Ahmet Süleyman Karakaya üstad ile gerçekleştirdiğimiz İttifak Gazetesi Muzaffer Ozak (ks) Sözlü Tarih yazı dizimizin ikinci bölümünün öznesinde Muzaffer Efendi`nin (ks) gönül diliyle kaleme aldığı nutk-i şerifleri, cennetmekânın Ehl-i Beyt sevgisi ve ilim sevdalılarına yönelik ihsânî yönü yer alıyor.
İbrahim Ethem Gören: Muzaffer Efendi âşık bir insan!  'Bülbüller sazda güller niyazda' için nasıl bir yorumda bulunuyordu efendim?
Ahmet Süleyman Karakaya: Şöyle kendisi âşık bir insan. Unvanı da buradan mülhem Aşkî .
'Bülbüller sâzda/Güller niyâzda; '
'Bülbüller sâzda/Güller niyâzda/Söyle namâzda/Elhamdülillah/Koşuşur herkes/Duyulur bir ses/Der ki her nefes Elhamdülillah/Dilimde Kur`ân/Virdim her zamân/Tesbî him her ân Elhamdülillah/Ellerim kârda/Gönlüm hep yârda/Bollukda darda Elhamdülillah/Oldum Halvetî Buldum devleti/Geçdim zulmeti Elhamdülillah/Oldum Cerrâhî Buldum hak râhı/Feyz-i ilâhî Elhamdülillah
Bir de malumumunuzdur,  İrşad isimli bir eseri var.
Biliyorum efendim.
Efendi, İrşad`ın bölümlerini yazdıkça bana okutur ve 'evladım, ne anlıyorsun, ne anladın?' diye sual ederdi. Ben de naçizane anladıklarımı söylemeye çalışırdım. 'O zaman ben düzelteyim' derdi. 
Evet efendim;  
Yani çocuk lisanını anlayacak bir keyfiyette muamelede bulunurdu. Devamla İrşad`dan bölümler okur, ben de yine anladıklarımı söylerdim. Bazısına 'iyi, aferin' derdi. Veya bazısını anlamadımsa veya yanlış yorumlamışsam onu anlayacağım, halkın da anlayabileceği bir şekle çevirirdi, yazardı. 
Bu gece yâri gördüm!
İbrahim Ethem kardeşim, Muzaffer Efendi`nin bir de malumunuz 'Bu gece yâri gördüm; ' nutk-ı şerifi var.  Efendi`min çocukluk arkadaşı Hafız Zeki Altun tarafından bestelenen Nihâvend ilahi;  
Biliyorum, yana yana dinlediğim bir ilahidir Süleyman Bey.
Bu gece yâri gördüm şükür elhamdülillah
Ayağına yüz sürdüm şükür elhamdülillah. 
(; )
Lâilâhe illâllâh Lâilâhe illâllâh 
Lâilâhe illâllâh Lâilâhe illâllâh 
Lâilâhe illâllâh Muhammed Resû lullâh 
Lâilâhe illâllâh Muhammed Resû lullâh 
Şimdi ben, Efendim`in, 'yâr`i'ni, Nû reddin Cerrâhî Hazretleri`ni (ks) âlemi mânâda müşahede ettikleri o gecenin sabahını hatırlıyorum. Dükkâna geldi, çok neşeli, muhabbetli; Herkese, gelen-gidene, konu-komşuya ikramın fazlasını yapıyor. Kim gelirse öpüyor, hani bayram vardır ya Sahaflar Çarşısı No 7` o gün bayram yeri. O kadar sevinçli ki; 'Ben, bu gece yâri gördüm.' dedi.
