İttifak gazetemizin portalında ve akabinde yayınlanacak olan matbu nüshasında zaman zaman sanatkâr portrelerine değineceğiz. Böylelikle üstadların başarı ve azim dolu sanat-zanaat yolculuklarının hikâyelerini, ustalıklarını, hayata ve hakikate dair mülahazalarını teşrih masasına yatıracağız. Kimi zaman ebediyet yurdunda basübadelmevt`i beklemekte olan devr-i kadî m ustalarına, kimi zaman da devr-i cedî d ustalarına ihtiram edeceğiz. Sanatın ve dahi estetiğin özü de zaten ihtiram değil mi?
Bir bilge, sanatı, zanaatı şöyle tanımlamış: 'Sanat insanı değerli kılan, insanı insan yapan bütün ruh güzelliklerinin eşyaya ve eşyanın takdimine yansımasıdır.'
İnsan ahsen-i takvî m üzere yaratılmıştır.
El hak doğrudur. İnsan ahsen-i takvî m üzerine yaratılmıştır. Yani en güzel kıvamda...
Onun için güzel görür, güzel söyler ve güzel eyler. Önce ustaların gönüllerine, gözlerine, ellerine çarpar güzellikler ustalar ikliminde, kabiliyetle, emekle, azimle, gayretle ve sabırla tanışır, yoğrulur, ardından sanata, zanaata, esere dönüşür. O zaman biz, usta bir el tarafından çekilmiş, edalı bir celî sülüs elifin önünde dalıp gideriz. Bir ata vurulacak eyerin koşum takımlarının bakır kakmalarında ruhumuzun ışıltılarını görürüz. Bir tezhibin paftalarında dağılıp karışır gideriz ötelere ve ötelerin ötesine. Bir çininin turkuazına karılıp
pişeriz ateşlerde. En esrarlı renk olmayı hayâl ederiz bir nakkaşın fırçasında. Bir tesbih ustasının habbeleriyle yıllarca sürecek çilelerin sabrına çekiliriz. 
Ustalarla mesleği, sanatı ve hayatı kuşanırız.
Bir mû sikî ustasının nefesinde, bir sazendenin mızrabında ağlamaya dururuz bazen. Hâsılı ustalar bizi ilmek ilmek dokurken aynı zamanda güzelliklerle donatır. Ustalarla biz, mesleği, sanatı ve hayatı kuşanırız.
Az önce yüksek irfanlarınıza arz ettiğimiz cümlelerden biriyle hasbihalimize devam;   Ne demiştik: Bir mû sikî ustasının nefesinde, bir sazendenin mızrabında ağlamaya dururuz bazen. Bugünkü sanatkâr portremizin öznesinde bilge bir nefes, mû sikî ustası Doç. Dr. Mehmet Öncel var. 
Yakın zamana kadar İbn Haldun Ü niversitesi İslami İlimler Fakültesi Türk Din Mû sikî si  Bölüm Başkanlığını ve Başakşehir Tasavvuf Mû sikî Korosu`nun Şefliğini deruhte etmekte olan muhatabımızın kısa biyografisine, tasavvuf mû sikî sine dair çalışmalarına, Şanlıurfa ağzına, değerli bestelerine ve güftelerine teberrüken değineceğiz.
El`an 40 yaşını sürmekte olan Mehmet Öncel 1980 Şanlıurfa doğumlu. Memur ve mütevazı bir ailenin beş çocuğunun en büyüğü. Pederi, maliyeden emekli, validesi ise ev hanımı. İlk, orta ve lise eğitimini Şanlıurfa`da tamamlar. Lisans eğitimini Marmara Ü niversitesi Bilgisayar ve Kontrol Öğretmenliği bölümünde 2007 yılında bitirir. Lisans mezuniyetinin ardından çocukluk ve ilk gençlik yıllarından beri ilgi duyduğu alana, mû sikî ye, tasavvuf mû sikî sine yönelerek 'Rauf Yektâ Bey in  ti, Yeni Mecmû a, Resimli Kitap ve Şehbâl Adlı Mecmû alarda Mû sikî ile İlgili Makalelerinin İncelenmesi' serlevhalı tezi ile yüksek lisansını 2010 yılında tamamlar. Akabinde 'Hasan b. Ahmed b. Ali el-Kâtib`in Kemâlü Edebi`l-Gınâ Adlı' eseri adlı doktora tezini 2017 yılında Marmara Ü niversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İslam Tarihi ve Sanatları Türk Din Musikisi bölümünde verir. 2014-2015 yılları arasında 15 ay süreyle Ü rdün`de Arapça eğitimi almış. Aynı zamanda İSAR Vakfı`nda Arapça ve İngilizce başta olmak üzere İslami ilimler ve sosyal bilimlere dair 4 yıllık eğitimini de başarıyla ikmal eder. Dr. Mustafa Kılıçhocadan 3 yıl tashih-i huruf, tecvid ve Kur`an`ı Kerî m`i güzel okuma dersleri alan Mehmet Öncel yazımızın başında bahsettiğimiz üzere yakın zamana kadar İbn Haldun Ü niversitesi İslami İlimler Fakültesi Türk Din Musikisi bölümünde Doç. Dr. olarak vazife görüyordu. Aynı zamanda güzide ilim mektebinin Sanat Kültür ve Spor Daire Başkanlığını yürütüyordu. 
