Ah, günebakan! Ağustos ayı ile birlikte ışıltısı zirvelere ulaşan, parlak diyarların yorgun aşığı.
Ayçiçeği, günebakan çiçeği, aydın çiçeği, çiğdem, devranber, devriamber, günâşık, güneâşık, günçiçeği, gündöndü, güntabak, günetapan, simişka, şakkalgan, şemşamer, vardıyan, aydede gibi onun üzerinde ada sahip, hayret uyandıracak kadar arkeolojik geçmişe sahip zengin bir çiçektir. Çeşitli rivayetler, mitolojik hikâyelerin de kahramanıdır.
Arkeologlar, enerji yönünden zengin olan bu sarı cazibenin ilk olarak Meksika’da yaşayan yerliler tarafından dört bin yıl önce yetiştirilip, ehlileştirilen ilk bitkilerden biri olduğunu düşünüyorlar.
Aztek toplumu için ayçiçeği, yalnızca zengin bir besin kaynağı değil, aynı zamanda derinlemesine bağlı kaldıkları inançlarının sembolüydü. Ayçiçeğinin törenlerde Güneş Tanrısı Huitzilopochtli’ye adak olarak sunulurdu. Ayçiçeğinin güneşe benzerliği ve başını, görünüşe göre sihirli bir şekilde, güneşin gün boyunca süren hareketini izleyerek çevirmesi, güneşe tapan bu kültürün dikkatini çekmiştir.
Azteklerden geldiği düşünülen Meksikalı bir grup yerli Otomi halkı, ayçiçeğini hâlâ “güneşe bakan büyük çiçek” anlamına gelen da nukha diye adlandırırken, bugün kiliselerini bu sembolik çiçek ile süslemeye devam ederler.
İspanyollar, ayçiçeğini 16. Yüzyılda Avrupa’ya götürürler. Sonraki yıllarda Avrupa’da yüksek sosyetede popüler bir süs bitkisine dönüşür. 1700’lü yıllarda ise Avrupa’da tercih edilen bir yağ bitkisi olur. 1800’lü yıllarda Rusya’ya ulaşan günebakan çiçekleri Rus Ortodoks Kilisesinin, kutsal günlerde yenmesini yasakladığı yağlı yiyeceklerin listesinde yer almaması nedeniyle hemen benimsenir. Ruslar “semeçki” adını verdiği çekirdeği milli çerez olarak kabul eder. Çeboksarı’da, Çekirdek Çitleten Babuşka heykeli bulunur. “Çekirdek çitleme” 1917 Ekim Devrimi ile Rusya’ya yayılarak Ruslar için bir köy eğlencesi olur. Dönemin tanıkları Petrograd’da insanların mitinglerde kitle halinde çekirdek çitleyip konuşmacıları dinlediklerini anlatırlar.
Ülkemize 1. Dünya Savaşı’ndan sonra Romanya ve Bulgaristan’dan gelen göçmenler tarafından getirilen ayçiçeği Ege, Trakya-Marmara bölgelerinin en çok yetiştirilen bitkisi olurken, yağlık ve çerezlik olarak iki tip olarak yetiştirilir. Bahçelerde süs bitkisi ve kesme çiçek olarak değerlendirilen tipleri de mevcuttur.
Vincent van Gogh, kardeşine yazdığı bir mektupta, “Biliyorsun şakayık çiçeği Jeannine’nindir, hatmi çiçeği Quost’a aittir, ayçiçeği de galiba biraz benim” der. Sarı Evinde kurduğu stüdyoda yaptığı ayçiçeklerine ilişkin kardeşi Theo’ya mektubunda şöyle yazar:
“Çok sıkı çalışıyorum, bir Marsilyalının balık çorbası içerken gösterdiği hevesle resim yapıyorum; çok büyük ayçiçeklerinin yağlı boya resmini yaptığımı öğrendiğinde bu hevesime şaşmazsın herhalde. Üstünde çalıştığım üç tuval var elimde. Birincisi, açık renk bir geri plan üstüne, yeşil bir vazoda üç çok kocaman çiçek, 15 numara bir tuval. İkincisi, biri tohuma kaçmış, taç yapraklarını dökmüş, biri tomurcuk halinde üç çiçek, geri plan koyu mavi, tuval 25 numara. Üçüncüsü, sarı bir vazoda bir düzine çiçek ve tomurcuk (30 numara tuval). Sonuncusu açık renk üstüne açık renk, umarım en güzeli olacak. Bu konuyu bu kadarla bırakmayacağım herhalde. Artık Gauguin ile birlikte kendi atölyemizde oturmayı kuruyorum ya, stüdyo için dekorasyon hazırlamak istiyorum. Hep kocaman kocaman ayçiçekleriyle… Hani, senin dükkânın bitişiğindeki lokantada çok güzel süs çiçekleri vardı ya, orada, pencerenin içinde duran ayçiçeği hep aklımda.
Bu fikri gerçekleştirirsem on iki ayrı tablo olacak; hepsi birden, sarı ve mavi üstüne bir senfoni oluşturacaklar. Her sabah şafakla birlikte bunun üstünde çalışmaya başlıyorum, çünkü çiçekler çok çabuk soluyor ve her tabloyu bir oturuşta bitirmek gerek.”
Vincent van Gogh için ayçiçeği, yaşama bağlanması için bir umuttu belki de mutluluğun simgesiydi. Beş farklı sarı renk tonunda çiçeği tuvale yansıtırken, hayatın farklı evrelerine dikkat çeker. Bir tomurcuklanmadan çiçek açıp, yaprak dökmesi, gün gelip çürümelerine kadar âdeta insan hayatının doğumdan ölüme kadar olan akışını, yolculuğunu kişileştirip anlatır.
Ağustos ayına girerken, şafak vakti ile birlikte yeni güne, güneşe yönümüzü dönüp, şükrederek nimetleri ziyadeleştirelim. Küçülerek batan güneşi hamd ile uğurlayalım. Çok konuşulan, sarı güzelliğin, boyları, sarı tonları, büyüklükleri farklı olsa da o bir ayçiçeği, özü yağı bir, faydası bir. Biz insanlar yaşayış, düşünce, görünüm olarak farklılıklara sahip olsak da, farklılıklar zenginliğimiz. Özünde yok birbirimizden farkımız, topraktan geldik, toprağa gidene dek birbirimizin ay yüzüne hoşgörü ile bakalım, güneş gibi ısıtalım buz kesmiş yüreklerimizi.