Her gelene nasıl ikram ediyor, nasıl neşeli, hayatta gördüğüm en neşeli günü o gündü. Evet. O gece mânâda görmüş. Gün boyu, 'Bu gece yâri gördüm' dedi mütemadiyen; Buna ben şahidim. O kadar neşeli, mutlu, bahtiyârdı ki o gün. Yine o gün yapmadığı ikram, dükkânının önünden geçip de çevirmediği satıcı kalmadı. Yoldan geçen ne satıyor! Adam getiriyordu, hepsini alıyordu. Mesela Sahaflar Çarşısı`nın içinden simitçiler geçer. Hepsini alıyor, birlikte dağıtıyoruz. -Dağıtmasının çok seviyordu.- Tatlıcı geçiyor, tablasının tamamını alıp dağıtıyor. Meyve satıcısı geçiyor sepetindekileri alıp dağıtıyor. O gün çok neşeliydi. Tabii ki Aşkî `nin (ks) yaşadığı o aşkı nasıl anlatırsın! Yaşamak lazım yani. 
(; )
Aşkî mest olup gitti muhabbet câna yetti
Nû reddin`i seyretti şükür elhamdülillâh;  
(; )
Lâilâhe illâllâh Lâilâhe illâllâh 
Lâilâhe illâllâh Lâilâhe illâllâh 
Lâilâhe illâllâh Muhammed Resû lullâh 
Lâilâhe illâllâh Muhammed Resû lullâh 
Sadece uzaktan görüyoruz, cezbeleri o aşka nasıl yansıyordu efendim? 
Nasıl yansıyordu? Gönülden, içten yanıyordu ve bu yanış halinin şuaları bir nevi etrafına yansıyordu. Mesela Fâtımâ validemizin (r. anha) adını duyduğu anda ağlardı. Gözünden yaş gelirdi yani. 
'Yâ Fâtımâ!'
Bakınız İbrahim Ethem Bey, o esnada neler hissediyorsa, yaşıyorsa 'Yâ Fâtımâ' deyip gözyaşı dökmeye başlıyordu. Yani bilemiyoruz ki ne yaşıyor içinde? Gönül bu. Yani gönül, tarifi yok. Biz sadece seyrediyoruz, bakıyoruz. Bu şekilde. Onların, Allah dostlarının hayata bakışları da ölüme bakışları da aynı şekildeydi. 
Sahaflar Çarşısı`ndaki dükkânında uzun yıllar hizmet ettiniz. Hazret`e rahmeti vesile kılarak müstesna hallerinden birkaçına değinir misiniz?
Ya şimdi yani bir kere kimseye boş çevirmezdi` dedim ya. Tabii o kadar çok olay var ki. Efendi Hazretleri kerametlerinin anlatılmasına kızardı... Onun için bize müsaade yok! Ben size söyledim. Çok cömertti diye. Mesela size bir şey anlatayım. Hiçkimseyi boş çevirmezdi. 
Evlendim Rahmetli kayınpederimi ve kayınvalidemi hacca götüren bir hocaefendi vardı, Oflu. Ali Özer Hoca. Bu zat, zamanında, yetmişli yıllarda Fatih`te hac hizmetleriyle meşgul olan önemli biriydi. Yeni evlendiğim dönemde kayınvalidem 'damadım olarak gidiver, Ali Hoca`nın elini öp' demişti. Yeni evlenmişiz, bir ay olmuş. Gittik elini öpmeye. -Ali Hoca hatta burada, aşağıda Bayramoğlu Camii nin meşrutasında oturuyor.-  Bir zamanlar hocaefendiler, mollalar ehl-i tarî ki pek sevmezlerdi. Böyle durumları da gördük.  Malum, hoca efendiler, mollaları, ehl-i tarî ki çok istemezler. 
Ali Hoca, kayınvalideme 'damat nereden?' dedi. Cevaben 'yabancı değil, 'o da bizim yolumuzda' falan dedi. Bana da nereli olduğumu, neler yaptığımı sordu.  Ben de kısaca kendimi tanıttıktan sonra Muzaffer Ozak`ın (ks) talebesi olduğumu söyledim. O esnada elimi bir yakaladı, konuşması tam Oflu şivesi, ağlamaya başladı. Tam Oflu; Ondan sonra 'Allah Allah' diye nida ederek, ağlıyor, konuşamıyor. 'Sen' dedi 'gerçekten onun talebesi misin?' 'Evet' dedim. 'Böyle yani biz yanında bulunduk biraz.' Dedi ki '1950`li yıllarda İstanbul a geldik. Memleketlerinden vapurla İstanbul`a gelmişler. Sarf, nahiv okumuş, devamı lâzım. Kitap alacaklar. Otele para ver, otobüse, minibüse, taksiye, lokantaya para ver derken Arapça kitaplarını almaya paraları kalmamış. İstanbul`a ilk defa geliyorlar, hayatın ne kadar pahalı olduğu konusunda herhangi bir fikirleri yok. Kitapları nereden bulabileceklerini sorduklarında Sahaflar Çarşısı`nda bulursunuz' cevabını almışlar. Böylelikle Muzaffer Ozak`ın (ks) dükkânına gelmişler. Kitap listesini çıkarmışlar. Kitapların fiyatları hesap edilmiş, toplam tutarın onda biri bile ceplerinde yok. 
