Birçoklarımızın genelde lise sıralarındayken ilk kez karşılaştığı fizik dersi ve fiziğin olduğu her yerde ismini mütemadiyen duymak durumunda kalacağımız Newton'un cisimlerin hareketleri ve cisme uygulanan kuvvet üzerinden belirlemiş olduğu kabul gören yasalarından birisidir "etki-tepki yasası".

Hemen oradan bir öğrencinin kalkıp "hocam bunlar gerçek hayatta ne işimize yarayacak?" sorusunu sorduğu anılarımızda canlanıverir. Sahi bunlar ne işimize yarayacak?

Mesela newton'un etki tepki yasasını ele alacak olursak Newton bunu her ne kadar madde üzerinden biçimlendirmiş olsa da dönüp bir de bu yasanın hayatımıza tatbiki üzerinden nasıl şekillendiğine baktığımızda "etki-tepki" nin aslında hayatımızı ikiye böldüğünü söyleyebiliriz. Bunun yarısı ektiklerimiz yani herhangi bir "etki" de bulunduğumuz diğer yarısı biçtiklerimiz yani bulunduğumuz etkiye müsavi olarak gördüğümüz "tepki" lerden oluşan bir ömrü meydana getirir.

"Her kuvvete karşılık her zaman eşit ve ters bir tepki kuvveti vardır" diyerek tanımladığı bu yasanın devreye girmesi için bozulması gereken "eylemsizlik yasası" nı da şöyle tanımlıyor; "Bir nesnenin hareketsiz kalmaya devam etmesi veya sabit hızla hareketine devam etmesi". Öyle ya bir etkinin oluşabilmesi için öncelikle cismi harekete geçiren bir kuvvetin olması istilzam eder.

Genel itibari ile insanların "eylemsizlik" yasasına terkiple kendisini bir fanusun içinde munfasıl kıldığı bir halet-i ruhiyeye bürünmüş olduğunu görürüz. Kişideki eylemsizlik yasasının cereyanı günümüzde "konfor alanı" tabirine tekabül eder. Eylemsizlik yasasında nasıl ki cisim ya aynı şekilde hareketine devam etmek istiyor ya da hareketsizliğini korumak istiyor ise insanoğlunun ekseriyeti hayatlarında devam eden rutin üzere ezberlenmiş, kafa yormaya hacet olunmayan bir ömür sürdürmektedir. "Yerinde sayma" deyimi ile de alakalandırabileceğimiz bu hayat tarzının makineleşmiş ve bu düstur ile devam edildikçe düşünme, anlama, sorgulama melekesinden uzaklaşmış bir zihniyetin kıskacında olması en olası sonuçtur.

Elbette ki rutin rahmettir. Bizi rutin (bir düzen) içerisinde yaşatana hamdolsun. Fakat sürekli aynı işin aynı şekilde aynı düşüncelerle yapılması hayatın anlamının yitirilmesi demek olduğu hatta İnsan beynini bile günden güne işlevsizleştirip neticede alzheimer demans gibi hastalıklara sebebiyet verdiği aşikardır. Hem bir düzenin içerisinde o akışın ritmine ayak uydurarak hem de akışa ritim vererek bir varlık şuuru edinilmesi gerekir. Ki Efendimiz (s.a.v.) "iki günü birbirine eşit olan ziyandadır "buyurur. Bu eşitliğe her gün aynı insanlarla muhatap olmak her gün aynı ilmi derecede kalmak her gün aynı tefekkür seviyesinde olmak gibi örnekler verebiliriz. Yani demek oluyor ki bu bozulması gereken eşitlik maddeye dayalı bir olgu olmasından ziyade insanın ruhi gelişiminin gün geçtikçe daha üst mertebelere çıkartılmasını amaçlar. Kişi bu eşitliği bilgisinin ve görgüsünün üzerine her gün biraz daha koyarak bozmuş olur.

Insan her gün yeni bir şeyler okuyarak farklı insanlarla tanışıp konuşup farklı bakış açılarından da hayatta göremediklerine gözü açılarak bakabilme yetisi kazanır. Böylece ziyan olmaz kendisine verilmiş ömrü ziyade kılar.

Bu minvaldeki "ziyan olmak" deyimi de ilginçtir ki bu deyim bizzat İnsanın kendisi için de kullanılır. Zararda olmak değil de daha çok "zarar olmak" Yani kişinin kendisinden bir şey eksilmesini değil direk kendisinin eksilmesini daha çok ifade eder. Her insan tekinin nihai amacı en güzele (tamamlanmış olana-kusursuza) Yani Allah'a erişmek ise o yolda zarara uğramayı göze alamayacak kadar kişi ciddiye almalıdır bu meseleyi.

Ziyan olmamak kadar ziyan etmemek de mühimdir. Insanı, vakti ve duyguları... En başta değindiğimiz gibi eylemsizliği bozduktan sonra kişinin başkasıyla etkileşimi başlamış olur. Insanın hayatında aksiyoneri olduğu her davranışın etkilediği birileri ve mutlaka yaptığı her davranışta etkilendiği birileri vardır. Bu fiziğin temel kanunu olduğu kadar doğanın da değişmez kanunudur. Ve bu durum genelde etki ettiğimiz oranda bir tepki bulur. Bu ilahi adaletin tesisinin bir gereğidir. Böyle olmasa kişi bir başkasını nasıl ve ne şekilde etkilediğinin empatisini tam kuramayabilecektir. Çok meşhur bir hadiste nakledildiği üzere "kınamayınız kınadığınız şey başınıza gelmedikçe ölmezsiniz" uyarısı bizlere bir başkasında görülen (genelde) nahoş bir vaziyete olan kınayıcı bir bakışta bile aynı şeyle karşı karşıya kalmamızda etken olmuş olur. Aslında baktığımız zaman bu insana yaşamı boyunca karşılaşmak istediği tüm hallerin belirleyicisi olma fırsatını sunar. Sözgelimi patatesle yaptığınız bir yemeğin size patlıcan tadı vermesini bekleyemezsiniz. En azından ne yemek istediğimizin bilincinde olmak bize yemeğe ne katmamız gerektiğinin de reçetesini vermiş olur.

Birbiri ardınca sürüp giden ve gelişigüzel bir ömür geçirerek insan olma cevherine erişememiş olana ne yazıktır. İnsan kendisinde daima var olan noksanlığı tamamlama güdüsüyle bir mücadeleye gark olmuştur. Bunun için kişi önce konfor alanını aşmalı ve daha sonra çıktığı o dar kafesten savrularak değil aldığı her nefeste bir adım ötesini yudum yudum soluyarak bir ömrü İfa etmek gayretinde olmalıdır.

Allah'ın Asr suresinde ziyanda olanlardan müstesna kıldıklarından olmak duası ile...