Çalışmalarını XI-XIV. yüzyıl mû sikî eserleri ve dini mû sikî de iştihar etmiş önemli okuyucuların kayıtlarının incelenmesi ve notasyonuna yoğunlaştırmış bulunan Öncel`in 'XI. yüzyıl Mû sikî Nazariyesi İbn Zeyle`nin el-Kâfî fi`l-mû sikâ`sı' adlı bir kitabı mû sikî sevdalılarına güzel ve hikmetli seslerin nazariyatından ve ahvalinden haber veriyor.
XI. Yüzyıl Musiki Nazariyesi İbn Zeyle nin el - Kafi fi l - musika sı
Hocamızın kitabına kısaca göz atmakta fayda mülahaza ediyorum: İbn Sina`nın gözde öğrencilerinden ibn Zeyle, hocasının birikiminden istifade ederek el-Kafi fi l-musika adlı İslam musiki nazariyesine yönelik bir kitap telif etmiş. Kindi, Farabi ve ibn Sina nın görüşlerini eleştirel bir tarzda ele alan ibn Zeyle, aynı zamanda eksik veya hatalı gördüğü konuları ayrıntılı bir şekilde açıklamayı ihmal etmemiş. İbn Zeyle`nin özellikle aralık ve perdelerin isimlendirilmesi hususunda geleneğin aksine ebced harfleri yerine sayıları kullanması ve ika hususunda benimsediği yöntem ve önerdiği açıklayıcı bilgiler, dönemin mû sikî düşüncesi adına hem kıymetli hem de yenilikçi fikir ve çalışmalar olarak karşımızda duruyor. 
Doç. Dr. Mehmet Öncel zikri geçen sebeplere istinaden XI. yüzyılda musiki tasavvurunun daha da anlaşılması adına bu çalışmayı kaleme almış. Kitabında ibn Zeyle`nin mû sikî ye dair görüşlerini mukayeseli olarak incelerken Arapça nüshasını da tercüme eder.
Mû sikî ile irtibatı çocukluk yıllarına dayanıyor.
Öncel`in mû sikî ile irtibatı çocukluk döneminde validesinin hâne halkına okuduğu türkülere dayanıyor. Zaten doğuştan Urfalı` olması mû sikî kabiliyetini haiz olmasının temel asıllarından birini teşkil ediyor! Öncel`e göre Cenâb-ı Allah sanki Urfalıların kodlarına lâhû tî nağmelerin sırlarını ilham etmiş! Bu münasebetle açık hava konservatuvarı olarak da tabir edilen Urfa`da mû sikî , hayatın hemen hemen her merhalesinde kendini bizatihi gösteriyor.
Dr. Mehmet Öncel`e 'Çocukluk dönemlerinizde bu meyanda neler yaşadınız?' şeklinde bir sual tevcih ettiğimde verdiği cevap şöyle olmuştu: 'İlkokul yaşlarına kadar zamanım neredeyse evdeki teyp (kasetçalar) ve annemin bizlere güzel sesiyle okuduğu türküler, uzun havalar ve hoyratları dinleyerek geçti. 1985`te ilkokula başlamamla beraber sesimin güzel olduğunu söyleyen hocalarım okul müsamerelerinde ve müzik meclislerinde bana türküler okutmaya başladı. Özellikle 4. sınıfta -sanırım 1989 yılı idi- din kültürü dersimize giren yanık sesli Ramazan hocamız dersin bitimine yakın bana ilahiler okurdu. 
