Marmara Üniversitesi Psikolojik Danışma ve Rehberlik Uygulama ve Araştırma Merkezi'nde görevli Prof. Dr. Nilgün Canel Hanımefendi ile aile üzerine konuştuk:

Prof. Dr. A.NilgünCanel, Marmara Üniversitesi Psikolojik Danışma ve Rehberlik Ana Bilim Dalı’ndan mezuniyetinin ardından İstanbul Üniversitesi’nde araştırma görevlisi olarak başladığı akademik yaşamına, hâlen Marmara Üniversitesi’nde devam etmekte ve lisans, yüksek lisans ve doktora düzeyinde Çift ve Aile Danışmanlığı, Psikoterapiler, Postmodern ve Kısa Terapiler, Akran Danışmanlığı, Yaratıcı Düşünce ve Yaratıcı Danışmanlık, Eleştirel ve Analitik Düşünce gibi dersler vermektedir. Ayrıca Marmara Üniversitesi Psikolojik Danışma ve Rehberlik Uygulama ve Araştırma Merkezi MARPAM’da aktif çalışmalarını sürdürmektedir. Alanı ile ilgili kitapları da olan kıymetli Prof. Dr. Nilgün Canel Hanımefendi ile aile üzerine konuştuk: 

Nilgün Canel 4

Sevgili Hocam akademik kariyerinize başlarken aile üzerinde çalışmayı tercih etmenizin öyküsü nedir? 

Doktoraya başlayacağım dönemde aile konusu Türkiye’de çok az ele alınmış bir konuydu. Çok şaşırtıcı bir şey çünkü biz aileye çok önem verdiğini düşünen bir toplumuz ama maalesef bu konuda çok az araştırma vardı.  Hatta aile terapileri ile ilgili eğitimler bile Türkiye’de yeniydi. Neyse ki bu açık artık hızla kapatılıyor ve bu konu ülkemizde de ele alınan ve üniversitelerin yer verdiği bir alana dönüştü. Aile ve evlilik kavramlarını bilimsel olarak ele alabilme fikri beni çok heyecanlandırıyordu ve doktora tezimi bu konuda yapmaya karar verdim. Bu kararla birlikte aile ve çift terapileri ile ilgili çeşitli eğitimler almaya başladım. Çok da şanslıydım çünkü International FamilyTherapyAssociation(Uluslararası Aile Terapisi Derneği) Başkanı WilliamHiebert ilk kez Türkiye’ye gelmişti ve on kişilik  özel bir eğitim grubu açmaya karar vermişti. İki yıl süren bu eğitim, o dönem aldığım eğitimler içinde en önemlisiydi. Böylece bilimsel zeminde çift ve aile konusunda çalışmaya başladım. 

Nilgün Canel 3-1

Aile Bakanlığı bünyesinde dâhil olduğunuz proje hakkında neler paylaşmak istersiniz? 

2009-2010 yılları arasındaAile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, Aile Eğitiminde Müfredat ve Materyal Geliştirme Projesi başlatmıştı ve tüm Türkiye’de kullanılabilecek, aile ve evlilik hayatında problem çözme, çatışma çözme, ebeveynlik becerileri gibi alanlarda rehber olabilecek bir eğitim programının hazırlığı içindeydi. Çok büyük bir ekip oluşturuldu ve dünyada ki tüm başarılı aile eğitim programları Türkçe’ye çevrilerek başlandı. Geniş ölçekli ve çok başarılı bir projeydi. İki aşamalı bir projeydi, önce müfredat geliştirdik, sonrada içeriklerini yazdık.  Aile Yaşam Becerileri ve Aile ve Evlilik Hayatı kitapçıklarını hazırladık. Bu projede hemen hemen bütün üniversitelerden, çeşitli sivil toplum örgütlerinden katılımlar oldu.Biz hazırladığımız içerikleri onlara sunduk, çalışmaların sonucunu birlikte değerlendirdik ve geliştirdik. Bu proje, aile ile ilgili çalışmalarda beni de çok geliştiren ve daha ileriye götüren bir kazanım oldu. 

Nilgün Canel 5

Aile kapalı bir kutu, aile ile hemhal olan bir bilim insanı olarak nelerle karşılaşıyorsunuz, nelere şaşırdınız, ailenin yüklemeleri toplumdan topluma değişiyor mu? 

