Hayatta iken “Şairler Sultanı” unvanını kazanan Baki, “Kalan bu kub­bede hoş bir seda imiş” mısralarını millete kazandı­ran, büyük Türkoloji âlimlerinin eserleri üzerinde incelemeler yaptığı, iki defa Anadolu, üçdefa Ru­meli kazaskerliği yapan ve 382 yıl önce öldüğünde bütün imparatorluğu yasa boğan, cenaze namazını, çok büyük bir kalabalığı arkasına alarak devrin Şeyhülislâmı Sunullah Efendi'nin kıldırdığı Baki, yani asıl adıyla Abdülbâki Mahmut'un mezarı kay­bolmak üzere...

Baki, 7 Kasım 1600 tarihinde öldüğü zaman defnedildiği Edirnekapı dışında Dinarsu yolu üzerinde Necatibey mezarlığındaki kabrinin hali çok acıklıdır. Son olarak 1952 yılında yeniden yapı­lıp tanzim edilen mezara kamyon çarparak her tarafını kırmış. Mezarın üzerinde sadece “Kabrin ye­niden tanzim ve ihya tarihi 1952” diye bir yazı var. Mermerleri yıkılmış, kırılan taşlar mezarın üzeri­ne yığılmış durumda... Mezar kime ait belli değil. Mezar onarılmadığı taktirde bir gün etrafındaki tarihî mezarlar gibi sahipsiz bir şekilde geçmişe gömülüp gidecek. Gelecek nesiller “Şairler Sultanı” unvanını kazanmış Türk divan edebiyatının büyük şairi Bâki'nin mezarını bulamayacaklar. Devrin Şeyhülislâmı Sunullah Efendi, musalla taşında şai­rin tabutunun önünde sanki bir gün kendisi için okunacağını biliyormuş gibi Bâki'nin kaleme aldığı şu dizelerini söylemiş:

“Kadrini sengi musallada bilûp ey Baki
Durup el bağlayalar karşısında, yârân saf saf.”

Türkçesi ise şöyle: “Ey Baki, dostların senin değerini ancak musalla taşında anladılar ve karşı­sında sıra sıra el bağladılar.”

Şairler Sultanı Baki, şimdi kendisini öldükten sonra bile olsa takdir etmesini bilenlerin torunla­rından kadirbilirlik bekliyor. Biz bu yazımızda ilgi­lilerin Baki’nin mezarını yeniden onararak tarihe mal edeceklerine inanıp şair Bâki'yi kısaca tanıtmak istiyoruz.

BAKİ’NİN HAYATI

16. yüzyılın büyük Türk şairi Baki, 1526 yılında İstanbul'da doğdu. Fatih Camii mü­ezzinlerinden Mehmet Efendi'nin oğludur.

Asıl adı Abdülbâki Mahmut olan Bâki, yoksul bir ailenin çocuğu olması sebebiyle babası onu okutamayacağı için bir saracın yanına çıraklığa ver­di.Ama Baki bu işte çok kalmadı. Komşuları Ka­ramanlı Mehmet Efendi'nin yardımıyla medreseye girdi. Baki her türlü zorluğu yenerek öğrenimini sürdürdü. Uzun süren medrese hayatı sırasında devrin meşhur âlimlerinden dersler aldı. Yirmi ya­şına gelmeden İstanbul'un çok beğenilen gençşair­lerinden biri olarak ün yaptı.

1554 yılında Doğu seferinden dönüsünde Kanuni Sultan Süleyman'a sunduğu bir kasideyle onun ilgisini çekti. Şiir ve sanattan çok iyi anlayan Kanunî Süleyman, Baki’yi o devrin en kıymetli şa­iri saydığı için çok koruyordu. Bu nedenle hüküm­darın ve devlet büyüklerinin güvenini ve takdirle­rini kazanması edebî şöhretini de kuvvetlendirdi. Kanunî'nin ölümü Baki için büyük darbe oldu. Kanunî'nin ölümüne yazdığı mersiye, onun hükümda­ra duyduğu gerçek saygı ve bağlılığı ispatlamakta­dır. İçtenliği, ifade ve ahenk güzelliği ile bu mer­siye divan edebiyatımızın şaheserlerinden sayılır.

İkinci Selim zamanında; önceleri gözden düş­müş gibi görünen şair, kısa zamanda yeniden sara­yın gözdeleri arasına girdi.

İyi Arapça, Farsça bilen Baki; bilgili ve sanat­kâr bir şairdi. Kanunî Sultan Süleyman, II. Selim, III. Murad, III. Mehmet devirlerinde yaşamış, göz­den düştüğü kısa süreler dışında daima ilgi görmüş, el üstünde tutulmuştur.

En büyük isteği Şeyhülislâm mevkiine ulaşmaktı. Fakat üçdefa şeyhülislâmlıktan bir alt kademe olan Kazaskerlik makamına (Anadolu ve Rumeli Kazaskerliklerine) yükselmiş ise de bu arzusuna kavuşamadan 7 Kasım 1600 tarihinde öl­müştür. Baki’nin cenazesine bütün devlet büyük­leri, fikir, sanat adamları ve büyük bir halk kalaba­lığı katıldı.