'Aşkınla yak kül et beni tek bulayım Mevla`m seni'
Ramazan hocamız 'Aşkınla yak kül et beni tek bulayım Mevla`m seni' adlı ilahiyi okur okumaz tek seferde ezberlemiştim. Bunun farkına varan öğretmenim beni tahtaya kaldırıp tek başıma okutunca daha sonraları ilahi okutma hususunda bana daha da ihtimam göstermeye gayret etti.'
Öncel`in ilkokul yılları Seyfettin Sucu, İzzet Altınmeşe, Belkıs Akkale, İbrahim Tatlıses, Burhan Çaçan ve Urfalı diğer mahalli sanatçı ve hafızların kasetlerini dinleyerek geçer. 
Şanlıurfalı sanatkârın gönülevinde yanıp durmakta olan mû sikî alevi, 1989 yıllında evlerinin hemen yanı başında Sami Aksoy Camii`nin inşasıyla birlikte parlamaya  başlar. Bu ibadethanede genç, yanık sesli hafız Necati Arslan`ın okumuş olduğu ezanlar, salalar, feraciyeler ve Kur`an-ı Kerî m tilavetleri onu caminin vazgeçilmez cemaati arasına dâhil eder. 
Tasavvuf mû sikî sinden kastının cami, bir adım öte tekke mû sikî si olduğunu belirten Dr. Öncel`in nezdinde tasavvuf mû sikî si, bâhusû s cehrî zikir, nefsi tasfiye, tezkiye ve terbiye, hâsılı irşad metodundan başka bir şey değil. 
(; )
Sözün bu yerine önce sükû t hâkim oluyor sonra da Mekteb-i İrfan`da haşyetullahtan yufka gibi incelmiş bir gönülle okunmakta olan ilâhiye kulak vermeye başlıyoruz. Evet, evet bu âvâz, bizim Can Selman`a ait:
'Şem`a yanan pervâneler
Gelsin beraber yanalım
Aşka düşen divâneler
Gelsin beraber yanalım
Yanmaktır bizim kârımız
Arz edelim ahvalimiz
Cennette cemâl isteriz
Gelsin beraber yanalım'
Can Selman`ın dilenden ilahiden sonra Fa`lem ennehû lâ ilâhe illâllâh' Hakk kelâmı dökülünce elimizdeki kalem ve kâğıdı bir kenara bıraktık. Zikir, kalpten kalbe yol bulduktan sonra salavat-ı şerifeler Erzurum Ulu Camii`nin kubbesinde nasibini bekleyen güvercinin kanatlarında Mescid-i Nebevi`ye ulaştı;
'Allah Allah Allah Allah!'
Zikir kalpten kalbe yol buldu bu kez dergâhın tam orta yerine düştük! Zâkirin kalp gözü açıldı, ezkâr gönülleri kuşattı, başzâkir cezbeye geldi Can Selman`ın dili damağına dayandı, bedenen ve ruhen zikre durdu:  'Allah Allah Allah Allah!'
(; )
Sanatkâr portremize kaldığımız yerden devam ediyoruz. 
'Ağaçkökünden, insan ise kulağından sulanır.'
Muhatabımıza göre tekke mû sikî sinin anahtar kelimeleri 'meşk' ve 'fem-i muhsin.'  Cehrî zikrin temeli malum olduğu üzere hakikatli bir sestir. Ecdâdın, 'Ağaçkökünden, insan ise kulağından sulanır.' sözü hakikatte insanoğlunun irşadı için sesin ne kadar mühim olduğunu gösterir. 
Hz. Davud`un (a.s.) sesiyle hem hayvanatın hem de cemâdâtın meşk ettiğine Sâd suresinin 18`inci ve 19`uncu ayetleriyle şahidiz. Nebiler nebisi Sevgili Peygamberimiz Muhammed Mustafa (sav), Cebrail (as)`dan meşk ederek bize Kur`an-ı Kerî m`i aktardı. Bugün kültürümüzün ana ekseninde Cebrailî meşk usulü yer alır. Pek çok ilmin, fem-i muhsin hocadan alınıp talebeye intikal ettirildiğine ve bunun da pek çok ilimde silsile yoluyla asırlardır devam etmekte olduğuna ilm`el-yakî n şahidiz. 
Öncel`in dönüm noktalarından biri hafız Necati Arslan.
