Sözlü Tarih Necdet Erken yazı dizimizin dördüncü bölümünün öznesinde cennetmekânın Kapalıçarşı`daki ticaret hayatı esnaf arasındaki tesanüd var.
İbrahim Ethem Gören: Erhan Erken`in nezdindeki Fatih`i konuşalım;
Erhan Erken: Fatih`in benim açımdan belki de en güzel tarafı tanıdıklarımın büyük bölümünün bulunduğu bir semt olması ve benim kendimi o sınırların içinde çok güvende hissetmemdir. Bakkalı, kasabı, manavı, yoğurtçusu, kırtasiyecisi, cami cemaati hepsi bildik insanlardı. Hatırlarımızın büyük bölümü burada yaşanmıştı. İşin bir başka ilginçyanı ise anne tarafımdan dedemler 1920`li yıllarda mübadeleden hemen önce Selanik`ten gelip aynı mahalleye yerleşmiş olmaları. Yani çok uzun yıllardır sülalemiz bu bölgede mukim idi. Bunun da insana verdiği ayrı bir rahatlık oluyordu. Bizim ailenin büyük bölümü Nişanca, Hırka-i Şerif ve Balipaşa arasındaki bölgede -ki burası yaklaşık aralarında 500-600 metre bir mesafe olan bir bölgededir- otururlardı, amcamlar, babaannem, bizler ve annemin amcaları; Sonrasında da kayınpederler. Her daim cümle akraba ile görüşebilmek mümkündü. 
Ayrıca bugüne göre daha sakin ve homojen bir yerdi bizim semtimiz. Herkes tanıdık-bildik idi ve uzun bir süredir buralarda komşu idiler. Genelde 1980`lerden sonra İstanbul`da ciddi bir yer değiştirme husule geldi. Fatih`in yerli-yurtlu insanları da yavaş yavaş Fatih`i terk ettiler. Bizim aile de bu dağılmadan nasibini aldı maalesef.
İbrahim Ethem Gören: O dönemlerin mahalle kültürünü nasıl tarif ve tavsif edersiniz? Bu tarif ve tavsifin anahtar kelimeleri neler olur?
Erhan Erken: Komşuluk, muhabbet, bir arada yaşamadan zevk almak, dayanışma gibi kavramları zikredebilirim.
İbrahim Ethem Gören: Çocukluğunuzda evlerde düzenlenen aile toplantıları nasıl olur, kimler katılırdı?
Erhan Erken: Bizim aile arası gidiş-gelişlerimiz çok olurdu. Az önce bahsettiğim akrabalar arasında özellikle akşamları görüşmeler olurdu. Kadınlar arasında da misafir kabul günleri de ayrı bir fasıl idi. Annemin ve arkadaşlarının ay içinde sabit kabul günleri vardı. Bu günlerde özel ikramlıklar yapılırdı. Kimin evinde gündüz toplantı olursa genelde akşam da erkekler davet edilir onlar da istifade ederlerdi. Amcamın 8 mm. film oynatma makinası vardı. Bazen Cuma akşamlarında amcam Şarlo veya Lorel Hardi filmlerinden kiralık alır ve aile beraberce onları seyrederdi. Babam ilk TV alanlardan idi. 1970`lerin başında aldığı siyah beyaz TV deki bazı programları izlemek için ailenin gençlerinden o gecelerde bize geliş-gidişler fazla olurdu.
Ramazan`da aile içi yoğun iftar programları düzenlenirdi. Neredeyse ayın yarısında aile içinde grup grup birbirimize gider-gelirdik. Bu hâl biz çocuklar için çok zevkliydi. Ayrıca Kadir geceleri Rahmetli Salih dedemin evinde toplanılır ve hatim cemiyeti yapılırdı. Bu toplantılarda rahmetli babamın teybi ile okunan Kur`an-ı Kerimler kayda alınırdı. Babam muhtelif zamanlarda bu kayıtları dinlemekten çok zevk alırdı.
