Tarihçi yazar Kıymetli Zafer Bilgi beyefendi ile röportajımızın ikinci bölümünde, İlim Yayma Vakfı serüveni ve dertli nesil yetiştirmenin önemini konuştuk. Siz değerli okurlarımızın ilgilerine sunuyor
İsmi ile müsemma Zafer Bilgi’nin İlim Yayma Cemiyeti serüveni nasıl başladı?
Hülya Hanım, insan ismini bilmeden dünyaya geliyor. 30 Ağustos Zafer bayramında doğmuşuz. Mevla babama ilham etmiş, ismi ile gel demişler. Soyadı da Mevla’nın bir lütfu. Bilgiden zafere ulaşma serüveni diye sohbetler, kendi durumumuzu arz ettiğimiz çalışmalar yaptığımızı da hatırlıyorum. 1999 yılında İstanbul Üniversitesi Tarih Bölümü ilk tercihimizdi, kazandık buraya geldik. İlim Yayma, cemaat üstü herhangi bağımlı olduğu bir yer yok, biz özgür bir ruha sahibiz, ilme bağlanalım hakikate bağlanalım istedik, buranın yapısı bize çok uyuyordu. İlim Yayma Cemiyeti, 50 yıl önce dönemin Cumhurbaşkanı, Başbakanı, Genel Kurmay Başkanı tarafından kurulmuş bir yapı. İlim Yayma ilmi çalışmalara değer veriyor, bizimle de örtüşüyordu.
1999 yılının medrese odalarında Zafer Bilgi neler yaşadı?
Zafer Bilgi, 1999 yılında öğrenci olarak girdiğinde medrese odalarında çok sabahladı. İlk ay buranın hakkını vermek için kendime 50 kitap okuma hedefi koyduğumu hatırlıyorum. Bir ayda 50 kitap bitmesi demek, günde birden fazla kitap okumak demek. Geceleri saat 23. 00’den sonra özellikle yatsı namazını kılıp çekiliyoruz. Sabaha kadar bir kitabı kafamıza koyuyoruz bu kitap bitecek, bazen bir kitap bitiyor ikinci kitaba başlıyoruz. İlim Yayma’da alt üst ilişkileri de çok iyidir. Üst sınıflar çok okudukları için bizler tavsiye alırız.
Üst sınıflarla olan bir hatıranızı lütfeder misiniz?
Bana üçüncü sınıflardan birisi “Sen ne okudun 50 tane kitap, okuyamazsın mümkün değil. Bana yaz getir bakalım” dedi. Nasıl sevindim, 47 tanesini yazdım götürdüm. Baktı üzerlerini çizdi, bunlar yarar bunlar yaramaz, 10-15 kitaba işe yarar dedi. Mesela kişisel gelişim kitapları okumuşum bunlar yaramaz diyor. Hâlbuki bir arının kendi peteğini örerken farklı çiçeklerden alması gibi ben rengârenk okumaları seviyorum. Astronomi, felsefe, kişisel gelişim, coğrafya, tarih ile ilgili kitaplar okumuşum, kendi alanımızı oluşturuyoruz.
Bu okuma geleneğinin devamı sizi nereye taşıdı?
O kitap şevki 300 kitap, bir süre sonra 400, 500 artık birikti altı sene boyunca biz burada yoğun okumalar yaptık. O yoğun okumalar belli bir süre sonra belki bin kitaba geldikten sonra şöyle bir olay oluyor Hülya Hanım, ben literatür taramaya başladım. Literatürde kaynakçalara bakıyorum, kim ne yazmış, hangi alanda yazmış. İşte o esnada ben tarihçi duayen hocaların kaynak olarak İsmail Saib Sencer’i verdiklerini görüp İsmail Saib Sencer’e gönlüm celbetmeye başladı. Gönül akıyor oraya doğru, bu kim nereden gelmiş, meczup mu, yani böyle bir münzevi hayat yaşayan büyük bir âlim mi, melami meşrep ne demek, niye kendini gizliyor derken bu sefer ona âşık oluyorsunuz o sizi etkiliyor.
İsmail Saib Sencer sizi neden çekti?