Güzel sesli hafız Necati Arslan, Öncel`in hayatının dönüm noktalarından biri; Dini mû sikî meşkini ilk onunla yapmış çünkü. Hocası Necati Arslan`ın okuduğu ezanları, kâmetleri, salâları, Kur`an-ı Kerî m tilavetlerini en küçük nüanslarıyla beraber ezberleyip evvelemirde taklit ederek okumaya başlar. Bir müddet sonra cemaat ve mahalle sakinleri Küçük Mehmet`in okuduğu ezanları Necati hocanın okuduğu zehabına kapılır. Böylelikle okul vakti dışında neredeyse tüm zamanını camide geçirmeye başlayınca camiinin anahtarlarını da elinde bulur.
1992 yılına gelindiğinde Sami Aksoy Camii resmi olarak açılır ve kadrolu müezzin, 'kadife sesli' Mustafa Saatçi hoca da Öncel`in ustaları arasındaki yerini alır. Bir yandan Necati hoca diğer yandan Mustafa hoca onu mütemadiyen ezan, feraciyye ve salâ okumaya teşvik eder. 
Cami gülü;
Kendisi için pekâlâ 'cami gülü' vasfını kullanmamızın vakıa mutabık olduğu Mehmet Öncel takvim yaprakları 2000 yılını gösterinceye kadar caminin minaresinden aşağıya inmez.  Çünkü cami onun için her şeyden evvel bir tutkudur. Camisiz bir gününü tasavvur edemez. Ezan-ı Muhammedî `yi cehrî zikir olarak görür. Sesinin, gücünün yettiği kadar en güzelini okumaya çalışır. Hoparlörün ulaşabildiği son yere kadar, âvâzının gittiği ve bunu işiten her canlının ve cansızın kendisine ahirette şahitlik edeceğini tefekkür eder. Bu yüzden çocukluğunda bir gün bile ezan okuyamadığı zaman oturur bir köşede sessizce ağlar. Hiçolmazsa günde en az bir defa okumalıdır. Bu keyfiyet bir nevi onun sünnetidir. Kâmet ise ona ezanın küçük kardeşi gibi gelir. Ama orada da tüm ciddiyetle pozisyonunu alır, en güzelini icra etmeye çalışır.
Urfa tavrı` kendini dini mû sikî icralarında da gösterir.
Öncel Hoca`ya göre Anadolu`nun mû sikî kültüründe her yörenin kendine ait icra yapısı, ses motifi ve kalıpları vardır.  Memleketi özelinde ise 'Urfa ağzı/tavrı' dediğimiz bu karakteristik yapılar kendini dini mû sikî icralarında da gösterir. Ağdalı ve köşeli bir yapıya sahip olan Urfa mû sikî sinin en belirgin yapısını ise 'curcuna' dediğimiz 10 zamanlı eserlerde görürüz. 
Bu cümleler Dr. Öncel`e ait: 'Urfa müziğinde icra edilen hicaz bir eserde kullanılan do diyez perdesi sair bölgelerde icra edilen perdelere göre nispeten daha pesttir. Urfa müziği kendisine çok yakın komşu Antep, Mardin ve Diyarbakır`ın müziğinden üslup bakımından farklıdır. Urfa`da halk müziğinin yanında özellikle Türk müziği formlarının ve sazlarının da kullanılması kendisini diğer bölgelerden ayıran mümeyyiz vasıflardandır.' 
Mehmet Öncel`in içinden cami, ezan ve kâmet geçen mû sikî serencamını 2000`lı yıllara kadar böylelikle özetledik. Hocamız mû sikî alanında ciddi, akademik eğitimini üniversite yıllarında alır. 2000 yılından itibaren İstanbul Ü niversitesi Devlet Konservatuvarı sanatçı öğretim elemanlarından Birsen Gecikli (Ortakale), Suat Karahan, Gürkan Ortakale ve Mehtap Demir`den halk müziği dersleri gören sanatkâr, özellikle Birsen Hoca`dan sekiz yıl boyunca fasılasız bir şekilde repertuvar derslerini alır. Söz konusu süreçte yaklaşık 600`e yakın eser meşk ederken bu sürece diğer bir taraftan Oxfordlular Sıra Gecesi ekibinin en gençelemanı olarak yurtiçi ve yurtdışında pek çok konsere katılarak sahne tecrübesi edinir.
