Sırlı Süleyman Efendi günün Ağustos sıcağının nisbeten azalarak gölgelerin uzamaya başladığı bir vaktinde yeğeni Ahmet Selim’i her zaman olduğu gibi Başakşehir Hoca Ahmet Yesevî parkına götürdü…

Ahmet Selim parkta bir yandan oyun oynayıp diğer yandan da yeni arkadaşlıklar kurarken Sırlı, hemen her park serencamında olduğu gibi kitapların hoş kokulu satır aralıklarına daldı… Nitekim o bir kelime işçisiydi ve dahi gündeminde mühim bir kitap vardı. Ahıska Yayınevi’nden kendisinden istirham edilen Mevlana Eş-Şeyh Mahmûd en-Nakşibendî el-Müceddidî el-Halidî el-Ûfî’’nin Rabıta ve Zikir Sohbetleri serlevhalı kitabının redaksiyonunu yapmaya koyuldu. Her daim evvela kendi nefsine vaaz eden merhum Mahmud Efendi okuyucularına şu cümlelerle sesleniyordu:  “Bütün hallerde ayağını emir ve yasak seccadesi üzerine koyasın. Ciddi işlere girip Rasulullah (sav) Efendimizin sünneti ile amel edesin. Kolaylık taşıyan ruhsat yollarından ve bid’at işlerden uzak durasın.”

Derken, Sırlı Süleyman Efendi’nin kitapla ünsiyetini bir mûsiki nağmesi kesti!

Ey garip gönüllüm dertli yoldaşım
Niye belli değil, baharın kışın
Var mıdır sormazlar ekmeğin aşın
Zengin isen ya bey derler ya paşa
Fıkara isen ya abdal derler, ya cingan haşa... 

(…)

Parkın etrafını çevreleyen masalarda oturan aileleri ziyaret ederek söylediği türküler ve çaldığı melodiler ile bahşiş bekleyen zat yanına geldi. Muhatabı hiç vakit kaybetmeden “Demek ki senin için, aşk değil yalan idim/Acırım heder olan o en güzel yıllara” şeklindeki şarkı sözlerini terennüm ederek söze koyuldu: “Bende bir kız, bir de oğlan çocuğu var, oğlan henüz bebek, bir güzellik yap da seni hayırla yâd edeyim abi.” Sırlı, cebinde ne kadar para varsa muhatabına takdim etti. Bu ihsandan ziyadesiyle memnun kalan 40 yaşlarındaki zat, Sırlı’nın masasına oturur oturmaz hasbıhal de kendiliğinden başladı! 

Emrivaki sadedinden sohbet ettiği müzisyenin adı Ertan’dı… Okuma-yazma bilmeyen, ceddi Uzunköprü’de bulunan Ertan, ülkemizdeki binlerce Roman vatandaşı gibi hayatını sazın tellerine dokunarak kazanıyor… Gaziosmanpaşa’da Roman vatandaşlarımızın ikamet ettiği Sarıgöl’de yaşayan ve İstanbul’un tüm semtlerini dolaşarak nasibini arayan Ertan 10 yaşlarından beri müziğin içindeymiş. Kendi ifadesiyle “piyasa”, Türk sanat müziği ve klasik müzik icra eden Ertan, yolundan gittiği babası gibi nota bilgisi olmaksızın kulak dolgunluğuyla zanaatını konuşturuyor! Saz başta olmak üzere eline geçirdiği tüm enstrümanlardan “ses” almayı da ilk çocukluk yıllarında pederinden öğretmiş… Merhum dedesi Uzunköprü ve köylerinde yıllarca saz ve söz tarikiyle ailesinin geçimlerini temin etme gayreti içinde bulunurken 1970li yılların başında çoluk çocuğunu taşı toprağı altın İstanbul’a getirmiş.

(…)

Uzunköprülü Ertan, gözü gibi baktığı mandoliniyle genelde hep hasret ve ayrılık şarkıları çalıyor.

Muhatabımız genelde Gaziosmanpaşa Sarıgöl’de müzisyenler kahvehanesinde rızkını beklediğini söylüyor. Onun gibi onlarca müzisyen, ekmek parasını bu minval üzere kazanıyormuş. Düğün, dernek, kına gecesi ve asker uğurlaması gibi cemiyetlere katılarak çalıp söylediğini belirten Ertan, iş olmadığı zamanlarda da uzun yıllar babasıyla birlikte yaptığı gibi parklarda, sokaklarda dolaşarak rast geldiği insanlara türküler söyleyerek, onların şarkı-türkü isteklerini çalarak geçimini temin ediyormuş. 