Literatür tarıyoruz, literatür taramada çok kitap okuyucusunun biraz göz ardı ettiği bir olay. Hülya Hanım biz literatürü niye tarıyoruz biliyor musunuz? Acaba bu alanda farklı kaynaklar olabilir mi? Bu sefer bir alan okuması yapmaya başlıyoruz. Ben mesela Osmanlı’ya ilgi duymaya başladım. Osmanlı’nın hangi dönemini okuyayım? Kuruluştan başlayayım, kuruluş, yükselme okuyorum. Okurken literatürde de kaç tane hoca varsa, hem ulusal hem uluslararası beynelmilel literatür taraması. Oradaki o kaynaklardan kaynakçadan çeşitli kaynaklara ulaşıp bir zenginleştirme olayına girişiyorsunuz. Bu arada biz o alanla ilgili bir alt yapı oluşturmuş oluyoruz. İlmek ilmek biz kendi kendi kozamızı örüyoruz. Bin kitaptan fazla okuyunca literatüre hâkim oluyorsun, yazarlara hakim oluyorsun, yayınevlerine hakim oluyorsun, biz de yazabiliriz olayına dönüşüyor. İsmail Saib Sencer ile ilgili ilk kitap denemesinin orada tohumlarını attım ben, oturdum onunla ilgili araştırma yaptım, alan okuması yaptım. Fatih’in çocukluğu ile ilgili alan okuması yaptım. 100-120 tane kaynak okuyorsunuz alan ile ilgili, 120 kaynağı tarıyorsunuz ve derken o taradıklarınız bir kitaba dönüşebiliyor. Ama buradaki ilişkin serüven yolculuk serüveni şurada şekilleniyor. Ben lisans, yüksek lisans tezi hazırladım. Osmanlı’nın geri kalış raporları layihalar diye geçiyor. Bu layihaları hem lisansta hem de yüksek lisansta geri kalış raporlarının devamı olarak Cumhuriyet’in ilk dönemindeki ekonomi anlamındaki inkılapları çalışmışım baktım ki tezleri 30-35 kişi okumuş çok zoruma gitti. Dedim ki birincisi, ben 30 kişi okusun diye mi bu işi yaptım, ikincisi ben kimin çarkının parçası oldum, üçüncüsü ben akademiyaya bir eser yazmak için mi geldim dünyaya, ben tarihçi olmaya mı geldim. Böyle sorular soruyorum. O yüzden şöyle bir yola girdim. İlgimi çeken bir konu bulacağım, bunlar bir kenara kalsın bunlar birilerinin dayatmasıydı, okul, akademiya yapın dedi yaptık işte. Benim ilgimi çekecek bir konu buldum, bu konu çalışılmamış bir konu olacak, yani mükerrer olmayacak yani şahsına münhasır bir kişi olursa biyografi çalışırsam böyle biri olacak. İsmail Saib Sencer onun bir devamı oluyor. Hiç kimse çalışmamış, kendini gizlemiş, ilgimi çekiyor. Hepsinden önemlisi bu iş dünya kadar ahiret katma değeri de oluşturacak. Yani ben dünyaya nimet olsun diye değil ahrete yatırım olsun diye de manevi kaygı ile yazmalıyım. Yazdığım kişi Cenabı Hakkı hatırlatmalı ben Allah’ı işçisiyim orada şunu düşündüm ben ömür boyu tarihçi olmaya gelmedim hoca olmaya gelmedim bunların hepsi araç meslek sahibi olmaya gelmedim daha büyük derdimiz var yazar olmaya gelmedik Hakkın rızasına adanacak çalışmalar yapmalıyım. Bu alanla ilgili Fatih Sultan Mehmet’in çocukluğu ideal bir alan ilgimi çekiyor. Derken bu çalışmalar bizi şuraya sevk etti. Lisede öğretmeniyim, lise öğrencilerine dönük bir rol model çizecek kim var? İşte o Fatih’in çocukluğu da öyle ortaya çıktı. Ben lise öğrencilerini dertli nasıl yapabilirim o dertli nesillerin yetişmesine nasıl vesile olabilirim onların rol model ihtiyacı var. Bugün hâlen lise ortaokul öğrencisi rol model bulamadığı için bocalama içerisinde ve genelde dijital medyada baskın olan aktif olan kim varsa kimi görürse o kendisine örnek alıyor onun eğitimseli o oluyor. İnanın ben lise öğrencilerine dertlensinler diye hem İsmail Saib Sencer’e hem Fatih Sultan Mehmet’in çocukluğuna, Nasıl Fatih oldu diye bunları o dertli nesillere vesile olsun diye kaleme aldım. Allah’ın lütfu bu eserler on binlerce kişiye ulaştı, çünkü konferansını da yapıyoruz. Dünyanın dört bir tarafında. Geçen bir öğrencim fotoğraf atmış “Hocam bakın Balkanlarda ne arıyorsunuz buralara kadar ulaşmışsınız” ulaştırana hamd olsun. Mevlam lütfediyor sizin oraya gitmenizi. İşte siz dertli nesiller için bir adım atınca Mevla size böyle bahanelerle güzel ortamlar sunuyor. Son yedi yıldır da lisans, yüksek lisans, doktora öğrencilerine yönelik dertlendiriyoruz.
