teknolojinin zirvelerine taşıyordu. Türkiye’de proje tabanlı eğitimi ve zekâ oyunlarını müfredata sokan ilk okullardan biri olan Şefkat Okulları, yerli kaynak bulunamadığında Amerika’dan kitaplar getirterek özgün bir program oluşturdu. Öğrenciler, TÜBİTAK yarışmalarından uluslararası robotik turnuvalara kadar pek çok alanda teşvik edildi. Ancak Meliha Hanım’a göre, teknoloji ne kadar önemliyse, yabancı dil, sanat ve spor da o kadar elzemdi. Tiyatro, drama ve müzik atölyeleriyle öğrencilerin ruhunu besledi; sportif faaliyetlerle takım ruhunu aşıladı.
Onun liderlik tarzı, geleneksel patron tanımını alt üst ediyordu. Çalışanları için bir işveren değil, bir anneydi. Ev alan personeline borç verir, düğün masraflarını üstlenir, çocuk sahibi olanları tebrik eder, ancak geri ödeme konusunda sıkıştırmaz, müsait oldukça ödersiniz derdi. Çatalca’daki geleneksel Türk mimarisiyle inşa edilen konağı, çalışanları için bir aile sofrasıydı. Burada öğretmenlerle sohbet eder, fikirlerini dinler, onlarla birlikte yemek yer, kurum kültürünü samimiyetle yaşatırdı. Öğretmen alımlarında ise teknik beceriden öte, “vakıf ruhu” arardı. “Daha önce bir gönüllü kuruluşta çalıştınız mı?” sorusu, mülakatların vazgeçilmeziydi. Çünkü ona göre, Şefkat Okulları’nda çalışacak herkes, bu manevi misyonu yüreğinde taşımalıydı.
Toplumsal duyarlılığı, sınır tanımıyordu. Şehit ve gazi çocuklarının eğitim masraflarını üstlenir, yetimlerin psikolojik destek ihtiyaçlarını karşılar, kronik hastalıklı çocukların eğitimlerine ve tedavilerine katkı sunardı. “Kimisinin parası, kimisinin duası” sözünü düstur edinerek, herkesin elinden geleni yapmasını teşvik ederdi. Ancak tüm bu cömertliğin ardında, mütevazı bir yaşam tarzı vardı. Lüks arabalardan, gösterişli kıyafetlerden uzak durur; sade bir araba kullanır, sıradan bir vatandaş gibi yaşardı. Onun tek lüksü, okullarının başarısı ve öğrencilerinin mutluluğuydu.
28 Şubat’ın toplumu kasıp kavurduğu günlerde bile ilkelerinden taviz vermedi. Okullarının kuruluş misyonlarına uygun bir şekilde eğitime devam etmesi için direndi. “Maneviyatsız bilim, eksik kalır” diyerek, öğrencilerin hem laboratuvarlarda hem de mescitlerde yetişmesini sağladı. Bu dik duruş, kurumun toplum nezdindeki saygınlığını perçinledi.
Meliha Yalçıntaş’ın hayatı, Kanuni Sultan Süleyman’ın “Vakıfların bekasına özen gösterenin mükâfatı sayılamaz” sözünün yaşayan bir tezahürüydü. Osmanlı’nın vakıf medeniyetini Cumhuriyet’e taşıyarak, Şefkat Okulları’nı Türkiye’nin Oxford’u haline getirme hayaliyle yanıp tutuştu. Öğrencilerinin uluslararası arenada kazandığı başarılar, onun bu idealinin haklılığını kanıtlıyordu. Ancak belki de en büyük mirası, yetiştirdiği binlerce öğrencinin yüreğine işlediği Şefkat ve merhamet duygusuydu.
Bugün, Şefkat Vakfı’nın resmi sitesinde yazan “Bir damla şefkat bin sızıyı dindirir” sözü, Meliha Hanım’ın hayatını özetliyor. O, bir annenin sıcaklığını, bir öğretmenin bilgeliğini ve bir liderin kararlılığını aynı yürekte taşıdı. Geride bıraktığı eserler, yalnızca okul binaları veya burslar değil, topluma kazandırdığı erdemli nesillerdi. Meliha Yalçıntaş, “ölümden sonra yaşama” idealini, kurduğu bu köprüyle ebedîleştirdi. İnanan bir kalbin şefkati, bir kez daha tarihe not düşmüştü.
Meliha Yalçıntaş’ın tutuşturduğu eğitim meşalesi, zorluklar karşısında dimdik duran bir inancın ve kararlılığın sembolüdür. Bugün, Şefkat Vakfı ve Okulları, onun bıraktığı bu ışığı nesilden nesile taşıyor. İnsanlar elbette gelip geçicidir; ancak kurulan eserler, kök saldıkları topraklarda filizlenerek yaşamaya devam eder. Meliha Hanım’ın mirası da işte bu gerçeğin ta kendisidir: Bir insan ömrüyle sınırlı kalmayan, kurumların ruhuyla ebediyete uzanan bir hizmet aşkı.
Umalım ki bu meşale, asli misyonundan sapmadan, binlerce yüreği aydınlatmaya devam etsin. Çünkü gerçek başarı, insanın ardında bıraktığı eserlerin, onun adıyla değil, yaktığı ışıkla anılmasıdır…
Not: Meliha Yalçıntaş bugün aktif olarak işleyişe müdahale etmese de vakıf ile okullarının çalışmalarını gönülden takip etmeye devam ediyor. Kendisine sağlıklı, huzurlu ve uzun bir ömür diliyor; şefkat dolu mirasının nesiller boyu yaşamasını temenni ediyoruz.