Anlam veremediğim tartışmaların odağında olan ve İstanbul Sözleşmesi olarak bilinen 'Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi' 11 Mayıs 2011 de imzaya açıldı. Türkiye sözleşmeye ilk imza atan ve ulusal meclisinde ilk onaylayan ülkedir.
İstanbul Sözleşmesi hükümleri, aile içi şiddet de dahil olmak üzere, kadınları orantısız bir biçimde etkileyen, kadına karşı her türlü şiddet için barış zamanında ve silahlı çatışma durumlarında geçerli olacaktır.
İstanbul Sözleşmesi kapsamında
- 'kadına karşı şiddetten', kadınlara karşı bir insan hakları ihlali ve ayrımcılık anlaşılacak ve bu terim, ister kamu ister özel yaşamda meydana gelsinler, söz konusu eylemlerde bulunma tehdidi, zorlama veya özgürlüğün rastgele bir biçimde kısıtlanması da dahil olmak üzere, kadınlara fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik zarar ve acı verilmesi sonucunu doğuracak toplumsal cinsiyete dayalı tüm şiddet eylemleri olarak anlaşılacaktır.
-'aile içi şiddet', eylemi gerçekleştiren, mağdurla aynı ikametgahı paylaşmakta olsun veya olmasın veya daha önce paylaşmış olsun veya olmasın, aile içinde veya aile biriminde veya mevcut veya daha önceki eşler veya birlikte yaşayan bireyler arasında meydana gelen fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik şiddet eylemleri
-'toplumsal cinsiyet', herhangi bir toplumun, kadınlar ve erkekler için uygun olduğunu düşündüğü sosyal anlamda oluşturulmuş roller, davranışlar, faaliyetler ve özellikler
-'kadınlara karşı toplumsal cinsiyete dayalı şiddet', bir kadına karşı, kadın olduğu için yöneltilen veya kadınları orantısız bir biçimde etkileyen şiddet olarak anlaşılacaktır.
-'kadın' terimi, 18 yaşından küçük kızları da kapsayacaktır.
Sözleşmenin giriş kısmında somut ve tecrübe edilmiş dayanaklar olarak
-Kadına karşı şiddetin, kadınlarla erkekler arasında tarihten gelen eşit olmayan güçilişkilerinin bir tezahürü olduğunu ve bu eşit olmayan güçilişkilerinin, erkeklerin kadınlara üstünlüğüne, kadınlara karşı ayrımcılık yapmalarına ve kadınların tam anlamıyla ilerlemelerinin engellenmesine yol açtığı
-Kadına karşı şiddetin yapısal özelliğinin toplumsal cinsiyete dayandığını ve kadına karşı şiddetin, kadınların erkeklere nazaran daha ast bir konuma zorlandıkları en önemli sosyal mekanizmalardan biri olduğu
-Kadınların ve gençkızların aile içi şiddet, cinsel taciz, ırza geçme, zorla evlendirme, sözde 'namus' adına işlenen suçlara ve kadınların ve gençkızların insan haklarının ciddi bir  biçimde ihlalini oluşturan ve kadınlarla erkekler arasında eşitliğin sağlanmasının önünde büyük bir engel olan kadın sünneti gibi ciddi şiddet türlerine sıklıkla maruz kaldığı
-Silahlı çatışmalarda sivil halkı ve özellikle de kadınları yaygın veya sistematik ırza geçme ve cinsel şiddet şeklinde etkileyen, devam ede gelen insan hakları ihlallerinin mevcudiyetinin ve gerek çatışmalar esnasında gerekse çatışmalardan sonra toplumsal cinsiyete dayalı şiddetin artma potansiyeli
- Kadınların ve gençkızların erkeklerden daha fazla oranda toplumsal cinsiyete dayalı şiddet riskine maruz kaldıklarının ve erkeklerin de aile içi şiddetin mağdurları olabileceği
Unsurları ifade edilmiş ve daha önceki insan hakları ile ilgili sözleşmelere atıflar yapılmıştır. Bütün bunlardan hareketle sözleşme toplumun her ferdini, özellikle de erkekleri ve erkek çocuklarını, tutumlarını değiştirmeye davet ederek, bireylerin vicdanlarını ve düşüncelerini değiştirmeyi amaçlamaktadır.
Görüldüğü gibi İstanbul Sözleşme`sinin koruma çatısı kadınlar vardır. Sözleşme kapsamında yaş, ırk, sosyal köken gibi ayrımlar gözetilmeksizin tüm kadınlar korunmakla birlikte şiddet görme ihtimali daha yüksek olan bazı kırılgan gruplara özel önem verilmesi gerekliliği de vurgulanmış Sözleşme`nin cinsiyetine bakılmaksızın diğer ev içi şiddet mağdurlarını da kapsayacak şekilde uygulanabileceği hususunda taraf devletler teşvik edilmiştir.
Sözleşme`de 'ev içi şiddet' ve 'toplumsal cinsiyet' tanımlarının yapılmış olması ayrıca önem taşımakta, 'toplumsal cinsiyet' kavramına da uluslararası bir sözleşmede ilk defa yer verildiği görülmektedir. Sözleşme ile devletler kadına yönelik şiddet eylemlerini -bu eylemler ister devlet ister özel şahıslar tarafından gerçekleştirilmiş olsun- önlemek, soruşturmak ve ulusal mevzuata göre cezalandırmak için gerekli özeni göstermeye davet edilmektedir. Dolayısıyla İstanbul Sözleşmesi ile kadına yönelik şiddetin önlenmesi, mağdurun korunması, şiddet uygulayanın cezalandırılması ve konuya ilişkin bütüncül devlet politikalarının geliştirilmesi hedeflenmektedir.
Bunlardan hareketle, İstanbul Sözleşmesinin 'sebep' değil 'sonuç' olduğunu söyleyebiliriz. Hal böyle iken İstanbul Sözleşmesini amacı ve içeriği dışında farklı biçimde çarpıtarak, kışkırtıcı ve çatışmacı yorumlayanların maksatlı ve kasıtlı oldukları kanaatindeyim.
İstanbul Sözleşmesi farklı hayat biçimlerinin, tercihlerin, kimliklerin, boşanmaların, resmi olmayan birlikteliklerin, sapkın ve sapma davranış, yaşayış ve düşünüş biçimlerinin ve bu anlayıştakilerin örgütlenme ve eylemlerinin gittikçe çoğalmasının nedeni değildir. İstanbul Sözleşmesi ekonomik ve politik anlayışların oluşturduğu bu unsurların doğurduğu mağduriyetlerin 'kadın' cephesindeki kısmını önlemeyi amaçlamaktadır.
Dolayısıyla İstanbul Sözleşmesi masumdur.
Şiddete uğrayan kadın kadar masum;
İstanbul kadar masum ve İstanbul`a yakışan bir sözleşmedir.