Devletler insanlara benzerler, doğarlar, büyürler, ölürler. Ancak insanların ömürleri uzatılmazken, devletlerin ömürleri uzatılır.
Tarihin her döneminde, sürekli yeniden yapılanarak, yüzyılların bilgi ve bilgelik birikiminden, yararlanmasını bilen devletlerin ömürleri uzun olur. Onlarda kuşaktan kuşağa geçişler, yasal ve kurumsal yapıya kavuşturularak, yüzyıllarca ayakta kalmanın kuralları ve kurumları geliştirilir. Onlar kurallarıyla, kurumlarıyla, tarihte kalıcı izler bırakırlar.
Yüzyıllar içinde söylenmemiş sözün olmadığı yönetimlerde, başarının güvercini gece karanlığında değil, gündüz aydınlığında uçar. Aydınlığın öncüleriyle, karanlığın öncülerinin, zaman zaman barıştığı, zaman zaman savaştığı dünyada, kan dökmeyen barışın güvercinleri, her dönemde kan döken savaşın kartallarından daha güçlü olurlar.
Kartalların güçlerinin üzerinde güç olduğunu bilen güvercinler, zor zamanlarında meleklerin yetişmesinden kuşku duymazlar. Devletlerin doğmalarının, büyümelerinin, ölmelerinin aşamalarını araştıran, düşünürlerin başında, selefleri ve halefleri olmayan İbn Haldun gelir. Onun paha biçilmez katkılarından hem Doğu, hem Batı yararlanır.
Roger Garaudy’nin “Sosyalizm ve İslamiyet” kitabında, açıklıkla ortaya koyduğu gibi, Haldun’un ölümsüz eseri “Mukaddime”yi okuyan Avrupa’lılar, üretimde ve yönetimde düşünce zirvelerinin öncüsüyle karşılaşırlar. İbn Haldun Machiavelli’nin “Hükümdar”ında ulaşılmayan, zengin bilgi ve derin bilgelik gücü gösterir.
İlk İnsan’la, İlk Peygamber’le başlayan insanlığın tarihini, Sezai Karakoç kitaplarında Vahiy Medeniyeti’nin tarihi olarak bakar. Arnold Toynbee’nin toplamı yirmiyi aşan medeniyetlerin, hepsinin Kutsal Kitap’lara dayandığını vurgular. Ana kaynaklarla bağlarını yitiren medeniyetler, yüzyıllar varlıkların koruyamazlar.
İnsanlık tarihine geniş açıdan, bütüncü bir gözle bakılırsa, doğal hayatın kusursuz yasaları gibi, toplumsal hayatın da eksiksiz yasalarının olduğu görülür. Bu bağlamda tarih ve tabiat, büyük ve eşsiz hazinelerini yapılarında taşırlar. Bunun için çok boyutlu düşünen düşünürler, tarihin küllerinden daha çok sönmeyen ateşine önem verirler.
Üretimin ve yönetimin, zamanla geçerliliklerini yitirmeyen yasaları, tarihin derinliklerinde aranır. Siyasal sınırlardan daha çok kültürel sınırların, önem kazandığı Yirmibirinci yüzyılın başında, tarih yeniden yorumlanıyor. Tarihin özünü oluşturan ortak mirastan, yararlanmasını bilme bütün ülkeler için hayati önem kazanıyor.
Yeni dönemin yeni kuşakları, yeni gelişmelerin ışığında, tarihi yeni bilgilerle yazma, yeni gelişmelerle yorumlama sorumluluğu taşıyorlar.