Adana, Niğde ve Kayseri şehirlerinin birleştiği alanda, yıllardır bir efsane dolaşır durur.
Bu “Deli Habip” efsanesidir. 1909 yılında Adana’da Ermeni isyanları patlak verdiğinde öne çıkan isimlerden olan Deli Habip Ermenileri kabullenmemesiyle bilinir ve bu yönde kendince girişimlerde bulunur.
Aslında 2 Müslüman gencin öldürülmesiyle başlayan Adana’daki Ermeni İsyanları sadece Deli Habip’in sinir uçlarına dokunmuyordu ve elbette başkaları da vardı. Burada onlarında hakkını teslim edelim.
Kozan Sancağı’nda hayatını sürdüren Deli Habip, Ermeni isyanları sonucunda açıkça tavrını ortaya koyarak bölgedeki Ermenilere saldırmasıyla bilinir. Bölge halkı onu eşkıya olarak tanımlamaz daha çok yiğit derler.
Deli Habip’in oğlu Bayram, “Deli Habip/Vur Emri” adlı eserin yazarı, Adana’dan üç dönem milletvekili seçilen Ali Küçükaydın'ın teyzesinin kocasıdır ve ondan epey hikayeler dinler.
Uzun yıllar kafasında kurguladığı, hatıratlardan yola çıkarak hazırladığı “Deli Habip/Vur Emri” adlı eserini Ali Küçükaydın 2023’ün Nisan ayında yayınladı.
Antalya Serik’te başlayan, oradan Aydın Söke’ye, buradan da Adana’ya, Kozan Sancağı’na uzanan tarihi gerçek olayları roman tadında kaleme alan Küçükaydın eserine Deli Habip’in babası Donsuz Osman’ı anlatmasıyla başlıyor. Habip’in babası Osman bir kanun kaçağını askerlerin elinden almış ve çadırında onu saklamıştır. Askerlerle çatışmaya da giren Donsuz Osman, Serik’teki yurdunu terk etmek zorunda kalır. Habip’in daha çocuk olduğu bu yıllarda Aydın Söke’ye göçünü çeker. Burada duramaz ve Adana’ya doğru göç yoluna düşer. O dönem Kozan Sancağı sınırları içerisinde yer alan, günümüzde Niğde, Adana ve Kayseri sınırlarının birleştiği alanda hayatını sürdüren Donsuz Osman Ermenilerle iyi münasebetlerde kurar.
İşte Deli Habip, babasının Ermenilerle dostluğunu dahi kabullenemeyecek bir yapıdadır. Bunu ve iki tarafın hallerini Ali Küçükaydın şöyle özetliyor:
“Habip’in çevresinde bu konulara tavır koyan, tepki gösteren bir grup oluşmuştu. Bu şekilde hareketlenmeler onları bazı yanlışlıklara da götürüyordu. Bakış yavaş yavaş değişmeye başlamıştı. Yılların dostluğu yerini şüpheli bir bakışa, kaygılı bekleyişe bırakmıştı. Hangi taşı kaldırsan altından akrep yılan çıkar rüzgarı esmeye başlamıştı. Deli Habip gibi, sert şekilde bu işin üstüne gidip, yılanın başını küçükken ezeceksin diyenlerin sayısı her gün biraz daha artıyordu.
Her iki taraftan da bu gidişin sonu kötü olacak diyen üzüntülü bakış, korkulu bekleyiş eksik değildi.
Deli Habip’in elinden devesini aldığı Ermeni için babası, ‘Adam benim dostum, devesini ver,’ diyordu da söz geçiremiyordu. Bazı Ermeniler de kendi çocuklarına söz geçiremez olmuşlardı, onlar da terör estiriyorlardı, küçükler büyüklerini dinlemez olmuştu. Ayakların baş, başların ayak olduğu dönem gelmişti (s. 113)”.
93 Harbi, Osmanlı-Rus Savaşı iki taraf arasında huzursuzluğu başlatmış gibidir. Rusların desteğini alan Doğu’daki Ermenilerin çıkardıkları olaylar Türklerin hafızasına mıh gibi kazınmıştı. Deli Habip’in babası Osman her ne kadar Ermenilere dostum dese de anası pek öyle düşünmüyordu ve daha erken yaşlarda oğluna 93 Harbi’ni ve Ermenilerin yaptıklarını anlatmaya başlamıştı.
Ermeniler yüzünden babasıyla arası açılan ve bu yüzden babasından beddua alan Deli Habip:
“Ben bir Ermeni’ye laf dedim mi, babam onlar benim dostum, ileri geri konuşma derdi (s. 103)”.
