İnsanlık tarihinin karanlık sayfaları savaşlar ve ardında bıraktığı izlerle doludur. Mantığın kaldırmadığı, kalbin kabullenmediği savaş olgusu tarihin her döneminde kendi çağının şartlarını zalimliğe alet ederek devam ediyor, insanlık kaybediyor, savaşmaya doymuyor.
Yüz yıl önce imparatorlukların yıkılmasına sebep olan, Avrupa haritasını yeniden şekillendiren, farklı cephelerde yıkıcı savaşlar yaşandı. Balkan Savaşları, I. Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı dünya tarihinin sayfalarına yıkım, acı, kıtlık, yoksunlukları kazıyarak iz bıraktı.
Savaş haberi önce bir ülkenin yönetim merkezine, sonra şehirlere, ardından hanelere bir kor gibi düşer. Yaşadığı devirde Balkan Savaşları’nın yorgunluğunu atamayan, kayıplar veren yorgun yürekler I. Dünya Savaşı ile dağlanır, Kurtuluş Savaşı ile devam eder. Her kapıdan askere gidecek uygun durumda erkekler toplanır. Bir asker ölmeyi, şehit düşmeyi göze alır da esir düşmeyi aklının ucundan bile geçirmez.
O dönemin savaşlarında, esir düşenler toplama kamplarına genellikle yaya olarak götürülürdü. At ya da deve sırtında kamplara taşınan çok az esir olsa da çoğunluk günler gecelerce süren zorlu yürüyüşü yapmak zorundaydı. Bir meçhule yol alırken, en büyük sorun yiyecek, su eksikliği, akabinde bulaşıcı hastalıkların salgının baş göstermesiydi. İlk toplandıkları kamp yerlerinden gemi veya trenlerle üst üste istiflenip geçici istasyon kamplarına oradan nihai durakları olan esir kamplarına taşınırlardı.
Tek tip kıyafet giymek zorunda olan savaş esirleri, rütbelerine göre muamele görseler de esaret düzeninde ne kadar insani ortam bulunur bugünün şartlarında hayal bile etmek güçtür. Yatma, dinlenme, yemek, içme suyu, sağlık hizmetleri gibi temel barınma ihtiyaçlarının tam anlamı ile karşılanması zordur. Esirler, ağır işlerde çalıştırılır, günlük işlerden kendine kalan zamanlarda kampların sıkıntılı ortamlarında kavga, yaralama, cinayet olayları sıkça yaşanırdı. O koşullar altında dil öğrenme, tiyatro, spor, eski gazeteleri okuma, kendi gazetelerini çıkarma ve bu gazetelere şiir, makale, karikatür yazma gibi faaliyetlerde bulunmaları hayata dair umutlarının ışığı ya da yaşadıklarının belgesini bırakmanın mücadelesiydi. Savaş belgelerinin en önemlisi kan kokusu, ızdırap içinde, karanlıklarda aydınlığa yazılmış esir mektuplarıdır.
Hilâl-i Ahmer Cemiyeti’nin (Kızılay) kuruluş amaçlarından biri olan savaş esirlerine yardım etmek, savaşlarda esir düşen asker ve sivillerin adlarını, adreslerini saptamak, temel yaşam ihtiyaçlarını gidermek ve aileleri ile haberleşmelerini sağlamaktı. Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı döneminden 75 Esir Defteri, 127 adet esir listesi, 308 bin 645 adet esir kartı ile 25 bin 504 mektup ve tahkikat talebi Türk Kızılay Arşiv koleksiyonunda yüz yıldır muhafaza edilmektedir. Cumhuriyetimizin 100. yılında Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı tarafından yürütülen “Yüz Yıllık Emanet: Kızılay Esir Mektupları Sergisi” bu hüzün dolu çok özel arşivi kamuoyuyla paylaşmayı hedeflemiştir.
İstanbul Sirkeci Garı’nda, TRT ve Türk Kızılay’ın iş birliğiyle hazırlanan yoğun ilgi gören sergiyi 30 Temmuz’a kadar ziyaret etmek mümkün. Sergi adım adım esir hayatının tarihçesi, görselleri ile başlıyor. Gar girişinde ortada Kuş Enstalasyonu’nu incelerken yüzlerce mektup içinde ne duygular bugün bize tevarüs ediyor gönlümüze düşen hüzünde hissettiriyor kendini. Esir düşen evlattan anneye, sevgiliye, evlada yazılan özlem, umut dolu satırlar, çaresizlik içinde sıkışmış, evladının yaşadığına şükredecek kadar tevekkül sahibi annelerin kocaman yüreklerinden dökülen sözcükler boğazımızda düğüm oluyor.
Sergi salonuna geçince, Dijital Oda, Belgesel Odası yaşanan dramı hafızalarda canlandırırken, fener alıp girdiğiniz Yas Odası insanı ürkütüyor, acıyı iliklerine kadar yaşatıyor. Odanın içinde Kızılay hastane malzemeleri, asker üniformalarından, Fransız askerlerinin kullandığı tasa, sargı bezlerine kadar her parça âdeta konuşuyor. Esaret yıllarından kalma her eşyanın acıyı içmiş ağır kokusu burnumun direklerini sızlatıyor. Esir kampında bir asker tarafından yapılmış boncuk işi yılanın o koşullarda nasıl yapıldığını algılamak güç.
Tarihin karanlık sayfalarından kopup bizlere sunulan sergi bir ibret tablosu. Bir tarafta yüz yıl öncenin zaman tüneline girerken diğer tarafta yaşadığımız çağda gözlerimizin önünde canlı şahit olduğumuz savaşlar, yaşanmaya devam eden acılar. Bu kadar biriken travma ile toplumsal olarak baş etmenin tek yolu iyilikleri çoğaltmak, birlikten güç almak. Derin anlam taşıyan kıymetli sergiyi bizlerle buluşturan Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı’na, arşivleri koruyan, iyilikleri çoğaltmaya çalışan Türk Kızılay’ına ve iş birliği yapan TRT’ye sonsuz minnet ve saygıyla…