Fahr-i Müdebbir unvanlı Babür Hanedanı devri tarihçisi Muhammed bin Mansur bin Saî at bahsinde şöyle der:
At dorudur, diğerleri renktir
Ok akkavaktır, diğerleri çöptür
Şehir Rûm’dur, diğerleri köydür
Binici Türk’tür, diğerleri yüktür
Tarihimizdeki müstesna güzellerden biri de hiç şüphesiz attır… Merhum Saî, yukarıdaki manzumda atın hasının doru renk olduğunu, en iyi okun akkavaktan yapıldığını, müstesna şehirleri Rumların kurduğunu ve binicilikte Türklerin mahir olduğunun altını çizer.
At, güzel hayvan, sadık refik, uysal dost... Atlar eskimez zamanlardan beri hep sevilmiş, itibar görmüş. Atasözlerine konu olmuş. Atlar üzerine kitaplar, romanlar yazılmış, türküler söylenmiş.
Ecdadımızın at macerası bir kitabı değil; belki bir kütüphaneyi doldurabilecek çapta geniş ve uzundur. Bu hususta en basitinden, “İslâm Tarihinde At”, “Türk Tarihinde At”, “Türk Edebiyatında At”, “Türk Folklorunda At” gibi başlıklar altında çok geniş çalışmalar yapmak mümkündür.
Bir zamanlar çevrenizde atlara merakı olan, at yetiştiren, atlara binen birileri mutlaka olmuştur, köy yerlerinde yetişenlerin ise atlara âşinalığı daha fazladır. “Eskiden atalarımız at sırtında doğup çadırda vefat ederdi” cümlesi beylik bir kelâmdır. Bu kelâma, bizim de küçük bir katkımız olsun: Şimdiki zamanda insanlarımız ameliyathanede doğup trafik kazasında vefât ediyor!
Türklerin tarih sahnesine çıkışı atla birlikte olmuştur. Çin tarihi kaynaklarındaki en eski belgelerde Türk atlarının Çinlilerin dikkatlerini çektiği görülmektedir. Ünlü “kan terleyen atlar”, bu kaynakların tarif ettiği Türk atlarıdır.
Dikkat çeken sadece atları olmamıştır; Türklerin binicilikteki maharetleri de göz ardı edilmemelidir.
Yine Çin kaynaklarında Türklerin at sırtında hareket halinde iken geriye doğru isabetli ok atışı yapabildikleri belirtilmiştir.
Türkler, binicilikteki bu maharet ve üstünlüklerini sonraki asırlarda da devam ettirmiştir. Ecdadımızın ata bağlılıkları Müslüman olduktan sonra da kuvvetlenerek devam etmiş, İslâm âleminde “ferâset”le meşhur olmuşlardır.
İslâm müelliflerince Türk Hakanı “Melikü’d-devâbb” (binitlerin meliki) olarak tavsif edilmiştir. Selçuklu ve Osmanlı devirleri de atla yaşadığımız tarihî maceranın muhteşem levhalarıyla doludur. Kısaca diyebiliriz ki: Bütün destanlarımızda ve fetihlerimizde at, yiğitle birlikte başroldedir, gazâda gazilerin ortağıdır.
Fakat günümüz Türkiye’sinde atların hali içler acısıdır. Atlar önce medeniyetimizi, sonra da köylerimizi terk ederek uzak diyarlara gitmiştir.
Türkiye atların sevildiği, binildiği bir ülke iken maalesef kesildiği bir memleket olarak literatüre geçmiştir… Bir zaman, at dostu arkadaşım Sırlı Süleyman Efendi’ye Türkiye’deki atların sayısını sorduğumda aldığım cevapla irkilmiştim: “Türkiye atçılık macerasında sona gelmiş gibidir. Yakın zamandaki araştırmalara göre Türkiye’de safkanlar dâhil 360 bin civarında at olduğu tahmin edilmektedir. Bu rakam Almanya’da 10 küsur sene evvel 2 milyon civarında idi.”
Bu misaller atçılığımızın bugünkü halini ifade için zannederim kifâyet eder. Meşhûr hikâyede anlatıldığı gibi: “İyi insanlar, iyi atlara binip gittiler.”
Medeniyetin kadife görünüşlü süngerleri tarihimize, medeniyetimize ait pek çok değeri gözlerimizin önünden sildi. Milletimizin tarih boyunca gönül bağladığı pek çok güzel vardı. Atlar da bu müstesna güzellerdendi. Az önce de arz ettiğim üzere maalesef bu güzel hayvanlar önce köyleri ve şehirleri, ardından da medeniyetimizi terk etti. Günümüzde bu güzeller, hipodrom haralarında mahpus tutuluyor, üzerlerine bahis oynanıyor.