Muzaffer Ozak: Kitapları al, daha sonra parasını getirirsin.
Muzaffer Efendi 'Al kitapları götür' deyince, o zamanlar henüz 18 yaşında olan Ali Hoca 'Efendim param yok' demiş. Ondan sonra hesap edilmiş: 5 altın. Muzaffer Efendi 'kitapları al, daha sonra parasını getirirsin' demiş ve kendilerini kitaplarla birlikte memleketlerine yolcu etmiş. Ali Hoca 'memlekete döndüm, okudum, icazetname aldım, yavaş yavaş da para biriktirmeye başladım. Tam kitapların parasını ödeyeceğim zaman evlendim. Paralar gitti. Biraz para biriktirdim bu kez çocuk dünyaya geldi. Yine para biriktirdim ikinci çocuk doğdu. Böylelikle aradan 30 yıl geçti' diyor. Şimdi Ali Hoca`nın âvâzına kulak veriyoruz İbrahim Ethem Bey. 'Evet, aradan tamı tamına 30 yıl geçti ve ben meşhur bir hoca oldum.  Para kazandım. Altınları aldım. Yaşlandım, sakalıma aklar düştü.
'Borcumuz borç.'
Borcumuz borç. Gittim Sahaflar Çarşısı`nda Muzaffer Ozak`ın dükkânına vardım. Beni hatırlayabileceğine hiçihtimal vermiyordum.  'Efendim, beni tanıdınız mı?' dedim. El-cevap: 'Sen Oflu molla değil misin?' 'Evet, efendim, benim ve size borcum var' dedim. 'Biliyorum beş altın' cevabını verdi.  Bu esnada da içimden 'mübarek bir adam ama parayı da unutmamış' diye geçirdim. 'Evladım' demiş Muzaffer Efendi. 'Ben o gün sana kitapların bedelini helâl ettim. Ben sana borçyazmasaydım, kitapları bedavadan almanız mülahazasıyla okumazdınız. Bana borcunuzu ödemek için okudunuz. Ben o gün helâl ettim sana' demiş. Ali Hoca yaşadıklarını hüngür hüngür ağlayarak anlattı. Elimi sıktıkça, sıktı.  İbrahim Ethem Bey, buna benzer çok vakıa var.'
Muzaffer Ozak: Oğlum, buraya dokunma ve buraya da kimseyi sokma!
Efendi`nin dükkânına girdiğiniz zaman sol tarafta küçük bir raf vardı. Bahsettiğim raf, Hazret`in oturduğu yerin sol tarafında kalıyor. Ben dükkânın tozunu alırım. Kitapları temizlerim. Dükkânı temizlerim, süpürürüm, kitapları tek tek silerim. Bununla birlikte o rafı işaret ederek 'Oğlum, buraya dokunma ve buraya da kimseyi sokma!' derdi.
Orada ne vardı efendim? 
İnce ince, küçük, el yazma kitapları vardı. Bazısı gelir, Hazret o kitabı verir, gelen, gider. Sonra bir başkası gelir 'al, sana bunu ayırdım' der. O kitabı verir, o zat da gider. Para da, başka bir şey de almaz. Alan da hayret eder, alır, gider. Ondan sonra orada, o kitapta ne olduğunu da bilmeyiz. Sadece 'aman oraya dokunma evladım. Onlara dokunma' der, ben de 'peki efendim' derdim. Geçenlerde bir profesör tv ekranlarına çıktı o el yazmalarıyla ilgili bir vakıasını anlattı.  Kısasa özetleyeyim. 