Kıymetli Hocam bu dertlendirme nereden başlıyor?
Hülya Hanım, bu dertlendirme nereden başlar aslında biliyor musunuz? Ben Fatih’i araştırırken gördüm, anne karnından başlar. Hatta bir çocuğun dertlendirilmesinin köküne gideyim diye baktım, İbn Sahnun diye bir pedagoga rastladım. İbn Sahnun diyor ki, “Anne ile babanın müsbet çerçevede el ele tutuşlarıyla da başlar” diyen İslam âlemleri de var. Bu müthiş bir olay, müthiş bir bakış açısı düşünmesi bile hoş. Rabbimin lütfu bunu sekiz yüze yakın yerde konferansta anlatmak nasip oldu. Türkiye’nin dört bir tarafında şimdi uluslararası da çağırıyorlar. Şimdi siz dertlendirmek için niyetlenirseniz Mevla sizi hiç beklemediğiniz ümit etmediğiniz yerlere biz tabi onun duasını da ediyoruz “Ya Rabbi senin derdini dünyaya yaymayı nasip et, bizim vesilemiz ile senin sedan olmayı nasip et.” Öyle yerlerden teklif geliyor ki bazen neresi bilmiyorum, hangi şehir, hangi ülke, Arizona’dan geçen biri mail atmış, neresi burası? Biri Rusya’dan... Avustralya’dan arıyor bir öğrencimiz proje koordinatörü olmuş “Hocam uçak biletinizi gönderelim bize dokuz gün ayırın, bir hafta ayırın bize Fatih’i anlatın” diyor.
Hocam bugünkü nesle bakınca yeni bir dil inşa etmek gerekiyor, nasıl anlatıyorsunuz?
Biz kitap okurken ne yaptık biliyor musunuz? Sözlük okumak ihtiyacı hasıl oldu, dile hâkim olmak, dil hazinesini geliştirmek için derlerdi ki sözlük okuman lazım. Ben o dönem bunu anlamıyordum. Büyük Türkçe sözlüğü aldım okumaya başladım. Teoman Duralı hocamızdan, İstanbul Üniversitesi’nde felsefeyi çok dinlemişimdir. Dil Felsefesi, Felsefe Tarihi üzerine dersler almışımdır. Duralı derdi ki “Diliniz kavramınız kadar” etimolojiyi çok yapardı. Kelimenin tarihine yolculuk yapmak hoşumuza giderdi. Orada merak başladı, sözlüğü okurken o yeni dil oluşturma, pergelin bir ayağı burada ama diğer ayağını buraya koyabilmek için pergeli derinlere saplamak lazım. Kendi kökümüzü pergelin ayağı ile çakabilmek için bir kere bir sözlüğü önce kendimiz okuyup, kendi kavramlarımızı oturtmamız gerekiyor. Kendi geleneğimizi öğrenmek adına bir kelimeyi on farklı şekilde anlatacak özgürlüğe sahibim. Arapçası, öz Türkçesi, biraz Farsçası, Osmanlıcasını da anlatabilirim. İkinci husus Kuran’ı Kerim meali okumak. İlim Yayma Vefa’da ben öğrencilerime meal okuma zorunluluğu tutuyorum. Siz dünyanın en iyi öğrencisi olabilirsiniz ama bir meal okumadıktan sonra sadece dünyalık, Allah’ın indindeki dereceniz değişmemiştir. Bizim dünyaya gelme gayemiz kulluk etme ibadetler yanında kişiliğimizin üzerine değer koyabilmek. Kuran ile hemhal olup mesleğinizi ona uygun yapmak, onunla boyanmak geliş gayenizi az çok belki tam oluşturabilir. Ne yapabilirsiniz, ben mesleğimi Kuran’ı Kerim’deki ayetlerle bağlantılı okuyacağım, Cenabı Hakk’a sunacağım en iyi projeyi, en güzel davranış modelini sunayım diye uğraşırsanız, bu sizi derde biraz daha yaklaştırır diye anlatıyorum.
Sosyal medya başta olmak dıştan uyarıcılar çok şiddetli çocuklar bizim sesimizi nasıl duyacak, medeniyetimizi nasıl işleyeceğiz?