Babamlar daha çok çarşıdaki arkadaşları ile beraber hafta sonu evlerde toplantılar düzenlerlerdi. Rahmetli Hacı Hüsnü Uğurlu bu toplantıların düzenlenmesinde en etkili isimlerden biriydi. Büyük amcam Ahmet amca da bu organizasyonlarda etkin rol oynardı. 
Benim isimlerini hatırladığım, İhsan Toksarı, Çarşı Camii İmamı Raif Bahriyeli, Tevfik Çapacı gibi isimleri sayabilirim. Bazı toplantılarına Abdurrahman Gürses Hoca da gelmiştir ki babam onun Kur`an-ı Kerî m tilavetini teybe almıştı. 
İbrahim Ethem Gören: Bu vesileyle Kızıl Minare Camii`nin imamı Mahmut Bayram Hoca`yı hayır ve rahmetle yâd edelim.  Fatih için, bir adım öte İstanbul ve Türkiye için Mahmut Bayram hocanın sohbetleri hangi anlamları haviydi?
Erhan Erken: Daha sonraki dönemde -sanırım 80`li yılların sonlarına doğru- babam Fatih`te amcamlarla beraber bir grup arkadaşıyla birlikte Mahmut Bayram Hoca`nın da katılımıyla bir toplantı grupları vardı. Orada hatırladığım kadarıyla Terhib ve Tergib adlı bir kitap okunurdu. Mahmut Bayram hoca onlara dersi kısa tutardı. 'Size bu kadar yeter, daha fazla sıkarsam bir daha beni çağırmazsınız!' diyerek muhataplarına takılırdı. Rahmetli Mahmut Hoca herkesin kaldıracağı kadar ders yapan ve insan psikolojisini çok iyi bilen bir zattı. Allah Rahmet eylesin.
Necdet Erken Hicaz da hac arkadaşlarıyla...
İbrahim Ethem Gören: Â min. Necdet Erken hacca da bildiğim kadarıyla arkadaşlarıyla birlikte arabayla gitmişti. Hac yolculuğunun evinize yansımaları nasıl oldu?
Erhan Erken: Babam 1972 veya 73 yılında hacca gitmişti. Hac arkadaşları, Sabri Özpala`nın kardeşi Ömer Özpala ve Bahattin Saraçhoca idi. O zaman Ömer ağabeyin 1966 veya 67 model, Opel marka bir arabası vardı, hacca bu araçla gitmişlerdi. Bu yolculuk yaklaşık bir ay sürmüştü. 
İbrahim Ethem Gören: Ahiret işinden dünya işine dönüş yapalım ve Necdet Erken`in Kapalıçarşı`da icra ettiği kuyumculuk esnaflığını da konuşalım. 
Erhan Erken: Babamın Kapalıçarşı dünyaları da ayrı bir fasıldır. Bu konuda Kapalıçarşı ile ilgili yazdığım mufassal yazıyı tavsiye edebilirim. Orada detaylı malumat vermekteyim.
Necdet Erken in Kapalıçarşı daki ilk Kuyumcu dükkanı yıl-64-65.
İbrahim Ethem Gören: Dükkâna siz de gider miydiniz?
Erhan Erken: Ben Kapalıçarşı`daki dükkâna gitmeyi çok severdim. Fırsat buldukça gitmek ve uğramak isterdim. Fakat babam buna pek taraftar olmazdı. 'Oğlum paranın tadını alırsan okumazsın diye korkuyorum, onun için buraya çok alışma' derdi. Ama ben yine de okul çıkışlarında veya Beyazıt bölgesinde arkadaşlarla buluştuğumuz zamanlarda babamın dükkânına uğrardım. Tabii amcamların Sıra odalar`daki imalathanesi ile eniştemin Yorgancılar caddesindeki yorgancı dükkânı bu bölgeye gittiğim zaman uğradığım mekânlardı.
İbrahim Ethem Gören: Babanızın altın-gümüş, para ile münasebeti nasıldı?