Dinliyorum Süleyman Bey.
Muzaffer Efendi`nin muhatabı bu kez gençbir sosyolog adayı. Anadolu`dan İstanbul`a gelecek. 1960`lı yıllardan bahsediyoruz. Ahir zaman. Fitne çok büyük. Bundan sebep delikanlıyı evlendirip öylece göndermişler. Beyefendi, hanımını, yatağını alıp memleketinden İstanbul`a gelmiş, kiralık bir ev tutmuş, üniversitede çalışmaya başlamış, bir müddet sonra çocuğu dünyaya gelmiş. Kiraları aksamaya başlamış ve netice itibarıyla bir yıllık kirasını ödeyememiş. Evinde dolap yok, o yok, bu yok, ev sahibi de tahliye davası açmış, 'ya ödersin ya da çıkıp gidersin' demiş. Çıksa nereye gidecek! Çaresizlik içerisinde kıvranırken Muzaffer Efendi`den bahsetmişler. 'Bir Şeyh Efendi var, Bayezid`da, Muzaffer Efendi, Sahaflar Çarşısı 7 numarada. (Bu arada yedi numara bizim güzel numaramızdır!)
'Git, Şeyh Efendi`ye derdini anlat!'
'Git, Şeyh Efendi`ye derdini anlat, o sana yardımcı olur' demişler. Şimdi sosyoloğu dinliyoruz: 'Kalktım, Sahaflar Çarşısı`ndaki dükkânı buldum. Dükkân epeyce kalabalık. Muzaffer Efendi muhtemelen sohbet eden zat olmalı. Allah Allah şeyh bu mu! Uzun saçlı, boynunda kolyesi olan bir zat! 
-Maalesef kimileri onu kolye olarak görüyordu. Kolye değil bittabi. Bir yüzünde Ayet`el-Kürsî yazılı diğer yüzünde Hazret-i Pî r`in ismi. Şimdi yani şöyle bir usul vardı, bilenler bilir. Bir zamanlar kim, hangi tarikata intisap ettiyse pî rinin ismini yazdırır evine asar, yahut üzerinde taşırdı. Herhangi bir tarikata intisap etmişse; -
'Selamünaleyküm-Aleykümselam'dan sonra Şeyh Efendi bana hitaben 'A, oğlum hoş geldin, nerelerdesin, ben de seni arıyordum?' dedi ve dükkânın sol tarafındaki raftan ince bir yazma kitap verdi. 
Muzaffer Efendi: Al ve hemen git!
Hâlbuki ben ne kendimi tanıttım ne de ihtiyacımdan söz ettim! 'Al ve hemen git' dedi sadece.  Kitabı aldım, çıktım, evime vardım. Sahifelerini açar açmaz içinde tamı tamına ihtiyacım olan bir yıllık kira bedelimi, ayrıca çocuğumun mama paralarını buldum. Halbû ki ne ben onu tanırdım, ne de o beni; ' 
Mezkû r zat bu keyfiyeti bir TV programında ağlaya ağlaya anlattı.  Hazret işte böyle bir zat İbrahim Ethem Bey. Hani 'dükkânda ne gördünüz?' dediniz ya sohbetin başında, işte bunları gördüm!
Kendisi için ayırdığı, sürekli baktığı, okuduğu kitapları, yazmaları, levhaları var mıydı? 
Vardı... Hattan çok iyi anlardı, tezhipten de; Kitaptan da; Reî sülhattâtî n Kamil Akdik Bey`in hüsn-i hat ve İsmail Hakkı Altunbezer`in tezyinat derslerine katıldığını biliyorum. Dolayısıyla iyi yazıyı hemen fark ederdi, bezemeyi de ha keza. Osmanlıca ve Arapça kitapların bir nevi hastasıydı. Hatta 1960`larda Arapça kitap sattığı için hapse dahi atılmıştı. 
