Osmanlı Devlet teşkilatında Hazreti Peygamber'in soyundan olanların devletçe yapılan ödemeleri, doğum, ölüm gibi kayıtları ve sağlanan sosyal hakları dağıtan görevli için kurduğu müesseseye Nakibül Eşraf Kurumu denilirdi.

I M G 1347

Hazret-i Peygamber’in soyu, kızı Hazret-i Fâtıma’dan devam etmiştir. III ve IV hicri asırlardan sonra Hazret-i Fâtıma’nın oğulları Hazret-i Hasen ve Hüseyn’in soyundan gelenlerin sayısı arttı. Bu sülâleden doğan çocuklar, iki şahit ile hâkim huzurunda tescil edilmeye başlandı.  Abbasi Halifesi Mütevekkil zamanında (847-861), Hazret-i Ali ve Abbas soyunun zâtî işlerine bakmak üzere ayrı birer nakib vazifelendirildi. Bazen ikisi, tek kişide birleşirdi. Elçiler, umumiyetle nakîiblerden seçilirdi. Halife Me’mun, Peygamber soyundan gelenlerin, halktan kolayca ayırt edilmesi için mübarek yeşil renkte giyinmeleri âdetini koydu. Memlûkler de Hazret-i Hasen evlâdına şerif; Hazreti Hüseyin evlâdına seyyid unvanı verdiler.

Abbasilerin mirasçısı Fâtımi, Selçuklu, Zengi, Eyyübi ve İlhanlı devletlerinde nakiblik devam etti.

I M G 1351

YABANCI KARIŞMAMASI İÇİN

Aralarına yabancıların karışmaması ve bu sülâleye mensup bir kimse seyahat ederse kendisine lâyık gelen muamelenin eksik edilmemesi için, Yıldırım Sultan Bayezid tarafından nâzır adıyla bir memuriyet ihdas olundu. Bu işe, Emir Sultan ile Anadolu’ya gelen Bağdadlı Seyyid Ali Nattâ’ getirildi. Bir ara bu makam boş kaldı. Sultan II. Bayezid zamanında, padişahın hocası Kırımlı Molla Abdullah’ın talebelerinden olup Mısır’dan İstanbul’a gelen Seyyid Mahmud 1494’de bu makama tayin edildi. Seyyid Mahmud, bu memuriyete Mısır’da nakibüleşraf dendiğini görmüştü. Osmanlılar da geleneğin devamı bakımından bu isme sahip çıktı.

I M G 1348

SİYADET BERATI VERİLİRDİ

Osmanlı padişahları, sâdâta (seyyid ve şerîflere), başka hiç bir memlekette misâli görülmeyen bir muhabbet ve hürmet göstermiş; rahat ve huzur içinde yaşamaları için lâzım gelen her hizmeti yapmışlardır. Vergiden muaf tutarak, buna vesika olmak üzere ellerine siyâdet berâtı vermişlerdir. Bu sebeple, çokları bu sülâleye mensubiyet iddiasında bulunup, iki şâhidle mahkemede nesebini tescile başlayınca, bu imtiyazlı sınıfın sayısı artmış; zaman zaman umumi teftişe gidilse de baş edilememiştir. Tanzimat devrinden sonra artık tescil usulüne ehemmiyet verilmemiş; bu sülâleye mensup olmayanlar da kendisini şerîf ve seyyid diye tanıtmışlardır. 

I M G 1349

YEŞİL SARIĞI SADECE ONLAR TAKARDI

Nakibüleşraf, memleketteki şerîf ve seyyidlerin kaydını tutar. Bu soydan geldiği sâbit olanlara siyâdet hücceti adıyla şer’î bir vesika verir. Bu soydan olmadığı halde kendisini seyyidliğe nisbet eden müteseyyidlerle mücadele eder. Seyyidlerden, hâli, şânına yakışmayanları men eder. Ganîmetten hisselerini dağıtır. Sâdât kızlarının dengi olmayanlarla evlenmesini engeller. Aralarındaki dâvâlara bakar; hatta suç işleyen seyyid ve şerîfler için konağında hususi hapishâne bulunur. Sâdâttan başka kimse yeşil sarık saramaz.