Erhan Erken: Babam tüm para ilişkilerini altın üzerinden değerlendirirdi. Kuyumcuların biraz da genel hâlet-i ruhiyesi böyledir diye biliyorum. 
Babam bir şey alacaksa veya verecekse bunun altın karşılığını hesaplardı. Bazen babama 'şurada bir yer alalım, bakın şu iş cazip' gibi teklifler gelince babam ve amcam 'altın satıp arsa alınmaz veya dükkândan altın satıp başka iş mi yapılır?' gibi bir karşı fikir içinde olurlardı. Şimdiki zamanda düşünüyorum da bu mülahazalarda ciddi haklılık payları varmış. Babam işi bıraktığında bir kilo altın yaklaşık 12.000 dolar civarındaydı. Bugün yine yaklaşık 48-50 bin dolar civarında. Tabii bunun dışında da birçok örnek bulunabilir ama altının değeri yıllar içinde birçok mala göre ciddi bir avantaj sağlamıştır. Ama maalesef ne biz, ne de aileden başkası kuyumculuk dünyası içinde kaldı.
Rahmetli babam yeniliklere çok açık bir insandı. Altın ile ilgili tüm bu mülahazalara rağmen acil ihtiyaçveya hayat standardının yükseltilmesine yol açacak herhangi bir şey karşısına çıktığında bunu hemen denerdi. Çoluğu-çocuğu akrabası veya dostu için harcaması gerekeni harcardı. Bizim cebimizin boş kalmasına hiçdayanamazdı. Torunları büyüdükçe her gördüğünde hepsine durumu nasıl?' diye sorar, 'sakın parasız-pulsuz dolaşmayın' deyip onlara bir şeyler verirdi. 
İbrahim Ethem Gören: Necdet Erken`in veresiye altın verdiğini biliyoruz. Bugünün insanı veresiye altın ticaretini nasıl okumalı?
Erhan Erken: Evet, o ilginçbir durumdu. Rahmetli babam dükkânı var iken, özellikle dost bildiği insanların altın ile ilgili bir ihtiyaçları olduğunda (nişan-düğün vesair) onların o ihtiyaçlarının görmek için elinden geldiği kadar gayret ederdi. Müşterilerinden alabildiğini alır, bakiyesini defterine yazardı. 
'Çakır`ı özellikle Çırçır çok severdi.'
Erhan Erken: Geri ödeme zamanına kadar altın fiyatları yükselmiş olursa karşısındaki teklif etmezse bir şey de isteyemezdi. Bu yolda sanırım bir hayli zarara da girmişti. Fakat bu tür zararları pek mevzu etmezdi. Geriye baktığımda yaptığı iş güzel bir hareketti. Bu şekilde belki para kaybetmişti ama çok dost kazanmıştı. Çakır`ı özellikle Çırçır çok severdi.
İbrahim Ethem Gören: O yıllarda Kapalıçarşı, İstanbul`un, bir adım öte Türkiye`nin ticaret hayatının neresinde konumlanmaktaydı?
Erhan Erken: Fatih Sultan Mehmet İstanbul`u fethettiği zaman kısa bir süre sonra Cevahir Bedesteni`ni kuruyor. Burası Ayasofya Vakfı`na gelir getirecek bir yer olarak düşünülmüş. Daha sonra bir rivayete göre Fatih devrinin sonlarında, başka bir rivayete göre ise daha sonraki dönemlerde ilk bedestenin yakınlarında Sandal Bedesteni adlı başka bir bedesten daha oluşturuluyor. Kapalıçarşı genelde bu bedestenlerin etrafına yerleşmiş dükkânlardan oluşuyor. Kapalıçarşı İstanbul`un en önemli alış-veriş merkezlerinden biri, hatta en önde geleni. İçinde yer alan sokakları genelde mesleklere göre ayrılmış. Eski ahilik sisteminin esintilerini burada yüzyıllar sonra da görebilmek mümkün. Kalpakçılar, Örücüler, Kuyumcular, Yorgancılar, Fesçiler vs. gibi mesleklere yönelik bölümler var. Gerçi şu an bazı meslekler pek de gündemde değil ama isimleri hâlâ yaşıyor. Babamın 1960 ile 1977 arasında kuyumculuk yaptığı dükkân Kuyumcular caddesinin başlangıcında Terzibaşı Aralık Sokak adlı bir sokaktaydı. Muhtemelen orada eskiden terziler veya terzi levazımatı satan dükkânlar bulunuyordu. Babamın zamanında terzi levazımatı satan bir Ermeni esnaf vardı. Herhalde o zat bu sokağın ismini tek başına temsil ediyordu. 