Atları sevmemiz için pek çok neden var. Bu meyanda söz şimdi Kırım hükümdarı Gazi Giray Han’da:
“Severiz esb-i hünermend-i sabâ-reftârı
Bir perî şekl sanem, bir gözü âhû yerine”
Gazi Giray Han, edebiyat ve sanat dostlarının hafızalarında mukayyet olan bu beyitte, milletimizin atlara olan sevgisini “Ahu gözlü, perî şekilli bir güzel yerine, hünerli ve sabâ rüzgârı gibi giden atı severiz” diyerek, müşahhas bir şekilde ortaya koymuştur.
Türk tarihi üzerine okuma yapanlar Oğuz Türklerinin at eti yemediklerini bilir. Mezkûr sohbette Sırlı Süleyman Efendi Oğuz Türklerinin at eti yememelerinin sebebini şu çarpıcı cümlelerle ifade etmişti:
“Oğuz Türklerinin niçin at eti yemedikleri sualine kat’î bir cevap vermek oldukça zordur. Mesela kıymetli tarihçilerimizden Prof. Dr. Faruk Sümer (aynı zamanda atçılık tarihi mütehassısıdır) Oğuzlar isimli ünlü eserinde bunu Oğuzların Hanefî mezhebine mensup olmalarına, dolayısıyla at eti yemenin Hanefî mezhebinde “kerih” görülmesine bağlamaktadır. Şahsen, bu fikre pek iştirak edemiyorum, çünkü at eti yiyen diğer boylar yani Kazaklar, Kırgızlar, Özbekler ve Tatarlar da -bunları Kıpçak Türkleri başlığı altında toplayabiliriz- Hanefî mezhebine mensupturlar.
Ancak, Türk kültürü ile alakalı bir dergide neşredilen röportajda sorulan “Türkmenler neden at eti yemiyor?” sualine bir Türkmen’in verdiği cevabı size de nakletmek isterim: “İnsan öz kardaşını yer mi?”
Evvela asalet, sonra cesaret!
Edebiyatımızda ve kültürümüzde köklü yeri olan bu hisli ve asil hayvan dünyadaki birçok at ırkına asaleti sebebiyle babalık yapmıştır. Araplar atta iki hususiyete çok önem vermişlerdir: Evvela asalet, sonra cesaret. İnsanlara tatbik ettikleri ilm-i nesebi adeta atlara da tatbik etmişler bu sayede soyu asırlarca takip edilen asil “Arap atı” vücuda gelmiştir.
Öyle ki Arap kabileleri atlarının soylarını Peygamber Efendimizin (sav) atlarına kadar dayandırmaktadırlar.
Yazımızı, El-Ahsan ismiyle müsemma safkanın şecerenamesiyle nihayete erdirelim:
“Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla,
Hamd, Âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur. İyi akıbet, takvalı olanlar içindir. Zalimlerden başkasına düşmanlık olunmaz, salât ve selâm, Allah’ın yarattıklarının en hayırlısı olan Hz. Muhammed’in ve onun ehl-i beytinin ve ashabının üzerine olsun. Hayvan cinsinin en hayırlısı, akıl sahibi olanı insandan sonra attır. Allah’ü Teâlâ atı rüzgârdan yarattı ve ona hamd ve tesbihini ilham etti. Allah’u Teâlâ atı, Âdem Aleyhisselâm’dan iki yahut üç gün önce yarattı. Erkeğini, dişisinden önce yarattı. Atın fazileti hakkında açık ayet-i kerimeler, sarih hadis-i şerifler vardır. Âdiyat Suresi, atların fazileti hakkında nazil olmuştur.
Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur.
“Hayır, kıyamete kadar, atın perçemine bağlıdır” ve
“Ata yapılan nafaka ve masraf, sadaka yerine geçer.” Ve
“Atın sırtı izzet, karnı ise hazinedir.”
Bil ki, El Ahsan ismini taşıyan tay, iki yaşını bitirip, üçüncüye girmiştir. Bu tayın babasının adı “Übbeyan Essuhayla”dır. Annesinin ismi ise “Seklaviye Elharak El Cedraniye”dir. Büyükannesnin ismi ise Necmetüs Subh’tur.
Dört ayağı beyazdır. Şammar Aşireti’nin atlarındandır. Bu tayın bu vasıflara sahip olduğunu bize Zeyd bin Amr, Abdul Muhsin ve oğlu Mizar bildirdiler ve şöyle dediler: Allah şahittir ki, bunda şek ve şüphe yoktur. Biz de bunların bu şahadeti üzerine bu belgeyi mühürledik. Tarih: 1351 Şiyâle Aşireti’nin Reisi Mustafa Salih ve Mustafa El Halefi Hamd Aşireti’nin reisi Ömer bin Hüseyin.”
İbrahim Ethem Gören/27.08.2024 Yazı No: 609