Metrolar ve otobüsler mütemadiyen uyuklayan insanlarla dolu. Sokakları ve ekranları ise enerji verici içeceklerle vitamin reklamları kuşatmış durumda.

Hızın, verimliliğin ve sürekli hareketin kutsandığı bu çağ, bireylerin fiziksel ve zihinsel dayanıklılıklarını sınayan bir maraton gibi. Ancak bu bitmek bilmeyen koşuşturma, görünürdeki dinamizmin ardında derin bir bezginliği gizliyor. Modern yaşamın bu yıpratıcı temposu, bizi hem bireysel hem de toplumsal olarak yoran ve kim olduğumuzu yeniden sorgulamaya iten bir noktaya taşıyor.

Byung-Chul Han’ın Yorgunluk Toplumu (Müdigkeitsgesellschaft) kitabı, modern dünyanın görünmeyen ama derinden hissedilen bir krizini mercek altına alıyor; tükenmişlik. Han, günümüzü anlamlandırmak için bireysel ve toplumsal düzeyde tükenmişliği, modern yaşamın hızını ve sürekli başarıya odaklanmışlığını ele alıyor. Bu küçük hacimli fakat içeriği yoğun eser, sadece felsefi bir toplum eleştirisi sunmuyor, aynı zamanda çağımızın ruh hâline de ayna tutuyor.

Byung-Chul Han’ın temel savı, geçmişte “itaat öznesi” olan bireyin günümüzde "başarı öznesi" haline gelmiş olması. Bu yeni özne, artık dışsal otoritelerin dayatmaları altında değil, kendi içsel motivasyonlarının baskısı altında ezilmektedir. "Yapabilirim" mottosuyla hareket eden birey, bir yandan özgürlük ve potansiyelini gerçekleştirme hayali kurarken, diğer yandan bu sınırsız başarı talebiyle kendisini tükenmiş bulmaktadır. Han’a göre, bu içsel baskı, bireyi özgürleştirmek yerine sürekli koşturmaca halinde olduğu bir kısır döngüye hapseder. Hannah Arendt'in "vita activa" kavramından yola çıkan yazar, modern insanın bu aktif yaşantı içinde giderek pasifleştiğini iddia eder.

Yorgunluk Toplumu, aynı zamanda hız ve verimlilik saplantısının bir bumerang gibi bireye nasıl geri döndüğünden de bahseder. Dijital çağın sınır tanımayan temposu, bireylerin sadece bedensel değil, zihinsel enerjilerini de tüketmektedir. Günümüz insanının beyni sürekli uyarılar ve verimlilik baskısı altında şekillenirken depresyon, tükenmişlik sendromu ve anksiyete gibi ruhsal sorunlar toplumda salgın haline gelmektedir. Hastalıklar artık virüs ve bakterilerden ziyade nevrotik sorunlardan kaynaklanmaktadır. Bu noktada "nöro-politika" kavramına dikkat çeken Han, yaşanan sorunların kökenlerini kapitalizm ve neoliberalizmde aramaktadır.  Tüketim ve üretim döngüsüne hapsedilen bireyler, kendilerini bir türlü dolmayan bir boşluk içerisinde bulur.  

Chul Han, kronikleşen yorgunluk ve tükenmişliğin üstesinden gelmek için farklı bir bakış açısı sunar ve mutluluğun sırrının üretkenlik değil, durağanlık olduğunu iddia eder.  Hiçbir şey yapmadan boş durmayı ve kendi içine dönmeyi aslında en üretken eylem olarak tanımlar. Zira hiper rekabetçi bir dünyada durmaksızın yeni hedeflerin peşinde koşmak, yaratıcılık veya sosyal bağlar için hayatlarımızda hiç yer bırakmamaktadır. Bu noktada başarı kavramı, maddi ve mesleki üstünlüklerden öte, yeni bir tanımlamaya muhtaçtır.

Kitapta modern yaşamın en büyük kayıplarından birinin "dinlenme" olduğu vurgulanır. Ancak bu, yalnızca fiziksel dinlenme değil, aynı zamanda zihinsel bir duraklama ve tefekkür eksikliğidir. Derin düşünme ve anlam arayışı, sürekli meşguliyet ve dikkat dağınıklığı karşısında hep geri plana itilmiştir. Oysa Han’a göre, durup dinlenmek bir lüks değil, insan olmanın gerekliliğidir. 

Yorgunluk Toplumu, modern dünyaya yönelttiği eleştirileri yalnızca akademik bir çerçeveyle sınırlamaz; aksine, okuyucuyu kendi yaşamını gözden geçirmeye ve çağın dayattığı kalıpların dışına çıkmaya yönlendirir. Her şeyin yapılabilir, başarılabilir ve erişilebilir olduğu bir dünyada, bireylerin kendi sınırlarını kabullenmesi ve eksik kalabilmenin bir erdem olduğunu öğrenmesi gerektiğini savunur. Han’a göre, bu çarktan kurtuluş, daha fazla başarıya ulaşmaktan değil; daha dingin, daha sade ve daha derin bir yaşam biçimine yönelmekten geçer.