Babamların sokağı adeta bir mahalle gibiydi. Yıllar boyu devam eden bir komşuluk hukuku vardı. Sadece iş yeri sahipleri değil dükkânlarda çalışan ve dükkânların sanki ayrılmaz parçası gibi görünen elemanlar bile ailenin parçası gibiydiler. 
İbrahim Ethem Gören: Mesela;
Erhan Erken: Mesela babamın Güray Bey isminde bir yardımcısı vardı. Biz Güray ağabeylerle ailecek görüşürdük. Babamların kendisiyle çok seviyeli bir muhabbetleri vardı. Gün geldi Güray ağabey Fatih`te kuyumcu dükkânı açmak istedi. Babam, onun kiralayacağı dükkânın mal sahibine Güray ağabey için kefil olmuştu ve ona elinden gelen desteği göstermişti. Sırf babam değil, diğer esnaf da öyleydi. Mesela rahmetli dayım bazen bizim dükkânda bazen de karşı komşumuz İhsan Tim amcanın dükkânında çalışırdı. İhsan amca dayıma sanki kardeşi imiş gibi davranırdı. Diğer komşular da bir nevi benim amcamlarım veya ağabeylerim gibiydi. İhsan amca Galatasaray Lisesi`ne gitmem konusunda da epey etkili oldu.  Lisede okurken ne zaman çarşıya gitsem hemen bir Fransız turist gördüklerinde komşular beni çağırır, 'hadi bakalım, şu malı satıver!' diye takılırlar ve birkaçkelime ettiğimde çok keyiflenirlerdi.
İbrahim Ethem Gören: Kapalıçarşı esnafının birbirleriyle münasebeti nasıldı?
Erhan Erken: Babamın çarşıdaki arkadaşları da bizleri evlatları gibi görürlerdi. Esnafın kendi arasındaki münasebeti de çarşı da çok başkaydı. Esasında borçalış-verişlerinde işlemi not etmek çok önemli olsa da (sünnette bu husus çok önemli olarak zikredilmiştir) bizim sokakta ve babamın yakın arkadaşları arasında bu keyfiyet sanki ayıpmış gibi nitelenirdi, o dönemlerde söz senetti ve hatırladığım kadarıyla bu hususta pek problem de çıkmazdı. Babam altın hammaddesi aldığında arkadaşlarıyla çoğu kere açık hesap çalışırdı. Bir adım öte söz senetten ve yazılı belgeden çok daha sağlamdı.
Büyük amcalarımın Sıra Odalar`daki atölyesi de bu tarz bir mekândı. Hava almak veya iki muhabbet etmek isteyen arkadaşları oraya kısa süreliğine de olsa uğrarlar bir iki laflayıp işlerine dönerlerdi. Amcamlar da bu münasebetten çok hoşlanırlardı.
İbrahim Ethem Gören: Esnaf birlikteliklerini Kapalıçarşı`nın ötesine taşır mıydı?
Erhan Erken: O dönem esnafın bazı gece gezmeleri olurdu. Beraberce boğaza gidip birkaçbardak çay içip dönerlerdi. Bazen de beraberce, erkek-erkeğe Türkiye içinde kısa gezileri olurdu. Buna erkek faslı derlerdi. Ayrıca yine belli bir kesim arasında Cuma günlerinin akşamlarında genelde dini bir muhtevanın da içinde kısmen yer aldığı toplantılar yapılırdı.
