Durali Yılmaz, Dinmeyecek Bir Sızıdır Yüreğimde;

 

Durali Yılmaz`ın Donuklar kitabı hakkında yazılanları özetlediğim 'Diktatörlüğü Deşifre Eden Roman' başlıklı yazım okuyucular ve dostlarımız tarafından çok ilgi ile okundu ve yoğun değerlendirmelere mazhar oldu. Sevgili Kamelya Erpek`in 'Nietzsche ve George Orwell karışımı sanki' şeklindeki yorumu gerçekten de çok isabetli. Orwell`in, 1948 yılında yazdığı 1984 isimli romanı da Sovyetlerdeki Stalin dönemi diktatörlüğüne vurgu yapar.

 

Yine birçok okur Donuklar romanından yazım üzerine haberdar oldu. Kültür Ü niversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Ü yesi Dr. Cüneyt Bellican dostumuza da kitabı bizzat ben hediye edeceğimi söyledim.

 

Bütün bunları Durali Yılmaz ve eserleri konusunda iyi ve doğru yolda olduğuma yorumluyorum.

 

Durali Yılmaz ismini biliyordum. Ordu`da iken rahmetli Sıtkı Çebi ve Cavit Kalpaklıoğlu ağabeylerimizden duymuştum. Ordu`nun Perşembe ilçesi Saray köyünden edebiyat profesörü meşhur Mehmet Cavuşoğlu`nun eniştesi idi. Yani Fatma Gürbüz Ablanın eşi idi. Dolayısıyla Gürbüz Abla ile ondan daha önce karşılaştım.

 

Durali hocayı ilk defa 1994 yılında, Mehmet Varış`ın Cağaloğlu`ndaki Kitapevi`nde tanıdım. Ü zerinde beyaz kaban vardı. Hemen kaynaştık. Fotoğraflar çektim o güne dair. Durali Hoca o zamanlar Muğla Ü niversitesi Edebiyat Fakültesi`nin kurucu dekanı idi. Beni de daha sonra Muğla`ya çok almak istedi ama şimdiki gibi cep telefonları olmadığından beni tanıyanlar, Bilecik`te üniversitede olduğumu söylemiş o da vaz geçmiş. Hâlbuki ben Bilecik`te öğretmendim.

 

Tanıdığım tarihten bu yana her daim yanımızda oldu. Mütevazı, alçak gönüllü, gençleri seven ve önemseyen, onların iş ve işlemlerde öne geçmesinden mutlu olan ve teşvik eden bir kişiliği vardı. İhtirasları, öfkeleri ve kıskançlıkları olmayan bir kişilik.

 

      Sonra kitaplarını okudum tek tek: Romanımız ve İnsanımız, Roman Kavramı ve Türk Romanının Doğuşu ile Roman Sanatı ve Toplum  isimli deneme ve incelemeleri Söylenmeyen, Gel İçimde Ağla, Akrebin Dansı, Dansedebilmek ve Tutunma hikâye kitapları Siyah Perdeli Evler, Savaş Günlüğü, Ankara da Ölüm, Ayasofya, Fetva Yokuşu, Çilekeş Müslümanlar, Ölmeden Ölenler, Gerçek Örneğimiz Efendimiz, Yesevî Irmakları ve Donuklar romanları ile diğer eserleri; Bir edebiyat profesörü olarak, Ahmet Hamdi Tanpınar`dan sonra edebiyatçı yönü öne çıkan isimlerin başında idi.

 

      Durali Yılmaz`ın eserleri okurun duygu ve düşüncelerini harekete geçiren eserlerdir. Konu ve düşünce dağınıklığına yer yoktur. Anlatım akıcı, Türkçe çok düzgün ve layıkıyla kullanılmıştır. Türkçenin güzel kullanımı çoğu yerde şiir gibi metinle ya da zihnimize bir ressamın güzel bir resmini nakışla çıkar.

 

      Ahmet Yesevi romanından bir paragraf alalım: 'Kelimeler, ah kelimeler; Onlardır manaları derleyip önümüze koyan. Onlardır bizi düşüren gerçeğin ortasına. Onlardır bizi o hayattan bu hayata, o dünyadan bu dünyaya getirip götüren. Dümenimizdir bizim kelimeler oradan oraya sürüklenir dururuz kâh dümenle, kâh dümensiz. Dümensiz gemiye nasıl yol verir denizler? Denizler mürekkep, ağaçlar kalem olsa tükenmez Rabbimin kelimeleri, buyrulmuştur. Ama bir tek Kur`an yetmiştir bu dünyaya başlangıçtan sonuca. Fakat onu şerh etmeye yetmez bu dünyanın bütün kelimeleri'

 

      Seyh Bedrettin romanında bir âlimin yargılanması çok iyi işlenmiş. Hüzünlü,duygulu, dramatik, heyecanlı ve bir film izliyoruz gibi izlenimler oluşuyor zihnimizde okurken. Şeyh Bedrettin`in yargılama sırasındaki savunmaları ve suçlamalar o denli ustaca ifade edilmiş ki, okurun kılcal damarlarındaki alyuvarlar harekete geçiyor adeta.

 

      Durali Yılmaz`ın eserlerinde İstanbul ve Anadolu coğrafyası yer almaktadır. Bu topraklardan hareket edilerek te evrensel olunabileceği iddiası taşımaktadır. Bu nedenle özenti, yaranma veya taklit gibi unsurları bulamayız onda. 