Hemen herkesin bir derdi var… Onun ki de geçim derdi… Söz şimdi Ertan’da: “Hayat pahalı, beş lira ile, on lira ile ne olacak! Geçim, yıldan yıla zorlaşıyor. Çocuklar daha küçük… 81 yaşındaki annem ameliyat oldu. Onun derdi ile dertlenmek, hastalığına çare olmak lazım, çok dolaşmak, sesimizi herkese duyurmak lazım…”

Ertan’ın diğer bir derdi de evlerinin yakın zaman içerisinde yıkılacak olmasıyla alakalı… Roman vatandaşlarımız ileri görüşlü olmalı ki ne hikmetse hemen her yerde oturdukları araziler kıymete biniyor ve kentsel dönüşüme kurban ediliyor… Hatırlayın! Göçebe yaşam tarzlarından ilham alınarak (!) Sulukule’deki Roman vatandaşları Arnavutköy’e sürülüp birkaç nesildir üzerinde oturdukları gecekondu arazilerinin üzerine villa kondular inşa edilmemiş miydi?

Roman vatandaşlarımız, mülkiyet haklarının ihlâl edildiği gerekçesiyle açtıkları üç ayrı davayı da kazanmıştı. Dahilisurda; SİT alanı üzerine, Koruma Bölge Kurulu kararına aykırı olarak inşa edildiği tesbit edilen Sulukule evlerinin inşasıyla mahalle şenlendi! Bin türlü şenlenemeyen Romanlar ise bölgeden çok uzaklara, Taşoluk’a gönderildi!

Sulukule’nin ardından Gaziosmanpaşa Sarıgöl’de oturan Romanların başına da aynı akıbet kuşu kondu! Kentsel dönüşüm Sarıgöl’den başladı… Evler birer birer yıkıldı… Musikişinas Ertan, yıkımın kendi evlerine gelmesini endişe ve panik içinde bekliyor… 

Romanlar, doğup büyüdükleri, çocukluklarını geçirdikleri, sağlam dostluklar ve komşuluk münasebetleri kurdukları mahallelerden birer birer uzaklaştırılırken Sarıgöl’ün çevresi ise değişiyor, gelişiyor!

Romanlar vakt-i merhununda Sarıgöl’ün karşı tepesine İstanbul’un en büyük eğlence merkezi Vialand’ın inşa edileceğini bilerek, evlerinin üzerine teleferik ağı kurulması projesinden haberdar olsalardı, safları sıklaştırarak, mahallelerini daha iyi bir şekilde koruyabilirlerdi, ama nafile!

Ertan, kentsel dönüşümü konuştuğumuz esnada müsaade isteyerek “Eyvallah abi” dedi ve parkta ziyaret etmediği masalara doğru, “Bir bahar akşamı rastladım size sevinçli bir telaş içindeydiniz/Derinden bakınca gözlerinize neden başınızı öne eğdiniz” hüzzam şarkısını söyleyerek yol aldı… 

Hakikate beş dakikalık aranın ardından Sırlı kitapta kaldığı yere döndü. Her vesileyle dünyanın süsüne aldanılmamasını öğütleyen ve fırsat eldeyken hayra, hasenata, ibadete ve zikre koşulmasını tavsiye eden Mahmud Hocaefendi bu kez şöyle sesleniyordu: “Adam olacak bir dakikada olur, olmayacak olmaz.  Sofu sakalını tarayana kadar, derviş Allah’a ulaşır…”

Mandolinci Ertan, Sarıgöl’deki evler gibi cemiyetin içerisinde gözlerden nihan olup giderken Neşet Ertaş’ın âvâzına kaldığı yerden devam ediyordu!

Garibim engin ol, uyma cahile 
Şeytanın kazancı nafile hile 
Sana ad takarlar üzülme bile 
Zengin isen ya bey derler ya paşa 
Fıkara isen ya abdal derler, ya cingan haşa…

İbrahim Ethem Gören-09.08.2024/Yazı No: 605