I M G 1350

PADİŞAH AYAĞA KALKARDI

Padişah tahta çıktığında ilk olarak teberrüken (bereketli görüldüğü için) nakibüleşraf biat eder; bazılarına kılıç kuşatır. Umumiyetle merasimlerde duayı da nakibüleşraf yapar. Sefer-i hümayuna çıkıldığı zaman, nâkibüleşraf da iştirak eder ve sancak-ı şerîf kendisine emanet edilir. Sultan II. Abdülhamid, nakibüleşraflara Yıldız Sarayı civarında bir konak tahsis etmişti. Nakîbüleşraf, devlet ricâlinden olmadığı halde, her merasimde en önde yer alır; protokolde itibar görür; bayramlaşma ve sair merasimlerde padişah kendisine ayağa kalkar. 

NAKİBLERİN GÖREVİ 

Osmanlılar, Peygamber soyundan gelenlere, başka yerde misâli görülmeyen bir hürmet ve muhabbet göstermiş; rahat ve huzur içinde yaşamaları için lâzım gelen her hizmeti yapmışlardır. Bu muhabbetin nişanesi olarak Nakibül Eşraflık kurumunu kurdular. 

Nakibin görevi, Bab-ı Meşihat'e bağlı bulunurdu Nakib Arapça halkın seçkini bir topluluğun başı, işlerini gören kişi anlamındadır Kısaca Peygamber hanedan mensuplarının genel varisi durumunda idi İslam tarihinde Nakibül Eşraflık müessesesine, ilk olarak Abbasilerde rastlanmaktadır Halife'den sonra en önemli bir manevi makam olan bu göreve getirilenler Bağdad'da (Divan-ı Mezalim) Adalet Divanı'na başkanlık ederler, hac mevsiminde ise, Mekke'de dedelerinin sikaye hizmetini görürlerdi Osmanlı Devleti'nin kuruluşundan itibaren Hazreti Peygamber'in soyuna ayrı bir saygı ve ilgi gösterilmiş, her türlü resim ile vergiden muaf tutularak halkın seçkin bir topluluğu kabul edilmişlerdir Nakibü'l-eşraflık, görevinin verdiği şeref sebebiyle en önemli mevkilerden başta olanı sayılır; halifeden sonra gelirdi Merasimlerde devlet ileri gelenlerinden kabul edilir, bu göreve kendi aralarından en seçkin ve belirli kimseler getirilirdi Yeni Nakibü'l-eşraf, Paşa Kapısı'na davet olunur Teşrifatçı Efendi aracılığı ile sadrazamın huzuruna girerek onun eteğini öper ve samur kürk giydirilmek suretiyle Nakibü'l-eşraf ilan olunur, eline de memuriyet beratı verilirdi Nakibü'l-eşrafların resmi giyinişleri kazasker kıyafeti olup, başındaki örfi kavuğa yeşil sararlardı Nakibü'l-eşrafın konağı aynı zamanda resmi dairesi olup, burada seyyid ve sadat arasında suçluların hapsedildiği, dayak vs cezalara çarptırıldığı bir tevkifhane de vardı Bu hapishanenin müdürü Nakibü'l-eşraf maiyetinde Sancak-ı Şerif'i muhafaza eden ve Alemdar unvanını taşıyan kimse en önemli görevli idi Padişahlar sefere çıktıkça Nakibü'l-eşraf da yanında bir kısım sadat olduğu halde savaşa giderdi Nakibü'l-eşrafların başlıca görevleri arasında, cüluslarda, biat töreninde en önce biat eylemek, bayram törenlerinde dua etmek, savaş sırasında Sancak-ı Şerif'in dibinde dua, salavat ve Kur'an okumak, Kılıç Alayı'nda yeni padişaha kılıç kuşandırmak bulunurdu Nakibü'l-eşraflar doğrudan doğruya sadrazama muhatap olup, yazışmalarını onunla yaparlar; teşrifatla ilgili davetleri de ondan alırlardı Tanzimat'tan sonra bilhassa II Abdülhamid döneminde imparatorluğun dış politikasında takibe başlanan İslamcı siyaset sırasında Nakibü'l-eşraflar daha da değer kazandılar Onlar için Yıldız Sarayı civarında özel bir konak yaptırıldığı gibi, büroları da genişletildi Fakat İkinci Meşrutiyet'in ilanından sonra önemlerini kaybettiler ve 5000 kuruş maaşlı bir küçük memuriyet haline getirildiler Yanlarında da sadece, 1000 kuruş maaşlı katipleri bulunuyordu. Bu güzide kuruluş Osmanlı hilafetinin kaldırılmasıyla tarihe karışmıştır.