Aile ile ilgili kavramlar temel bilimsel zeminde değişmez çünkü insan oluşumuzun ortak temalarını, hedeflerini, amaçlarını kapsar. Sonuçta bilim evrenseldir ve aile ve çift olmak da bilimsel olarak ele alındığında aynı evrensel temalara sahiptir. Ancak aile konusunda sahip olunan sorun alanları toplumlara göre farklılıklar gösterebilir. Tabiki ben bu soruya sahip olduğumuz sorun alanları açısından cevap vereceğim.Bu sorunun cevabı aslında çok kapsamlı bir seminer konusu olabilir. Örneğin ilk aklıma gelen Simel Parlak’ın araştırmasını yaptığı ve benim kaleme aldığım son kitabımız Ferdengeзti Зiзekleri oldu. Çünkü bu kitap ülkemizde çok az ele alınmış bir konu olan baba şiddetini anlatıyor ve ülkemizde böyle bir sorun var. Ama maalesef ‘baba şiddeti’ gibi bir sorunumuz olduğunun farkında bile değiliz.Oysa Türkiye’de böyle bir gerçekliğimiz var. Simel Parlak araştırma sonuçlarını getirdiği zaman, sonuçları analiz ederken bunu kitap yapmalıyız, hikâyeleştirmeliyiz ve duyurmalıyız diye düşündük. Bu amaçla öncelikle Baba Şiddetine Uğrayan “Ben”in Utanз Karmaşası başlıklı araştırmaya dair ilk makaleyi yazdık. Ardından da elde ettiğimiz sonuçları kapsayan ve temelde babanın önemini anlatan bir kitap yazmaya karar verdik. Çünkü baba şiddeti kavramını internette aratın hiçbir şey bulamazsınız. Bizden önce ülkemizde bu konuyu neredeyse kimse araştırmamış. Psikolojik süreçleri açısından doğru düzgün ele alınmamış bir konu. Türkiye’de böyle bir gerçeklik var, ama insanlar bunu o kadar normalleştirmişler ki görmüyorlar, fark etmiyorlar. 

Nilgün Canel Kitap

Gene ülkemizde sorun olarak ele alabileceğimiz ve aile ve çift olma konusunda en fazla danışma odalarına yansıyan bir diğer önemli konuda ülkemizde aile yapısının çok koruyucu ve bağımlı özelliklere sahip olması. Bağımlı aile yapıları faydadan çok zarar verir çünkü aile olabilmek için önemli olan bağımlılık değil bağlılıktır. Bağımlı bir aile yapısı birey olmayı zorlaştıran, imkânsızlaştıran bir yapıdır. Bu yapı, kişiyi çocuklarını kontrol etmek isteyen, duygu, düşünce ve değer yapılanmalarında kendi muhakemelerini yapmalarına izin vermeden onlar adına karar verebileceğini düşünen aşırı koruyucu ve kontrolcü ebeveynlere dönüştürüyor.  Biz hayat boyu çocuklarına sahip çıkan ve destek verebilen bir toplumuz. Ama bu kadar koruyucu, çocuk odaklı, farklılaşmaya müsaade etmeyen ebeveynliklerde riskli olan şey, böyle bir ortamda kişinin birey olmasının ve kendisini gerçekleştirmesinin mümkün olamaması. Aileden farklı düşünmek, farklı davranmak, farklı değer yargılarına sahip olmak hatta farklı partiye oy vermek ülkemizdeki ailelerin çok azının kabul edebileceği durumlar. Bizim ülkemizde ailelerin sizi istedikleri yerde tutmalarının, size istediklerini yaptırmalarının çok kuvvetli bir silahı var. Eğer onların istedikleri gibi davranmazsanız o zaman sizi ‘hayırsız evlat’ olmakla suçluyorlar. Ülkemizde ailenin çocuğa ve gence en büyük kronik kaygı yüklemesi budur. Herkes bu cümleye gerçek amacından bağımsız olarak, kendi egosunu yükler ve çocuk ya da gençailenin istediği gibi davranmazsa, hayırlı evlat olamayacağı tehdidi ile yönetilir. Bu da kişinin farklılaşmasını, yani kendi duygu, düşünce ve eylemlerini aileninkinden ayrıştırabilmesini imkansız hale getirir. Bir insan tabiki ailesi ile aynı düşüncelerde, değerlerde buluşabilir. Ancak önemli olan bütün bunların kişinin kendi muhakemesi ile kazanılmış, üzerinde düşünülmüş, deneyim ve muhakeme ileelde edilmiş, karar verilmiş olarak içselleştirilmiş olmasıdır. Aksi takdirde kişi, ailenin yüklediği kronik kaygıyı kendi kaygısı zannetmeye başlar ve bu kaygıdan özgürleşerek kendi duygu düşünce ve değer yapısını oluşturamadığı için aslında bireysel gelişimini de tamamlayamaz. Yetişkin biriyle evlendiğinizi sanırsınız ama karşınızdaki ne kadar yetişkin gözükse de, çocuk ruhunun gelişmemişliğine hapsolmuş bir egoyla yaşıyor olabilir. Yetişkin kişi, kendi ile ilgili farkındalığına kavuşmuş, kişiliğini, kimliğini geliştirebilmiş olmalı. Bunun aksi bir yaklaşım kişiyi birey yapmıyor. Hayat boyu bağımlı bir yapının içinde sürüklenmesine sebep oluyor. 