Öncel, Türk müziği eğitimlerine Mustafa Sağyaşar, Ayşe Sağyaşar, Metin Özden, Hüseyin Günay ve Elif Ahıs hocalara devam ederken dini mû sikî derslerini 2010-2014 yılları arasında Mehmet Kemiksiz hocadan alır. Bu süreçte çok sık olarak düzenlenen konserler vesilesiyle neyzen Ahmet Şahin hocadan da istifade eder. Nuri Özcan, Nuri Uygun ve Ahmet Hakkı Turabi hocalardan ise lisansüstü dönemde öğrenci olarak dersler alır.
Nazariyat dersini döneminin kudretli hocalarından, merhum İsmail Hakkı Özkan beyden kudüm derslerini İTÜ devlet konservatuvarı hocası Engin Baykal`dan, bendiri Mert Nar`dan ve Serdar Bişiren`den, ud`u Enver Mete Aslan`dan, Hasan Hekimoğlu`ndan ve Necati Çelik`ten meşk eder.
Mehmet Öncel: Ritim ruhun dirilişinin sembolüdür.
İstanbul Ü niversitesi Konservatuarı`nda müzik ilminin künhüne vâkıf olan Öncel`e göre ritim dengelin ve sürdürülebilirliğin sembolü. Ve dahi dirilişin; Ona göre ritim ruhun dirilişinin sembolüdür. Ud sazı özellikle mû sikî nazariyesinde temel enstrüman olarak karşımıza çıkar. Fârâbî , Kindî , İbn Sinâ, İbn Zeyle, Ali el-Kâtib, Safiyyüddin el-Urmevî vb. teorisyenler mû sikî nazariyesini ud sazının perdelerine göre açıklar. Ud sazı kudüm gibi bir misyona sahip olmasa da tasavvuf mû sikî sinin hemen hemen her etkinliğinde kendine bir yer edinir.
Mehmet Öncel`in onlarca beste ve güftesi var. 
Mehmet Öncel`in onlarca beste ve güftesi var. Ve dahi hemen her beste ve güftesinin bir hikâyesi; Sözleri Yaman Dede`ye ait bir bestesinin hikâyesini şöylece arz ediyor: 'Daha önce ismen duyduğum bu zat hakkında fazla bir malumatım yoktu. Bundan 4-5 yıl önce Yaman Dede`nin mevzu bahis edildiği meclislerde onun hatıraları ve yaşamına dair bir dizi konuşmalara şahit oldum. Bunlardan birisi de merhum Emin Işık üstadımızdı. Yaman Dede`yi o kadar sevdiğini hissettim ki bende fazlasıyla merak uyandırdı. Bunun üzerine bir müddet okumalarımı Yaman Dede`ye yoğunlaştırdım. Rum Ortadoks bir ailenin çocuğu olup asıl adı Diyamandi olan Yaman Dede`nin hayat hikâyesini ve kendisine dair yazıları okuyunca bir müddet onunla yatıp onunla kalktım diyebilirim. Yıllarca ailesinden ve etrafından tepki almamak adına hidayetini gizlemesi, bu yüzden yıllarca sahursuz oruçtutması, namazını mahalle aralarındaki mescitlerde gizlice kılması vb. pek çok hali beni derinden etkiledi. Peygamber (sav) âşığı olan ve Mesnevî sayesinde İslam`la şereflenmiş bu zatın kaleme aldığı yazılar da kanaatimce tesirli olmalıydı. 
'Gönlüm hû n oldu şevkinden; '
  'Gönül hun oldu şevkinden, boyandım ya resulallah' başlıklı şiiri bende Yaman Dede`nin gönül dünyasındaki yanardağın şiddetini hissettirdi. Allah dostu bu zât, Hz. Peygamber`e (sav) olan sevgisinden ötürü şefaati kazanırsa ben de kendimi bundan nasiplendirmek adına çorbada tuzumuz olsun deyip bir ümitle bunu besteledim'.
'Ömrümüz çok kısa, yapacak çok şey var.'
Öncel Hoca mû sikî yi tebliğ aracı olarak görürken mû sikî de aradığı hususu 'bihakkın iyi öğrenip ve öğretmek' şeklinde özetliyor. 
Sanatkâr portremizi Ü stad Öncel`in okuyucularımıza mesajıyla nihayete erdirelim: 'Ömrümüz çok kısa, yapacak çok şey var. En büyük duam kıyamete kadar devam edecek çok büyük hayırlara vesile olmak...'