 

      Fetva Yokuşu`nda bir mermeri konuşturarak Yeniiçeriliği ve bir devri anlatır. İvo Andriç`in dünya çapındaki eseri Drina Köprüsü ile Durali Yılmaz`ın Fetva Yokuşu`nu karşılaştırmalı ve ayrıntılı bir biçimde inceleyen M. Onur Hasdedeoğlu 'Mimari eserler insanlığın hizmetine sunulduğu günden başlayarak var oldukları süre boyunca asırlara tanıklık ederler. Kimi zaman bu eserler yazarlar vasıtasıyla dile gelerek asırlar boyunca şahit oldukları olayları insanoğluna anlatırlar. İvo Andriç, dünyaca ünlü Drina Köprüsü romanının merkezine Sokollu Mehmet Paşa tarafından Doğu ile Batı`yı birleştirmek için Drina Nehri üzerinde yaptırılan köprüyü alarak köprünün tanıklık ettiği üçbuçuk asırlık dönemi işler. Durali Yılmaz ise Fetva Yokuşu romanında, burada alınan kararlar ile dünya tarihinin şekillenmesinde asırlar boyu pay sahibi olan bir semtin öyküsünü, Yeniçerilerin idamında kullanılmak üzere yaptırılmış olan Cellât Taşı`nın dilinden okurlara aktarır. Adı geçen her iki roman arasında kurgu, yapı ve tema bakımından önemli benzerlikler mevcuttur. Bu çalışmada Drina Köprüsü ve Fetva Yokuşu romanları karşılaştırmalı biçimde incelenerek iki roman arasındaki benzer unsurlar ortaya konmuştur. Böylelikle iki coğrafyada yüzyıllar içerisinde yaşanan siyasal ve toplumsal değişim süreci karşılaştırmalı biçimde analiz edilmiştir.' diyerek bir bakıma Durali Yılmaz`ın da eserinin önemini vurgulamıştır.

 

      Ayasofya romanında da kahraman Ayasofya Camiidir. İstanbul`un ve çevresinin iki bin yıllık tarihini Ayasofya Camii kendi dilinden anlatır. 

 

      Durali Yılmaz`ın bir hikâyesine Necip Fazıl Kısakürek`te övgü yazar. Bilinir ki Necip Fazıl pek az edebiyatçıyı över. Bu anlamda tam bir aristokrattır. Ancak Durali Yılmaz`ın Büyük Doğu dergisinin 8 Mayıs 1978 tarihli sayısında yer alan 'Yüreğimi Sana Bırakıyorum' başlıklı hikâyesine 'Gençneslin seçkin kalemlerinden Durali Yılmaz, bu hikâyesiyle, müthiş bir ruh burkuntusu içinde üstün gayeyi ve ideal hayatı arayan insanların gölgeler ve pırıltılarla dolu his macerası olarak muhtaçolduğumuz İslami sanat ve edebiyattan çarpıcı bir örnek vermektedir. Hikâyeyi okuyucularımıza bu ölçüyle takdim ederiz' cümleleriyle Durali Bey`in edebiyatçı kimliğinin hakkını teslim etmektedir.

 

      Eserleri ile ilgili olarak Öyküleri Ü zerine İnceleme ve Romanlarında Kahraman-Mekân İlişkisi başlıklı iki adet yüksek lisans tezi de hazırlanan Durali Yılmaz hakim anlayış tarafından kırk yıldır özellikle flu bırakılmaya, görmezden gelinmeye çalışılmıştır.

 

      Nitekim kurucularından birisi bulunduğu Telif Hakları Derneği de onu bir projesinde görmedi. Hayatta olan elli edebiyatçı ile röportajların yer aldığı 'Yüz Yüze Konuşmalar: Yaşayan Edebiyat' projesinde de Durali YILMAZ`a yer verilmeyerek bir nevi görmezden gelindi. Bunda dernek başkanı olarak benim de elbette sorumluluğum var. Proje süresi içerisinde bazı zamanlar adını dile getirsem de &ndash onunla birlikte Bahattin Karakoç, Yavuz Bülent Bakiler ve Ü stün İnanç`a da vurdu yapıyordum- projenin akamete uğramaması ve derneğin menfaati açısından ısrarcı olamayarak yüreğime taş bastım. Bu durumu belki de vicdanımı rahatlatmak için birçok defa Durali Bey ile konuştum. 'Caferciğim takma kafanı. Olur böyle şeyler. Sen üzülme..' şeklinde sözleriyle beni hep teskin etmeye çalışan da o oldu. Durali Yılmaz`ı Yüz Yüze Konuşmalar: Yaşayan Edebiyat projesine dâhil edememem 'her daim yüreğimde dinmeyecek bir sızı olarak kalacaktır.'

 

      Ahmet Hamdi Tanpınar yirminci yüzyılın ikinci yarısında yazdığı mektuplarında kendisine ve eserlerine ilgi gösterilmediğinden yakınmaktadır. Yirmi birinci yüzyılın birinci yarısında Ahmet Hamdi Tanpınar hak ettiği ilgiyi bulmuştur. Ahmet Hamdi Tanpınar`ın en önemli eseri olan Saatleri Ayarlama Enstitüsü romanına 1970`lı yıllarda da ilk defa Durali Yılmaz makale yazarak dikkat çekmiştir.

 

      Durali Yılmaz kendisine ve eserlerine karşı olan ilgisizliği 'Türkiye nin durumu böyle. Başka ne beklenebilir ki' diyerek normal karşılıyor.

 

Ben ise, Durali Yılmaz`ın yirmi birinci asrın ikinci yarısında hak ettiği yeri bulacağına inanmaktayım.