Efendi hükümetten izin alarak, döviz alarak Mısır`dan Türkiye`ye kitap getirip satıyordu. Hatta getireceği kitaplardan birer numuneyi de Ankara`ya incelemeye gönderiyordu. Tetkikten geçen kitapları Mısır`dan getirtip dükkânın taliplilerine satıyordu. Kültür karakışının yaşandığı yıllardan bahsediyoruz. Efendi, Arapça kitap sattığı bahanesiyle 1960 İhtilâli`nden sonra Sultanahmet Cezaevi`nde iki aydan biraz fazla kalmıştı. Bir ay kadar süreyle de Emniyet`te tutulmuşlardı. Bunu da ilahi bir lütuf olarak görüp 'seyr-i sülû ktandır' derdi.
Karakaya: Muzaffer Efendi başına ne gelirse 'eyvallah' derdi.
Cezaevinde sadece okuduğu ilahilerle pek çok mahkû mun hidayetine kapı aralamış Efendi`m. Onlarda gam da keder de bir. Onlarda yarın ne olacak!` derdi yok. Başına ne gelirse 'eyvallah' demesini bilen bir zattı Muzaffer Efendi. Onların derdi sadece buradan güzel bir şekilde öbür tarafa gitmek imtihanı kazanmak yani. Zaten inşallah biz de onların vasıtasıyla bu yola gelmişiz. Biz de inşallah imtihanlarımızı kazanırız diye bakıyoruz. 
Hazret`in arkadaşları kim derdi? Kimler gelip giderdi? Çok sevdiği kişiler kimlerdi efendim? 
Pek çok kişi, ehl-i ilim, ehl-i irfan gelirdi. Â limler gelirdi, profesörler gelirdi. Güzel, manevi hasbihaller yapılırdı. Orada manevi sohbetler olurdu. Bir nevi mânâ dersleri yapılırdı.  Velhasıl orası bir üniversite gibiydi. O zamanki ifadeyle solcusu da gelirdi, sağcısı da, kadını da gelirdi, erkeği de; Gönenli Mehmet Efendi, Mahmut Ustaosmanoğlu Hocaefendi de dâhil olmak üzere pek çok meşâyî h-i kirâm hazerâtı gelirdi. Bütün Şeyh Efendiler gelirdi. Nazmi Efendi gelirdi. Nazmi Efendi Hazretleri`ni evvelemirde dükkânda bulunmam hasebiyle tanıdım.
Gelenler çoğu zaman dini hususlarda sorular tevcih ederdi Efendime. Efendim hemen her zaman derdi ki 'insanları ayrıt etmeyin. Hürmet gösterin. Yani kadınsa kadın kadın! O da Allah ın kulu değil mi yani? Orada sohbetsiz bir gün yoktu yani. Sohbet esnasında dükkânda oturacak yer bulamazdınız.  Büyük üstadlar, mânâ sultanları gelirdi, aralarında sadece ve sadece uhuvvet ve muhabbet olurdu, kimi yerlerde olduğu gibi çekişme değil! 'Senin tarikatın benim tarikatım' öyle bir şey yoktu yani. Çok üst seviyeli sohbetler olurdu. Özlüyorum İbrahim Ethem Bey o sohbetleri çok özlüyorum. Şunu da belirtmek isterim.
Lütfen, buyurunuz Süleyman Bey.
Siyaset konuşmazdı Efendi. Efendi ayrıca bizim siyasetle uğraşmamızı da salık vermezdi. Bizler de sözlerine uyardık. Yani ben iki defa milletvekili olurdum! Müsaade etmiyor efendiler, bildikleri vardır mutlaka. Madem bu yola girdik, bu şekilde, ne derse onu yapacağız. Bizim işimiz aslında kolay. Yorum yapmayıp 'öyle mi?, böyle mi?' sor, ne diyorsa onu yap. Çünkü onların görüş ufku farklı, dağın ötesini görüyorlar. Ha, bu hususa inanan da olabilir inanmayan da olabilir. Başımdan geçen bir meseleyi anlatayım size;
YARIN: 'SÜ LEYMAN, BANKACILIĞI İYİ ÖĞREN, İLERİDE İSLÂ MÎ BANKALAR KURULACAK SEN DE HİZMET EDECEKSİN!'