Anadolu`nun çoraklığına çok üzülüyorum. İstanbul`dan Adana`ya giderken Ankara`yı geçtikten sonra yol boyunca hep çorak topraklar görüyorsunuz. Yolda bir mola verip gölgelenecek bir ağaçbile bulmak artık o kadar zor ki... Ta ki Pozantı`ya varıncaya kadar. Eskiden böyle değilmiş.
Evliya Çelebi, Ankara-Konya yolunda, ormanlar arasında yolunu şaşırdığını söylüyor. Belgeler, İstanbul`dan Erzurum`a kadar, bir sincabın, hiçbir yere basmaksızın daldan dala geçerek Erzurum`a varabileceğini anlatıyor.
Evliya Çelebiyi abartılı bulabilirsiniz ama Charles Mismaire de aynı görüşte. Biliyorsunuz, Charles Mismaire, Sultan Aziz devrinde İstanbul`da bulunan ve kendisine tanınan özel bir imtiyazla, Osmanlı toprakları üzerinde La Turquie adı ile Fransızca ilk gazeteyi çıkaran bir Fransız yazarıdır.
Bakın şimdiki bu çorak, ağaçsız yol boyunu nasıl anlatıyor gazetesinin bir nüshasında:
'; Eskişehir`de üçgün kaldıktan sonra Konya`ya geldik. İstanbul- Konya arasını 18 güne sığdırdık. Konya`da, Vali Esat Paşa`yı ziyaret ettim.
'Yollarda, Avrupa`nın çok beldesinde rastlanmayacak intizamda kervansaraylar ve hanlarda kaldığımızdan yorgun değildik. Konya`da tertemiz bir handa kaldık. Türkler, otele han` diyorlar
'Uçsuz bucaksız ova ortasında kurulu şehrin etrafı sık ormanlıktı. Selçuklu Türklerinden kalan şaheserler baş döndürecek kadar haşmetli idi. Eğer bunları, sadece birer gün ziyaretle yetinseydim, Konya`da aylarca kalmam icab ederdi.'
Eşsiz biyolojik zenginliğe sahip yurdumuzda, 9,5000 kadar bitki çeşidi vardır ki, bunların 3,000`i başka hiçbir yerde yoktur.
Ama ne yazık ki, acısı ve tatlısıyla çiğdem, siklamen, orkide, yabani orkide, kardelen (salep çiçeği), sığla ağacı, karaağaç, ceviz, kestane, sedir, pelit, karadut gibi bitkiler ve ağaçlar bugün yok olma sınırına dayanmışlardır.
Ormanların yok edilmesine ve otlakların çoğalması erozyonu hızlandırmış, su rejimlerini değiştirmiştir. Tarım alanları azalırken, çölleşme hızlanmış, yani düzensiz kalkınma, her yerde tabii dengeyi bozmuştur.
TEMA Vakfı Danışma Kurulu Ü yesi Süleyman Çetin:
'Türkiye, Avrupa dan çok daha zengin doğal orman alanlarına sahiptir. Günümüzde ağaçlandırma yalnızca çam ağacıyla yapılıyor. Bu çok yanlış. Mesela, meşenin 14 değişik türü var. Erzincan daki, Aydın daki, Edirne deki meşeler farklı yapıya sahip. Bir yerde mono-kültür yaratmak çok yanlış. Eğer bir yerde diğer bitkileri kovacak tek bir bitki türüne yönelirseniz o zaman doğanın farklı şekilde dengesini bozarsınız. Onun için biz TEMA olarak hep şunu söylüyoruz her bölgenin farklı bitki türleri vardır, bu kurala sadık kalırsak endemik yapıyı koruyabiliriz. Bu şekilde bitki toprağa daha çabuk adapte olacaktır ve çabuk büyücektir. Sonuçolarak, her yöreye özgü ağaçtürünün dikilmesinde fayda görüyoruz. Çam sevdasından vazgeçilmeli.'
Çetin, yurt dışından ağaçithal edilmesini de 'sakıncalı' bulduklarını savunarak, yabancı ağaçların canlı kökleriyle birlikte gelecek organizmaların, toprağın ve yerli bitkilerin hastalanmasına neden olabileceğini söylüyor.
'ANADOLU TOPRAĞININ CEFAKAR YARİ: MEŞE AĞACI'
Meşe ağacını, 'Anadolu toprağının vefalı, fedakar, cefakar yari' olarak tanımlayan Çetin, 'Meşe, öyle bir ağaçtır ki, dallarını kesersiniz, budarsınız hatta kırarsınız, yapraklarını keçiler yer ama o hep yaşamak için direnir. Her seferinde yeniden sürgün verir, yeniden canlanır' diyor.
Kamil Uğurlu`da: 'Yavşan otunu bilir misiniz? Sadece Anadolu platosunda yetişen bu harikulade bitkinin özellikleri sayılmakla bitmez: mükemmel bir yemdir, toprağı rutubetli ve bereketli tutar, veluttur, rahiyası hoştur, dayanıklıdır, susuzluğa katlanır, erozyona karşı yiğit bir savaşçıdır. Gelgelelim, 26 senede yetişir ve bugün yok olma sınırındadır' diyor.
Bu seslere kulak verelim. Bu gidişle güzel vatanımız iyice çoraklaşacak.