İbrahim Ethem Gören: O dönemlerin Kapalıçarşı esnafı orta üst sınıf gelir sınıfında mütalaa edilebilir sanırım;
Erhan Erken: Çarşıda o dönemdeki babamın da içinde yer aldığı arkadaş grubu maddi durumları genelde ortanın üzerinde, iyi denebilecek düzeyde kimselerdi. Maddi durumları için çok iyi` diyebileceklerimiz de vardı. Fakat aralarında hiçbir statü farkı hissetmezdiniz. Bu insanlar yaptıkları bu kısa ve uzun gezilerde çok ekonomik bir gezi usulü tatbik ederlerdi. 
İbrahim Ethem Gören: Nasıl bir usulden söz ediyorsunuz Erhan Bey?
Erhan Erken: Şöyle; Arabaların arkasında çay ve kahve yapma tertibatı, bardaklar, Aygaz tüpü, küçük bir masa ve en az dört portatif şezlong bulunurdu. -Evlendikten sonra ben de arabamın arkasında bu tip bir seti yıllarca bulundurmuştum.- Seyahate çıkan esnaf grubu yol güzergâhında acıkınca bir yerde dururlar, domates, biber, salatalık, peynir-zeytin ile beraber taze ekmek yerler ve yanında güzel bir çay içerlerdi. Bu mükellef bir yemek olarak algılanırdı. Şehir dışı gezilerinde ise mütevazı otellerde kalırlardı.
İbrahim Ethem Gören: İktisatlı bir hayat sürmüşler;
Erhan Erken: Evet, İbrahim Ethem Bey, bu insanlar para kazansalar da tutumlu bir hayat sürerler ve tüketimi temel alan kapitalizme veya 1990`lı yıllardan sonra özellikle daha da artan tüketim kültürü akımına kendi dönemlerinde karşı çıkıp adeta meydan okurlardı. Nerdeyse büyük çoğunluğu kendi çaplarında maddi birikim de elde edebilmişlerdi. Bugün aynı seviyede esnaflık yapan kesimler mukayeseli olarak bakıldığında o dönemki insanların bir hayli gerisindeler. Şimdiki zamanda çeşitli birikimleri olanlar bulunsa da birçoğunun borçları, sahip olduklarından çok daha fazla.
Belki de kendi dönemlerinin şartları böyleydi de böyle yaşıyorlardı. Daha sonra yaşasaydılar onlar da postmodernizmin her şeyi tüketmeyi savunan esintisinden etkilenebilirler miydi?` mukadder sualine tam bir cevap verebilmek mümkün değil.
İbrahim Ethem Gören: Bu meyandaki gözlemleriniz nelerdir?
Erhan Erken: Benim tesbitime göre sanki rahmetli Turgut Özal`ın Türkiye`yi dışa açan ve her türlü dış etkiye açık bir ülke hedefi sonrası hem iktisadi hem de sosyal yapıda büyük bir değişim ortaya çıktı. İnsanlar adeta kabuklarını kırdılar ve tabiri caizse kabak çiçeği gibi açıldılar. Bir yandan dünya ile entegre olduk ve bunun bir çok nimetini gördük, fakat diğer yandan da çok şeyimizi kaybettik. Bu halin fayda-zarar analizini sanırım iyi yapmak gerekiyor.
Kapalıçarşı nın numune esnafı Necdet Erken den müşfik bir aile pozu...
İbrahim Ethem Gören: Necdet Bey Kapalıçarşı`dan Yavuz Selim`e nasıl bir sâikle taşıdı dükkânını? Ve dahi 12 Eylül`den önceki anarşi ortamı sokaklara, çarşı-pazara ve dahi kuyumcu dükkânlarına ne kadar yansıdı? 
