Tarihin devlet zoruyla yazılması, medeniyetlerin silah gücüyle inşa edilmeleri mümkün değildir. 

İçinden tanıdığı Batı karşısında, hiçbir eziklik duygusuna kapılmadan, tarihe büyük bir özgüvenle bakan Yahya Kemal, Türk milletinin tarihini Malazgirt savaşıyla başlatır. Türklerin kültürü, sanatı, dili ve edebiyatı, bin yıllık bir süreçte, Anadolu toprağında yoğurulmuştur. Selçuklular Türklerin tarihine giriş, Osmanlılar da yükseliş dönemidir.

Osmanlı tarihini gün ışığına çıkarmadan, Avrupa tarihini ayrıntılı olarak yazılmaz. Osmanlı milletlerinin tarihi, aynı zamanda Avrupa milletlerinin tarihidir. Balkan'larda ve Kafkas'larda, Müslümanlık Türklükle, Türklük de Osman'lılıkla bütünleşmiştir. Nasıl İslam’ın doğuşu ve yükselişi mucizevi olmuşsa, Osman'lıların doğumu ve gelişmesi de mucizevi olmuştur. Osmanlı Devleti bir ırkın değil, bir medeniyetin devletidir.

Ömrünü Akdeniz’in tarihini araştırmaya adayan, Fernand Braudel’in vurguladığı gibi, Osmanlılar Doğu Avrupa’ya, Balkan milletlerinin dört elle sarıldıkları, yeni bir ekonomik, siyasal, kültürel yapı götürmüşlerdir. Bu yüzden Türkler 1354 yılında ayak bastıkları, Avrupa topraklarındaki varlıklarını, yüzyıllarca sürdürmüşlerdir. Osmanlı Devleti’nin uzun ömürlü olması, ordularının gücünden değil, “Her milletin kültürü kendine” diyen, millet sisteminden kaynaklanır.

Anadolu’da yoğurulan Osmanlı insanının, düşünce derinliği Katip Çelebi’den, gönül zenginliği Yunus’tan, Peygamber sevgisi Süleyman Çelebi’den, şiir ustalığı Şeyh Galip’ten, mimarideki büyüklüğü Sinan’dan, musiki duyarlığı Itri’den, tarih sevgisi Naima’dan, coğrafya tutkusu Evliya Çelebi’den, adil yönetimi Kanuni’den, fetih coşkusu Fatih’ten gelmektedir. Osmanlılar Yavuz gibi, dünyayı bir medeniyete çok, iki medeniyete az görmüşlerdir.

Medeniyetlerin savaşmaktan daha çok, yarışmak zorunda olduğu bir dünyada, Akdeniz dünyasının, son büyük İslam devleti Osmanlı tarihinden, bütün ülkelerin yararlanacağı, zengin bir adil yönetim birikimi vardır. Osmanlı devleti farklı ırktan farklı inançtan, çok sayıda milletin oluşturduğu, bir şemsiye devlettir. Osmanlılık bir futbol takımı gibi, her oyuncunun hem ayrı, hem de takımın bir üyesi olarak, birlikte oynanılan bir takım oyunu, birlikte yaşatılan bir ortaklık kültürüdür.

Dün Bosna'da bugün Gazze'de Medeniyetler yarışının, medeniyetler savaşına dönüştüğü bir dünyada, dünyanın önde gelen ülkeleri, ya barışa giden bir yol bulacaklar, ya da savaşa giden yolda devam edeceklerdir. Barışa giden yolun şifreleri, Akdeniz’in kutsal kültüründedir. 

Medeniyetler medeniyetini bulanlar, dünyanın barış şehiri Kudüs’ü, İbrahim milletinin başşehiri olarak görürler. Ortadoğu'da ve dünyada, hangi şehir senin, hangi şehir benim olacak, diye birbirleriyle savaşmazlar. 

Yaşanan ve yaşanacak iki dünyayı, analarının yurdu, babalarının evi olarak bilenler, Habil'in yolunu izlemek için, ellerinden geleni yaparlar. Ve bir insanı öldürmenin, bütün insanlığı öldürmek olduğunu bilirler.