İnsani ilişkilerin şahsi çıkarlar üzerine bina edildiği bir çağdayız. Karşılıksız iyilik artık şüpheyle yaklaştığımız bir kavram.

Sosyal medya ve basında yer alan haberler bu gerçeği bir virüs gibi yayarak, toplumun bağışıklık sistemini zayıflatıyor. Gündüz kuşağı programlarının ortaya çıkardığı olaylar ve sebep olduğu ahlaki erozyon sayesinde ise kötülük adeta olağan bir hale geldi.

 Modern dünyada iyilik kavramı, köklü bir dönüşüm geçirdi. Eskiden ahiret inancıyla desteklenen iyilik anlayışı, pozitivizmin yükselişiyle birlikte kişisel veya toplumsal fayda arayışına indirgendi. Bu değişim, iyiliği bir çeşit yatırım aracına dönüştürerek, kadim kültürümüzdeki "kaz gelecek yerden tavuk esirgenmez" mantığıyla bağdaştırıldı. Oysa aynı kültür, “İyilik yap denize at, halk bilmezse Halik bilir” de diyordu. Etik felsefecisi İoanna Kuçuradi, “iyilik” kavramına bu şekilde bir alış-veriş olarak yaklaşılmaması gerektiğini vurguluyor. Kuçuradi’ye göre “Halik bilsin” diye yapılan iyilik de etik değildir. Zira insan, biri bilsin diye değil, sadece ahlaki doğrular adına iyilik yapmalıdır.  Peki kişisel çıkarları gözetmek yerine neden ahlaki iyinin peşine düşmeliyiz?

Ahlak felsefesi üzerine düşünen pek çok ismi bir araya getiren “İyiliği Düşünmek” kitabı insanı iyiliğe yönelten sebepleri irdeliyor. Aristo’dan beri iyiliğin kaynağı hakkında düşünen filozoflar çeşitli varsayımlar geliştirmişti. Bazı düşünürler ahlakın kaynağını vahiyle temellendirirken, bazısı toplumsal sözleşme teorisi sunmaktaydı. Böylece sonuçlara bakanlar, pragmatistler, niyetleri önemseyenler gibi ahlaki sınıflamalar oluştu. Düşünürlerin savunduğu etik teoriler, insan davranışlarının değerlendirilmesinde farklı kriterlere dayanmaktaydı. Bu çeşitlilik, ahlaki düşünceye zenginlik katarken, iyilik kavramının karmaşıklığını ve çok boyutluluğunu da ortaya koymaktadaydı.

İyilik, felsefeden teolojiye, sosyolojiden psikolojiye kadar pek çok disiplinde tartışılan, ancak net bir tanım üzerinde uzlaşılamayan karmaşık bir kavram. Aristo, iyiliği insanın içinden gelen bir dürtü olarak görüyordu. Auguste Comte ise Pozitif Felsefe Dersleri kitabında iyiliği, insanlığın ortak değerleri uğruna yapılan fedakârlık olarak tanımlıyordu. Altruizm olarak adlandırılan bu yaklaşım, bireyin herhangi bir çıkar gözetmeden ve dışarıdan ödül beklemeden, hatta bazen de bedel ödeyerek toplumun iyiliği için hareket etmesini öngörmektedir. Fakat dürtüsel değil, bilinçli bir iyi olma halini idealleştiren alturizm, iyilik nedir sorusunu cevaplamakta ise yetersiz kalmaktadır. Zira uğruna fedakarlıkta bulunulan şey herkes için iyilik getirmeyebilir. Bu durum, “iyi”nin objektif bir tanımının zorluğunu ortaya koyar. Kuçuradi, bu ikileme insan ticaretini örnek vermektedir. Bir insanın para karşılığı alınıp satılması ahlaki kabul edilmez, ancak rehineleri para karşılığında satın alarak esaretten kurtarmak, erdemli bir davranış olarak görülür. Dolayısıyla mutlak iyinin davranışsal sınırlarını net bir şekilde çizmek mümkün değil. Bu durumda asıl iyilik, niyette ortaya çıkmaktadır. 

 Aslında iyilik, Kuçuradi’nin belirttiği gibi çıkar ilişkileri içinde oluşturulan bir tercih değil, hakikatini kavramış insanın doğal bir eğilimidir. Aristo Nikomakhos'a Etik eserinde iyiliği “spoudaios” (erdemli insanın) eylemi olarak tanımlamaktadır.  “İyiliği Düşünmek” kitabındaki bölümde Kemal Sayar ise iyiliği “sevginin eylem hali” şeklinde ifade eder. Aristo felsefesine yakın duran bu söylem, iyiliğin göreceliği sorununa da açıklık getirmektedir. Sonuç olarak, hergün daha da kötüye gidiyormuş gibi görünen dünyamızda toplumun ne kadar alçalabildiğine şahit olurken insanı iyiliğe sürükleyen gücün kaynağı, hakikatine duyduğu inançtır.