Erhan Erken: Babam 1977`de dükkânı Fatih`e taşımıştı. O yıllarda anarşik olaylar gittikçe tırmanıyordu. Bizim dükkânın hemen yakınında CHP`nin ilçe binası vardı. Biraz aşağımızda ise MHP`nin ilçe teşkilatı... Tabii bu iki mekân arasında volta atanlar, giden-gelenler bazen bizim dükkânı da tedirgin etmekteydi. Hemen karşımızda Emniyet Amirliği binasının olması bir miktar güven verse de o dönem için bunun bile fazlaca bir önemi yoktu.  12 Eylül yaklaştıkça kuyumcu dükkânı soygunları da artmaya başladı. Fatih`te de soygunlar oluyordu. Hatta babamın Darüşşafaka Caddesi üzerinde İnci Kuyumcu adlı dükkânı işleten bir arkadaşını hem soymuşlar hem de öldürmüşlerdi. Bu olay babamı çok etkilemişti. 'Ben bu dükkânı kapatacağım. Bu kadar sene sonra bir kazaya kurban gitmeyelim' deyip ihtilale yakın bir zamanda dükkânı kapattı.
Babam 12 Eylül İhtilali`nin sonrasında belli bir dönem daha bekledi. Bir türlü dükkânı tekrar açmaya cesaret edemiyordu.  Bir dönem dükkânı kuyumcu bir arkadaşına kiraya verdi. Birkaçyıl sonra da satmaya karar verdi. Satmazdan önce de bana 'sen bu işi yapmayı düşünür müsün?' diye sormuştu. Ben o günün şartlarında nedense bu mesleği yapmayı düşünmemiştim. 'Sen bilirsin baba' demiştim O da satıverdi.
İbrahim Ethem Gören: Burada müsaadelerinizle 'Şenlikköy' faslı açalım; Aileniz yılın 5-6 ayını hangi mülahazalarla Şenlikköy`de geçirirdi?
Erhan Erken: Bizim aile 1960`lı yılların sonlarından itibaren Florya Şenlikköy`ü sevmeye başlamıştı. O zamanlar Şenlikköy adı gibi, tek katlı bahçeli evlerin olduğu, bol yeşillikli, güzel bir köy gibi idi. Ailenin çocukları olarak bizler de Şenlikköy`ü çok severdik. Amcamlar oradan bir ev almışlardı. Babam da bahçe içinde bir ev kiralamıştı. Ev sahipleri Nazım Bey amca ile Ayşe Hanım teyze idi. Kendileri de orada oturur, bahçelerinin içindeki üçayrı birimi yazlıkçılara kiraya verilerdi. 
Necdet Erken oğlu Erhan ve kızı Esra ile...
İbrahim Ethem Gören: Nasıl bir yerdi burası?
Erhan Erken: Bahçesi çiçeklerle dolu, kapısında kocaman çınar ağacı olan güzel bir evdi. Babam orayı uzunca bir süre yaz-kış kiraya tutmuştu. Eşyalarımızın bir bölümü oradaki evde dururdu. Beyaz eşyaları ve bazı büyük parçaları okullar kapanmaya yakın oraya götürür, okullar açılırken de Fatih`e dönerdik. Ben kış aylarında okul derslerinden dolayı Fatih`te çok fazla sokağa çıkmazdım. Yaz aylarında ise Şenlikköy benim ve ailenin diğer çocukları için tam bir rahatlama yeri olurdu. Oradaki arkadaş muhitimle hâlâ görüşürüm. 1980 sonrasında ise babam, amcam ve eniştem (büyük teyzemin beyi) ile birlikte Basınköy Menekşe`de bir yazlık ev inşa ettiler. Böylelikle 1980 sonrasında yeni yazlık mekânımız Basınköy olmuştu. Bugünkü Basınköy Camii`nin yüz metre kadar ilerisinde bahçeli bir evdi. Biz oraya ev yaptığımızda Basınköy bir nevi köy hükmünde idi. Her yer bomboştu. O cami bile bizden çok sonra yapılmıştır.
YARIN-ERHAN ERKEN: BABAM MÜ STAKİL ÇALIŞMAYI SEVEN BİR KİŞİYDİ.