Ermeni İsyanları’nın başlamasıyla beraber Deli Habip iyice raydan çıkar ve tozutur. İttihat ve Terakki’nin tartışmalı politikası Deli Habip’i adeta deli döndürür ve Osmanlı askerlerine dahi rest çeker. Tarihi Kozan Köprüsü’nde bir grup Ermenilerle çatışmaya giren Deli Habip:
“Adana’ya yardıma gitmeyeceksiniz, yoksa ayaklarınızı, kolunuzu, kafanızı da kırarım (s. 117).”
Kozan Köprüsü’ndeki çatışmadan Osmanlı askerleri haberdar olmuştur ve müdahale için bölgeye gelmiştir:
“Sağa sola kaçışanlar oldu. Yaralananlar belki de ölenler vardı. O dönemde olan her şeyi bütün açıklığıyla görmek pek mümkün değildi, puslu havada her şey açık seçik görülmüyordu. Devlet otoritesi ciddi zaafa uğramıştı. Daha doğrusu, kimin eli kimin cebinde belli değildi. Karakola duyurulmuş olmalı ki bir Osmanlı zabiti olaya müdahale için gayet rahat, sallana sallana geldi. Habip onu görür görmez üzerine bir panter gibi atladı ve onu attan yere indirdi, elinden tüfeğini de aldı. Kafasına tüfeğin namlusunu dayadı, namlunun ucu sıcaktı, zabit ecel teri dökmeye ve yalvarmaya başladı. ‘Ağa ben Müslümanım, öldürme beni, merhamet et,’ diye.
Habip, ‘Ulan sen nasıl Müslümansın, böyle bir günde utanmadan Ermeni’yi korursun, Adana’da Müslümanların katledildiğini duymadın mı?’ Zabit ısrarla yalvarmaya devam etti. ‘Acı bana, ben Müslümanım,’ diye. Habip birden ‘Sıyır ulan şalvarı,’ dedi. Gerçekten bir de baktı ki, adam sünnetli. ‘Ulan senin dışın gâvur, için Müslüman,’ dedi. Silahını elinden alıp zabiti bıraktı. Zabit, canını kurtarmış, haline şükrediyordu (s. 117-118).”
Deli Habip, Adana merkezde, Haçin’de, dağların bir çok yerinde katledilen Müslümanların intikamını almaya kendini adamıştı. Öyle bilinen eşkıya tanımına da uymuyordu. Zira evli ve çocukları, yani bir kurulu aile düzeni de vardı. Fakat gözü kara ve önüne çıkan Ermeniler bir yana, katliamlara ortak olduğu düşüncesiyle daha doğrusu maddi yardımda bulunduklarını düşündüğü Ermenilere de saldırmaya başladı.
Derken Matyos Nalbantyan Efendi’nin çiftliğine saldırması Deli Habip’in sonunu getirir. Nalbantyan o dönem devlet yanlısı olarak da bilinir ve Osmanlı’nın da koruması altındadır. Sis (Kozan) Tabur Komutanı Arnavut Hacı Meto Binbaşı komutasındaki askerler hazırlanır ve Deli Habip’i derdest etmek için dağ yollarına düşerler. Hacı Meto bölgede özellikle Ermeni İsyanları sırasında Ermenileri kayırmasıyla da bilinir. Hülasa, Hacı Meto’nun tayin ettiği bir yüzbaşının komutasındaki askerler tarafından Gücüksu’da vurulan Deli Habip’in kafası kesilir ve sergilenmek üzere Adana’ya da gönderilir. Bir müddet Adana'da Yağ Camii önünde teşhir edilen Deli Habip'in kellesi yine sergilenmek üzere Sis'e yani bugünkü adıyla Kozan'a getirilir ve Hoşkadem Camii önünde teşhir edilir.
Deli Habip'in öldürülmesi bir yana en hazini ailesinin gözlerinin önünde kellesinin kesilmesidir.
Deli Habip’in cenazesi “şehit” statüsünde defnedilse de birçok akrabası ve dostu asker korkusundan mezarlığa gidemez. Matyos Nalbantyan Efendi’ye gelince, 1914 seçimlerinde Kozan mebusu seçilir ve Ermenistan’da halen akrabaları olduğu bilinmektedir.
1909’un Nisan ayında başlayan ve aynı yılın Ağustos ayında bölgeye intikal eden Cemal Paşa’nın da iz sürdüğü Adana Ermeni İsyanları pek gündeme getirilmiyor, daha doğrusu doğru dürüst bilinmiyor bile. İşte döneme farklı açıdan bakış getiren Ali Küçükaydın’ın “Deli Habip/Vur Emri” adlı eseri bu yüzden kıymetlidir.