Bu yazımda İstanbul un fethinden sonra kiliseden camiye dönüştürülen Ayasofya dan sonra İstanbul da ayakta kalan en büyük eski yapıdan bahsedeceğim.
Doğu Roma döneminden kalma dinî yapıdır. Kilise üçayrı şapelin bir araya gelmesinden oluşur.
İstanbul un fethinden sonra ilk medrese burada açıldı. Müderrisi Zeyrek Mehmed Efendi ydi. Fatih Külliyesiyle birlikte yeni medreselerin yapımı tamamlanınca buradaki medrese kapandı ve bina cami oldu. Şu anda yalnızca güney kısmı cami olarak kullanılmaktadır.
Fâtih Sultan Mehmed fetihten sonra bazı Bizans yapılarına bir İslâm şehrinde bulunması gereken yapı fonksiyonlarını vermiş, bu sırada Pantokrator Manastırı bir medrese haline getirilmiş ve yapı İstanbul`un Osmanlı dönemine ait ilk eğitim kurumu olmuştur. Medresenin müderrislerinden Zeyrek lakaplı Molla Mehmed Efendi yapının Osmanlı dönemindeki isminin kaynağıdır.
Binanın medrese fonksiyonu ile birlikte cami halinde kullanıldığı Fâtih vakfiyelerinde açıkça belirtilmiştir. Fâtih Külliyesi`nin medreseleri inşa edildiğinde yapı Abdullah-ı İlâhî `ye verilmiş ve bir zâviye şeklinde faaliyetini sürdürmüştür. Bizans kiliselerinin farklı dönemlerde yapılan bölümlerinin tamamı Osmanlı döneminde cami halinde kullanılmıştır. Caminin batı cephesinde inşa edilen tuğla minare de muhtemelen Fâtih dönemine aittir ancak Osmanlı dönemi boyunca onarımlar geçirmiştir. Cami yapılarının güneyinde Bizans dönemi duvarlarının çevrelediği avluda, Akşemseddin veya Semerci İbrâhim Efendi Tekkesi diye bilinen tekkenin ne zaman kurulduğu bilinmemektedir. Batı duvarında Osmanlı döneminde açılan bir pencerenin üzerinde bulunan yedi satırlık mermer kitâbede Akşemseddin`in burada geçirdiği zamandan bahsedilmektedir.
Manastır İmparator II. Ioannes Komnenos`un eşi, Macar Kralı Laszlo`nun kızı Eirene tarafından 1124 yılı dolayında inşa edilmeye başlanmış ve imparatoriçenin ölümünden sonra manastırı muhtemelen kocası tamamlamıştır. 'Typikon' denilen ve kuruluş ilkelerini belirleyen manastıra ait bir çeşit vakfiye ancak 1136`da yazılmıştır. Yapıların mimarı olarak Nikeforos bilinmektedir. Manastırın elli yataklı, beş bölümlü, iyi düzenlenmiş bir hastahanesi, kütüphanesi, yaşlılar yurdu, tıp mektebi, eczahane ve ayazma gibi bölümleri vardı. Başta yapının bânisi imparator ve imparatoriçe ile daha sonra Komnenos ve Palaiologos hânedanlarına mensup birçok kişi buraya gömülmüştür. Bizans devri boyunca şehrin çok saygı gösterilen yapıları arasında olan manastır Latin işgali esnasında Venedikli Katolik din adamları tarafından kullanılmıştır. Bu sırada yapıların zengin kilise eşyası, hıristiyan azizlere ait bazı kutsal hâtıralar (rölikler), hatta yapı malzemeleri başta Venedik olmak üzere Avrupa`nın değişik şehirlerine götürülmüştür.
Bizans`ın son devrinde manastır hastahanesinin varlığını sürdürdüğü, başhekimliğini de bir Türk`ün yaptığı kaynaklarda belirtilir. Manastırdan günümüze ulaşan kiliselerden ikisi kapalı Yunan haçı planlıdır, ortada yer alanı ise iki kubbe ile örtülen tek nefli bir yapıdır. Duvarlar büyük ölçüde eski binalardan getirilen taş-tuğla malzeme ile ve tuğla ağırlıklı olarak örülmüştür. Duvarların genelinde bu dönemde çok yaygın olan ve bir sıra tuğlanın geri çekilmesiyle yapılan gizli tuğla duvar örgüsü kullanılmıştır. Kiliselerin bir imparatorluk tesisi olarak çok zengin biçimde süslendiği anlaşılmaktadır. Duvarların belli bir seviyeye kadar eski yapılardan sökülerek getirilen renkli mermer levhalarla kaplı olduğu, üst kısımları ve örtü sisteminin mozaik tekniğinde zengin bir süslemeye sahip bulunduğu kalan izlerden tesbit edilmektedir. Pencerelerde çok zengin renkli camlarla yapılmış vitrayların yer aldığı, 1970`lerde gerçekleştirilen restorasyonlarda ele geçen parçalar sayesinde ortaya çıkmıştır.
Güneydeki yapının zemini de Bizans döneminden günümüze kalan, en zengin 'opus sectile' tekniğinde mermer döşemelerden birine sahiptir. Döşemenin düğümlerle birbirine bağlanan dairesel madalyonlarından bazılarının antik sanattan esinlendiği sanılan figürlü süslemesi çok iyi korunmuştur. Bu döşemenin varlığı ahşap kaplamanın 1950 yıllarında değiştirilmesi sırasında tesbit edilmiştir. Binanın zengin süslemesi mermer, cam, taş, mozaik ve fresko gibi değişik malzeme gruplarında ortak motiflerle şekillenen bir bezeme üslû bu ile yapılmıştır.
Taş işçiliği( Orta dönemdeki Bizans mimari simgesi ) girintili tuğla tekniğine kısmen adapte edildi. Bu teknikte birbiri ardına gelen tuğlalar duvar çizgisinin arkasına monte edildi ve karışım yatağına daldırıldı. Bundan dolayı karışım katmanının kalınlığı, normal tuğla katmanının üçkatı fazlasıdır. Caminin yakınında (Pantokrator Manastırı na ait küçük bir Bizans yapısına dayanan), küçük Şeyh Süleyman Mescidi yer almaktadır. Bir bütün olarak bu kompleks, dönemin İstanbul undaki Bizans stilinin (orta döneminin) en tipik mimari örneğini temsil ettiği söylenir.
İmparatorluk şapeli tonozlarla örtülüdür ve üstüne iki kubbe oturmaktadır. Kuzey kilisesinin tek kubbesi vardır ve saçak hattı boyunca uzanan üçgen motifi ve köpek dişi ile oyulmuş friziyle dikkat çekici haldedir. Yüzyılların tanığı olan tarihi yapı, ziyaretçilerini geçmişte bir zaman yolculuğuna çıkarmaya devam ediyor.