Birinci sınıf öğrencisi Melek, ilk dersten bu yana ağlıyor ve sürekli 'eve gitmek istiyorum' diyordu.
Öğretmeni, 'anneni mi çok özledin? diye sordu. Melek, omzunu silkti, bir şey demedi ama ağlamaya devam etti.
Öğretmeni, 'istersen anneni arayalım, okula gelsin.' dedi. Çocuk ise 'hayır!' diye bağırdı.
Melek, iki gözü iki çeşme ağlamaya devam ediyor, bir yandan da
'ben eve gitmek istiyorum' diyordu hala.
Öğretmeni, 'hayır Melek, eve gitmene müsaade edemem. İstersen anneni arayabiliriz.' dedi yeni.
'Ama öğretmenim... Dün babam bana kuş almıştı. Ben kuşumu arkadaşlarıma göstermek istiyordum. Sabah gelirken evde unuttum. O yüzden eve gidip kuşumu almak istiyorum.' dedi.
Bazen gerçek nedeni öğrenmek yerine kafamızdaki basmakalıp nedenlere sarılırız değil mi?
Varsayımlar üzerine gideriz, öyle zannederiz. Zannettiğimiz gibi olmasını isteriz. Onu doğrulamak için sorular sorarız. Farklı bir durum olma ihtimalini pek düşünmeyiz ne hikmetse. Ah o önyargılar, o şartlı kabuller, o varsayımlar var ya! Onlar, bizim karşımızdakiyle empatik bağlantı kurmamızı, gerçek anlamda dinlememizi engelliyorlar işte.
Halbuki biraz sabretsek, dinlesek, anlamaya çalışsak gerçek nedeni öğreneceğiz ve o ihtiyacın giderilmesi için çözümler bulabileceğiz.
Bagajlarımız o kadar dolu ki, bilinçaltımız bir şekilde kontrolü ele geçiriyor ve sürekli konuşan içsesimiz dinlememize, sabretmemize, susmamıza engel oluyor değil mi?
Biliyorum çok zor sabırla dinlemek.
Sözü kesmeden konuşana odaklanmak çok zor.
Ne söyleyeceğimizi düşünmeden muhatabı dinleyebilmek imkansız nerdeyse;
Ama huzur, mutluluk, sakinlik, çözüm, anlayış burada gizli. Dinleyebilmekte bütün hikmet.
Bütün mesele sabırla dinlemek vesselam.