SANATI VE KİŞİLİĞİ

Gerek sağlığında, gerek ölümünden sonra Şa­irler Sultanı diye tanınan Baki; şiirlerini bir kuyumcu titizliği ile işlemiş, söz sana­tını ustaca kullanmış, kusursuz şiirleriyle Türk Di­van Edebiyatında en büyük üstatlar arasına gir­miştir. Fuzuli'den sonra çağının en büyük şairi­dir. Ustalığını bilhassa gazel ve kasidelerinde gös­termiştir. Türk dili ile aruzun kaynaşmasında bir rol oynamıştır. Osmanlı şiirinin gelişme­si üzerindeki derin tesiri yüzyıllarca kaybolmayan Baki, 16. yüzyıl gibi edebî bakımdan çok zengin bir devir içinde ve gerçekten büyük denebilecek birçok şairlerle aynı yüzyılda yaşadığı halde şöh­reti ile onları gölgede bırakmış ve bu şöhret son­raki yüzyıllarda da aynı kuvvetle devam etmiştir. Dinî ve tarihî konulara ait bazı nesir halinde tercü­meleri bulunmakla beraber, onun edebî kişiliğini yalnız şiirlerinde aramak gerekir. Şiirlerini bilhas­sa gazel ve kaside şekillerinde yazmıştır.

Tasavvufla uğraşan bir şair değildir. Onun için aşk bu dünyaya ait bir konudur. İnsan yaşarken bu gelip geçici dünyanın zevklerinden, nimetlerin­den yararlanmalıdır görüşündedir. Şiirlerinde duy­gudan daha çok düşünce hâkimdir. Fuzuli’de ki in­ce duyarlık onda pek görülmez. Yeni buluşlara, kul­lanılmamış benzetmelere çok önem vermiştir. Şiirlerinde kendini beğen­miş bir ifade vardır.

Örneğin, Divan'ında bulunan bir dizisinde “Şa­irler Sultanı” diye tanınmış olmasını kastederek “Bu devirde söz ülkesinin padişahı benim” der. Kaside ve gazel yazmasının kendine özgü oldu­ğunu söyler ve gururlu şairin övünmelerinden biri de şöyledir:

“Meddah olalı çeşm-i gazâlanına Baki
Öğrendi gazel tarzını Rûmun şuarâsı”

Türkçesi ise şöyle: “Baki, onun ahu gözlerini övmeğe, onlar için şiir yazmaya başlayalı beri, Os­manlı şairleri gazelin ne olduğunu, nasıl yazılaca­ğını öğrendiler.”

ÖLÜMSÜZLÜĞÜNÜN SEBEPLERİ

Baki’nin şiirlerinde böyle gururlu bir havanın olması, onun kendi sanat kudretini bilmesin­den ileri gelir.

Kanunî Sultan Süleyman'ın ölümü üzerine yazdığı “Terkib-i Bend” şeklindeki ünlü mersiyesin­de olduğu gibi yabancı kelime ve tamlamalara faz­laca yer vermiştir.

Türk Divan Edebiyatı'nın büyük şairlerinden olan Bâki'nin eserlerini yüzyıllarca yaşatan şey ne­dir? Kısaca bunu özetlemeye çalışalım…

Geniş bir edebî kültüre ve ince bir zevke sa­hip olan Baki, bir taraftan edebî geleneğe sadık kal­makla beraber; nazım diline yeni bir ahenk, yeni bir akıcılık getirmiş, nâzım tekniğini zamanın ver­diği imkân ölçüsünde mükemmelleştirmiş ve o dev­re kadar birçok büyük şairlerin bile uygun gördük­leri nazım hatalarından kurtulmuştu.

Türk klasizmi; önce Baki ile en yüksek derece­sine çıkmış, acem modelleri ile eşit bir mükemmel­liğe yükselmiştir. Onun kusursuz bir şekil güzel­liği ve cazip bir musiki taşıyan şiirleri his bakımın­dan, örneğin Fuzuli’deki derinliği veya Nefti’ de ki samimiliği göstermez. Fakat buna karşılık XVI. yüzyıl Osmanlı cemiyetinin incelmiş zevkine uyan anlayışları ile sanat incelikleri ve hayal güzellikleri ile doludur. Zamanının şartlarına göre Baki’de ki serbest düşünce, laubali, neşeli hayat anlayışı Fuzuli’nin karamsar felsefesinden çok çevresinin eğilimlerine uymaktaydı. Osmanlı Cemiyeti’nin XVII. ve XVIII. yüzyıllarda aynı eğilimleri daha çok geliş­tirmesi, Baki’nin şöhretini sürdürmesinde başlıca etken olarak gösterilmektedir. Onun edebî kişiliği­nin oluşmasında, Ahmet Paşa'nın, Mesihi'nin, Ne­cati'nin hatta Zati ve Hayali'nin tesirleri olduğu söylenmektedir. Fakat o; bütün bu etkileri birçok büyük acem şairlerinin tesirleri ile beraber, tamamıyla şahsi bir şekilde birleştirerek yeni bir üslûp, yeni bir hayal ve ahenk âlemi yaratmış, sanatının gösterişi ile yalnız çağdaşlarının değil, sonrakile­rin de sevgi ve saygılarını kazanarak…Şairler Sul­tanı unvanını yüzyıllarca muhafaza etmiştir.