Ülkemizde aileler çocuklarını kendi varoluşlarının garantisi olarak görüyorlar ve onları sürekli kontrol edebilecekleri bir alanda tutmaya çalışıyorlar. Kendi bilmedikleri, tanımadıkları bir alana geçmelerini, kendi varoluşları için bir tehlike olarak gördüklerinden bu tavrı değiştirmeyi hiç düşünmüyorlar. Örneğin ülkemizde “anne ben evleneceğim” cümlesine verilen yanıt, ‘nasıl biri, iyi mi kötü mü’den önce ‘nereli’ diye sormak. Yani aile diyor ki ‘benim bilmediğim alana geçemezsin, o zaman seni yönetemem, o aileyi yönetemem’. Bunun gibi ele alabileceğimiz pek çok konu var. 

Ergen ebeveyn çatışmasının ileri boyutlarında, çocukların bir takım bağımlılıklar geliştirmesi, aile değerlerine aykırı aşırı tepkisel davranışlarını nasıl değerlendirirsiniz? 

Bağımlılıkların kaynağının kötü arkadaş çevresi olduğu zannediliyordu ama son yıllarda hem dünyada hem ülkemizde yapılan araştırmalar, bir numaralı sebebin aile olduğunu gösterdi.Aslında çocuk veya ergen, kim olduğu sorusuna cevap bulabildiği, birey olmayı başarabildiğinde, riskli davranışlara sapma, bağımlı olma ihtimali azalıyor. Duygu ve düşüncelerine, seçimlerine, eylem ve çabalarına değer verilen ailelerde büyüyen çocukların, evrensel ahlaki değerleri içselleştirme ihtimalleri çok daha yüksek. Ama ailenin,çocuğun birey olma çabasını yanlış değerlendirip ‘kötüsün, yanlışsın, günahkârsın’ gibi kronik kaygı cümleleri yüklemesi,çocukta suçluluk duyguları oluşmasına ve yabancılaşmaya sebep oluyor. Çünkü ergenlik çağının en tipik sorusu, EricErikson’dan biliyoruz ki, “ben kimim” sorusunun peşine düşmek.‘Ben kimim’ sorusunun peşine düşerken sadece aileye değil topluma ve kendine de kim olduğunu ispatlamaya çalışacak. Kim olduğu sorusunun arayışı içerisinde davranırken bir yandan da diyor ki,‘bakın ben bir bireyim, sizin yapışık parçanız değilim, benim kendime özgü bir değer yargım var, benim bir düşünce yapım var, beni duyun, beni görün, beni kabul edin’. Fakat aile eğer çocuğun bu kimlik arayışını bir tehlike olarak görüyorsa, o zaman bu farklılık karşısında eleştirel bir tavır takınmaya, hatta bu tavrı bir baskı ya da bazen cezalandırmaya çevirmeye meylediyor. Oysa şu değişmez bir kuraldır ki: ‘aile içinde ne kadar çok baskı, ne kadar çok kabul edememe, ne kadar çok cezalandırıcı davranış varsa, çocukta da o kadar çok ekstrem davranış göreceğiz’. Ayrıca aile danışmanlığı açısından sorunlu ergen sembolik olarak, ‘bu ailede bir sorun var, bu ailenin değişmesi lazım’ diyen kişidir. 

Nlg-1

Aileler mükemmel çocuk yetiştirmek istiyor. Oysa ‘mükemmel iyinin düşmanıdır’ diye bir söz var. En mükemmel çocuğu yetiştirmek için çabalamak, o çaba değerli bir çaba olsa da çocuğun gerçek potansiyellerini, ihtiyaçlarını kaçırmak anlamına da gelebiliyor. Aile çocuğun öz yapısını, eğilimlerini, yeteneklerini görmezden gelebiliyor. Ayrıca çocuklar mükemmel varlıklar olarak doğmuyorlar. Aile olmak demek, çocukların hataları karşısında gerekli eğitimi verebilmek demek aslında. Çocuk tabii ki hata yapacak ki seni de beraberinde ebeveyn yapsın. Kişinin kendisini ve potansiyelini geliştirebilmesinin en önemli gerekliliklerinden bir tanesi hatalardan öğrenmektir. Çocuklar genellikle ailelerinin istemediği davranışları sergilerler.Önemli olan ailenin bu davranışlardan kendisi ile ilgili doğru çıkarımlar da bulunabilmesi, bunu bir eğitim fırsatı olarak değerlendirebilmesidir.  (Devam edecek)