Bugünün dili sosyal medya. Sosyal medya maalesef deccal, çirkinliklerin de merkezi, Rabbim güzelliklerinin merkezi, ona dönük o gördüğümüz dünyayı görmeyi lütfetsin. Ben çok somut bir örnek vereyim, oğlum Muhammed Fatih on bir yaşında, sosyal medyadan ufak ufak videolar çekiyor. Çek oğlum diyorum ki “Muhammed şöyle çekelim, başarılı öğrencilerin beş özelliği, Muhammed şöyle yapalım ata binelim atla beraber giderken ne hissettiğimizi çekelim” çocuğa aslında yapmak istediğini sosyal medyaya hem çektiriyorsun, hem yaptırıyorsun. Oğlum ata binmeyi zaten çok seviyor, bazen şöyle diyorum “Oğlum sosyal medyanın beş zararı üzerine bir çekim yapalım mı?” onu çekiyor. Bakıyor ki “Baba bu en fazla izlendi”diyor. Siz bu sosyal medya ile irşad tebliğ edebilirsiniz. Bunun geçer akçesi maalesef şimdi insagram, acı bir olay şu anda ben insagram üzerinden yapıyorum. Öğrencilerime ınsagram kapatılınca hayat durmasın, kendiniz bie mecra kurun, yerli ve milli bir açılımla yayınıza devam edin diyorum. Yine o da inanın dünyanın fani boş meşgalelerinden biri buna eminiz ama bu meşgaleyi hayır amaçlı da kulllanabiliriz. Biz hayır amacına talibiz. Biz dertli nesillere vesile olur mu, bu sosyal medyayı etkin kullanmak için kim varsa etrafta onlarla irtibat halinde olma onlara gelin beraber birlikte iş yapalım deme durumundayız. Televizyon kurmuşlar sosyal medya üzerinden, internette arama motoru nasıl etkili arama bunları anlatıyorum öğrencilere bir yönü ile değil her yönü ile biz buna biraz toplum mühendisliği diyoruz.
Bugün toplum farklı bir yere eğiliyor, Osmanlı toplum mühendisliğini yapabilmiş mi bugün ile karşılaştırınca nasıl değerlendirirsiniz?
Osmanlı toplum mühendisliğini çok iyi yapmış ama bugünün mühendisliği sizin dediğiniz gibi geçer akçe farklı bir yere doğru eğiliyor. İşte bizim şimdi bilgisayar mühendislerine bu alt yapıyı öğretip üzerine de sen üreteceksin dememiz gerekiyor.
İnsanın hayata geliş gayesinin bir tanesi kulluk, namaz, oruç, zekat, zikir, dua bunlar tamam ama bunun yanında Hülya Hanım röportaj yapıyor bunu Allah için, Allah rızası için yapabiliyorsa bu güzel bir amele dönüşüyor. Yarın göç ettiği yerde hiç haberiniz yok iyi niyetinizden dolayı bu da önünüze geliyor. Bizim mesleği aşmamız gerekiyor, bütün işlerimizi, donamımızı, sosyal medyamızı, en iyi kılmamız gerekiyor. Çünkü bu bir illetse bu illeti en iyi ben öğreneceğim ama “sıbgatullah” ile boyayacağım. Müslüman mahallesinde salyangoz satmak var ya, biz de onların mahallesinde tevhit satalım, tevhidi yayalım, tevhidi öğretelim. Bunun albenisini yüksek kılalım Osmanlı’nın bu bir taktiği aslında. Camiler niye süslü olur diye sorarlar, Efendimiz döneminde hiç böyle bir cami yoktu derim. Efendimiz döneminde, sazlık vardı, hurma ağaçları vardı. Hasır koyar hasırın üzerinde namaz kılarlardı. Sizce camiler niye bu kadar süslü yapıldı, birilerini tavlamak gerekiyor. Camiye, biri çiniye bakıp giriyor, biri kubbeye bakıp giriyor, sadece kubbeye tapıyor, bazıları gidemiyor ötesine ama biri de oraya bakıp bunu niye yapmış tefekkür ediyor, Allah’a ulaşıyor oradan. Osmanlı’nın derdi O sanatçıya ulaşabilme adına, bugün kaçırdığımız kısım görsele tabiyiz ama görselin ötesine gidemiyoruz.
Tefekkür ekskiliğimiz var…
Müthiş çok doğru, biraz bunu kavrayıp ona uygun yatırım yapmak gerekiyor. Ben dünyaya meslek sahibi olmaya gelmedim, meziyetlerimi çoğaltmaya geldim ve bunların hepsini “sıbgatullah” ile boyayıp, Allah’ın dostu, Allah’a yakın olmak. Sıralamam kulluğun yanında bunları biriktirmek ve günün sonunda en dertli kullardan biri ben olabilirim. Dert sahibi olmadan ders sahibi olunmaz diyorlar ya dert ve ders onunla bağlantılı ondan sonra da ders alacak birilerini bulmak gerekiyor. Rabbim dertli ve dersli eylesin.