Sosyal medya platformlarının toplumun her kesiminde yaygın kullanımı, kişisel imajları hiç olmadığı kadar önemli hale getirdi.
Filtrelenmiş fotoğraflar ve kurgusal videolar, gerçekliği bükerek kullanıcıların zihinlerinde adeta bir güzellik diktatörlüğü kurdu. Bu diktanın esiri olan kişilerde ise dış görünümlerinin iyileştirilmesine duyulan ihtiyaç, artık beslenme ve uyku gibi temel fizyolojik ihtiyaçları bile gölgede bırakır hale geldi. Zira fiziksel güzellik, başarı ve mutlulukla eş değer görülmeye başlandı. Böylece toplumunun yeni tüketim alışkanlıkları ve değer yargıları karın doyurmaktan ziyade göz doyurmak üzerine inşa edilir oldu. Maslow'un ihtiyaçlar piramidinin temelini oluşturan fizyolojik gereksinimler ise yerini estetik kaygılara bırakmış gibi.
Ortaya atıldığı günden beri geçerliliği farklı bilim çevrelerinde tartışılsa da Maslow’un ihtiyaçlar piramidi geniş ölçüde kabul görmüştü. Bu teoriye göre Abraham Maslow, insan ihtiyaçlarını bir piramit şeklinde sıralarken bu pramidin en temelinde fizyolojik ihtiyaçlar (yemek, su, uyku gibi) olduğunu kabul ediyordu. Temel ihtiyaçlarını karşılayan birey, sırasıyla güvenlik, ait olma, sevgi ve saygınlık gibi sosyal ihtiyaçlara yönelmekteydi. Piramidin zirvesinde ise insanın en büyük hedefi olan kendisini gerçekleştirme bulunmaktaydı. Oysa artık pek çok insan için beğenilmek ve sosyal kabul görmek gibi ihtiyaçlar sağlıklı beslenmekten veya yeterli uykudan bile daha öncelikli. Bu sebeple yoksulluk sınırında yaşayan insanları dahi güzellik merkezlerinin kapısında sıraya girmiş görüyoruz.
Ekonomik şartlar sebebiyle temel ihtiyaçlarını karşılayamadığından şikâyet eden gençlere “Göster bakayım telefonunu” diyen “dayı”larla Z kuşağının yaşadığı gerilim bu değişen ihtiyaçlar hiyerarşisinden kaynaklanmaktadır. Dünya savaşlarına şahit olmuş ve kıtlık zamanlarını yaşamış bir nesil için dış görünüşe, giyim-kuşama veya sosyal statü sembolü olan bir cep telefonuna yapılan harcama gereksiz görülebilir. Bunların yerine temel ihtiyaçlarına yönelmek ve bir kilo kıyma almak daha mantıklıdır. Oysa, ekonomik sıkıntılar sebebiyle yeterli protein alamadığı halde sosyal kabul ihtiyacını karşılamak için dış görünüşüne ve imajına yatırım yapan insanlar artık hiç yabancı değil. Ailesi için toplanan yardım paralarıyla, gıda malzemesi almak yerine estetik müdahale yaptırmayı tercih edenlerin bile olağan karşılandığı bir dönemdeyiz.
Uluslararası Plastik Cerrahi Derneği (ISAPS)’nin 2023 raporuna göre tüm dünyada estetik operasyonların uygulanma oranı son dört yılda yüzde 40 artış gösterdi. Plastik cerrahi giderek daha fazla kişi tarafından özgüven ve refahı artırmanın bir yolu olarak görülüyor. Ülkemizde toplam güzellik merkezlerinin sayısı ise 100 binin üzerinde. Okul sayısından çok daha fazla olduğunu belirtmeye gerek yok. Oluşan bu tabloda ülkemizde yetişen doktorlar da hayat kurtaracak bölümlerden ziyade plastik cerrahi ve dermatoloji gibi alanlara yöneliyor. Tıpta Uzmanlık Sınavında en yüksek puanı alan doktorların tercihleri hep bu yönde.
Sonuç olarak, imaj ve gösteriş kültü, insanlık tarihinin en büyük yanılgılarından biri haline geldi. Toplumsal güzellik algısı, genellikle sosyal medyanın ve reklam dünyasının yarattığı kalıplarla şekilleniyor. Herkesin aynı standartlara uyması gerektiği yönünde bir baskı oluştururan bu kalıplar, daha fazla insanın doğal olmayan yolara başvurmasına sebep oluyor. Ortaya çıkan durum, sadece bireylerin psikolojisini değil, toplumları da olumsuz etkiliyor. Fiziksel güzellik, sosyal statü ve başarı ile eş anlamlı hale gelirken, iç güzellik, zekâ ve yetenekler arka plana atılıyor. Bu durum, toplumsal eşitsizlikleri derinleştirirken farklılıklara saygı duymayı da zorlaştırıyor. Öte yandan iyimser bir bakış açısıyla değerlendirilirse, imaj devri sona da yaklaşmış olabilir. Zira, güzellik standartlara sığdırılamaz. Herkesin mükemmel şekilde estetik standartlara uygun hale geldiği bir toplumda, asıl güzelliğin özgünlükten ve kişisel farklardan kaynaklandığının anlaşılması da uzak görünmüyor.