90`lı yılların başında üniversite okumak için İstanbul`a gelmiştik. Küçük Anadolu şehirlerinden, kasabalarından gelmiş olsak da, İstanbul`a alışmakta zorlanmadık. Okul dışında nerelerde, nasıl zaman geçireceğimiz konusunda da kafamızda çok soru işareti yoktu.

Bu anlamda çok şanslı kabul edilebilecek bir kuşaktık. Çünkü Hilmi Oflaz`ın sofrasına oturmuş, sohbetinden istifade etmiştik. Necip Fazıl`ın metafizik oğlu Hilmi Amcanın sohbet halkasına girmiş, İLESAM ve Türk Ocağı`ndaki bitmez tükenmez tartışmaların gediklisi olmuştuk.

Sofranın lezzeti, muhabbetin tadı;

Divanyolu`ndaki Türk Ocağı bahçesinde yahut Sultanahmet`ten Beyazıt`a doğru yürüdüğünüzde sağınızda kalan Sinanpaşa Medresesinin avlusunda bir garip adamla karşılaşırdınız. Elindeki  siyah poşetlerle dolaşır, getirdiği domatesleri, biberleri, salatalıkları bazan yıkar, bazan olduğu gibi ikram eder, yanına eklediği peynir ve zeytinle mükellef bir kahvaltı sofrası kurardı.

O bizim Hilmi amcamızdı;

Hayat enerjisini paylaşmaktan alan bir bilge adamdı. Ü niversitede okuyan gençleri kenara çeker, kimseye göstermeden harçlık verirdi. Bundan daha önemlisi, gençlerle tek tek ilgilenir, onları bu sohbet meclisine kazandırırdı.

Hilmi Ağabey, hayatını 'ikbal, idbar, ikmal ve icmal' olarak dört evreye ayırarak anlatırdı. Ama ondan kalan en önemli hatıra hiçkuşkusuz Hilmi Oflaz Sofrası'ydı. Bereketli ve lezzetli sofradan karnını doyuranların sayısı hiçeksilmez, her defasında yeni ve çömez üyeler katılırdı.

Hilmi Oflaz, üstat Necip Fazıl ın arkadaşıydı. Sima olarak da ona benzerdi.

Mehmed Niyazi Ağabeyden, Ü stad Necip Fazıl`ın 'Fare tıkırtısından ürkecek kadar hassas, krallara diklenecek kadar gözü kara, aslanların önüne çıplak atlayacak kadar cesur, aziz dostum, işportacı Hilmi' diye tanıttığını pek çok kez dinlemişimdir.

Hilmi Amca`nın Hacı` oluşu da yine çok enteresandır.

Yine Mehmed Niyazi ağabeyden dinlemiştim, Niyazi beyin ağabeyi Ziya Özdemir hacca gideceği zaman helallik istemek için Hilmi Amca`ya gelir.

Ziya beyin hacca gideceğini duyan Hilmi amca hemen atılır: 'Ben de geliyorum.' der.

Parasız, pulsuz ve dahası pasaportsuz üçülke geçer Kâbe ye ulaşır ve hacı olarak döner.

Hilmi Oflaz ebedi aleme göçse de sofrası yaşatılmaya çalışılmaktadır. Arkadaşlarımız bu fakir sofrasını Süleymaniye`de bir kafede kuruyorlar.

Hilmi Amca`nın sofrası kadar mütevazı olmasa da peynir, zeytin, ekmek, domates biber ve çay ile kuruluyor. Her ne kadar yeni gelenlere karşı Hilmi amcanın gösterdiği ilgi ve şefkatle karşılaşmasanız da geleneği devam ettiren arkadaşlardan Allah razı olsun. Zaman buldukça ben de gidiyorum. Genellikle de Cafer Vayni dostumla beraber gidiyoruz. Her sofraya oturuşumda Hilmi amcanın sohbet halkasından eksilenler aklıma geliyor.

Başta bu sene kaybettiğimiz Mehmed Niyazi ağabey, Hüsamettin Arslan, Cemal Anadol, Nusret Özcan, Erol Olcak, Yargan Buyruk; Allah rahmet eylesin!

Bir de artık çeşitli sebeplerle gelmeyenler, gelmeyenler var ama Veysel Ağabey ve Fatma Ragibe Kanıkuru abla her gittiğimde oradalar. Mümtaz Bey ve Yurdakul ağabey de öyle; Murat Filinta her zaman olmasa da sofranın katılımcıları arasında sayılabilir. Başta Yusuf Özaslan, Mustafa Kutlu, Osman Akkuşak, İsrafil K. Kumbasar artık  gelmiyorlar...

Geçen Cuma günü Divanyolu Caddesinin arka sokağında Yusuf Özaslan`la karşılaşıp sohbet ettik. Yusuf ağabey, bir kış günü Mehmed Niyazi ağabeyin, Oktay Sinanoğlu`nu Kızlarağası Medresesi Yazalar Birliği`ne getirip bizimle tanıştırdığı günü anlattı.

O zaman Mükremin Atmaca ilgileniyordu Kızlarağası Medresesiyle. Mükremin bey ortaya kocaman bir soba kurmuştu. Biz sobanın etrafında halka olur, sohbete öyle devam ederdik.

Niyazi Ağabey, başarı hikayesini ve Amerika`yı anlatmak için sözü Oktay Sinanoğlu`na verdi. Oktay Sinanoğlu güzel güzel anlatırken arkadaşlardan biri lafını kesip başladı bize Amerika`yı anlatmaya; Tabi ki, Oktay Sinanoğlu kalkıp gitti.

Bu hadiseyi anlattığında Yusuf Ağabey e, 'Sen şimdi Aziz Sancar`ı getirip Hilmi Oflaz Sofrası`na götürsen, o arkadaş Aziz Sancar`ın lafını kesip, bize Amerika ve Nobeli anlatır' dedim, gülüştük.