Prof. Dr. H. Ömer Özden: “Anadolu’nun fethi sadece savaşla olmadı. Kolonizatör dediğimiz Türk dervişleri, duygu ve düşünce dünyası kurdular, ahiler insanlarla dürüst alışveriş yaptılar" dedi.
Röportajımızın ikinci bölümünde Prof. Dr. H. Ömer Özden hocamız ile Türklerin İslamiyet’i kabulünde neler yaşandı, Türklerin İslam Medeniyeti’ne hizmetlerini konuştuk. Siz kıymetli okurlarımızın ilgilerine sunuyoruz:
Kıymetli Hocam İslamiyet’i kabul ettikten sonra Türkler neler yaşadı?
Bir defa milletimiz İslamiyet ile çok erken dönemde karşılaşmasına rağmen baskı altında kaldıkları dönemler oldu. Mesela bu Emeviler zamanı. Emeviler âdeta İslamiyet yayılmasın diye uğraşmışlardır. Hele hele Türkler arasında hiç yayılmasın diye. Taberi tarihini okursanız, Kuteybe’nin Türkleri nasıl doğradığını, ağaçlardan sallandırdığını, sünnet etmek bahanesi ile soylarını tükettiğini görürsünüz. Merhum Osman Turan hocamız Tьrk Cihan Hвkimiyeti Mefkыresi Tarihi’nde ayrıntıya girmeden, üstü kapalı olarak bahseder bundan belki tepki çekmesin diye ama bunların artık dillendirilmesi lazım. Kuteybe, Türkler Müslüman olmasın diye uğraşmış, öyle zamanlar olmuş ki Ceyhun ve Seyhun ırmaklarından günlerce Türk kanı akmış. Ardından zalim Haccac dönemi gelir. Sebebi, Müslüman olanlardan cizye alınamadığı için gelirleri düşmesin diyedir. Bunlar Ömer Bin Abdülaziz döneminde sona erer. Ömer b. Abdülaziz’in gayretleri ile Türkler yavaş yavaş İslamiyet’i benimsemeye başlamışlar ve Abbasiler Dönemi başladığında da Türkler topluca Müslüman olmuşlar. Abbasiler döneminde Abbasi Hanedanı’nın ordusu tamamen Türklerden oluşmuştu. Türkler Abbasiler döneminde 10. yüzyılda topluca Müslüman olmuşlar. Yeni Müslüman olunmuş ama aynı yıllarda 1060- 1070’lerde Anadolu’ya Selçuklular Malazgirt ile kapı açtığı zaman Kutadgu Bilig’imiz, Divan-ü Lügati’t Türk’ümüz, İslamiyet’in kabulünden yüz sene sonra Hoca Ahmet Yesevi’nin Divan-ı Hikmet’i yazılmış. Ondan evvel daha erken Müslüman olan Türkler var. Mesela Maturidi, erken dönem Müslüman olanlardan ve bize bir itikat yolu çizmiş. Kuran-ı Kerim evrenseldir ama her millet bunu kendine göre anlar. Maturidi onu yapmıştır, Türkler nasıl anlamalı, bir itikat yolu belirlemiş. Ardından Harezmi var, daha erken dönem. Harezmi, Müslüman olmuş, Hindistan’a inmiş, Hindistan’da sıfırı bulmuş gelmiş onu matematikte uygulamış ve bilimin yolunu açmış. Hindistan’da sıfır etkisiz eleman sıfır var ama işlevsiz. Harezmi onu getirmiş rakamın soluna koyduğunda farklı işlemler yapmış, sağına koyduğunda farklı, 10’lu sayma sistemini kurmuş. Logaritmanın babası Harezmî’dir. Batılılar Harezmî’nin Kitâbü Sureti’l Arz,Hesab el-Cebr ve’l-Mukabele gibi eserlerini çevirmişler. Logaritma adı, el-Harezmî’nin Latinceye çevrilmesinden gelmekte. Latince’de Arapçadaki “noktalı ha” harfinin bulunmayışından dolayı, el-Harezmî kelimesi önce alghorisme, sonra algoritma, sonra da logaritma kelimesine dönüşmüştür. İster kendi adından ister yazdığı eserin tercümesinde kullanılan başlıktan olsun, sonuçta logaritma adı Harezmî ile anılmaktadır. Batılılar logaritmayı geliştirerek bugünkü hâline getirmişlerdir.
Türklerin İslamiyet’i seçmeleri düşünce hayatlarında kırılma noktası olmuş diyebilir miyiz? Türklerin İslam Düşünce Tarihi’ne katkılarını nasıl değerlendirirsiniz?
Türkler 7. yüzyılda Emevi baskısına maruz kalmasa daha erken Müslümanlığı seçmiş olsa daha farklı bir İslam tarihi cereyan edebilirdi, geç oldu. Buna rağmen neler kattığını düşünce tarihinde görüyoruz. Harezmî, Maturidî, Farabî, bakınız Farabi’nin ölüm yılı 950, Türkler henüz topluca Müslüman olmadan evvel ölmüş. Farabi, es-Siyâsetü’l Medeniyye, Ârâu Ehli’l-Medineti’l-Fâdıla, Kitâbül-Halâ isimli meşhur boşluk nazariyesi ile bilim hayatına, felsefe hayatına, toplum hayatına neler kazandırmış neler, bugün biz Farabi’yi doğru dürüst değerlendiremedik hâlâ. İslamiyet’in toplu kabülünden sonra İbn-i Sina, tıp sanaatına katkıları ile “Eş Şeyh’ur Reis İbn-i Sina” unvanını almıştır. İbni Sina’yı Batılılar çok önemserler. 38 defa eserleri çevrilmiş, Ortaçağ’da yapılmış bir tercümenin üzerinde ortada krallık tacı ile İbn-i Sina, sağ yanında tıbbın kurucusu Hipokrat, sol yanında tıbbın geliştiricisi Galen var. Bu ne demek Batılı diyor ki “İbn-i Sina bunları çok aştı, tıp sanatının kralı oldu.” Biz bugün hâlen İbn-i Sina’yı önemsemiyoruz. Şunu çok iddialı söylüyorum eğer Türkler İslamiyeti kabul etmeseydi, İslam Medeniyeti bu kadar yükselmezdi. Çünkü Türk milleti araştırmacı bir zekâya, zihne sahip ve bu milletin yaptığı çalışmalar hem İslamiyet’in yayılmasını sağladı hem de 10. Asırdan itibaren İslam’ın bayraktarlığını biz üstlenerek bir medeniyet kurulmasına yol açtık. Milletimizin Türk Cihan Hâkimiyeti Mefkuresi var; bu anlayış İslamiyet ile birleşince üç kıtaya yayıldı. Endülüs Emevi Devleti, Tarık bin Ziyad’ın İspanya’da kurduğu bir medeniyet ve asla inkâr edilemez, ama sıkışık bir medeniyet oldu. Neticede oradan atıldılar, onlara da sahip çıkan yine biz olduk. İslam bilim ve medeniyetinin gelişmesine katkılar sunan şehirler kurduk. Merhum Yahya Kemal diyor ki “İspanya’da Kurtuba Camii’ne gittim. Tıpkı devenin yayılması gibi sütunlar, sütunlar, sütunlar.” Çok katlılık yok, göğe ulaşma endişesi yok, bizde Gök Tanrı inancı var ya biz Gök Tanrı inancını mimarimize yansıtmışız. Süleymaniye’ye bakınız, Yahya Kemal’in ifadesi ile âdeta şahlanan bir at gibi. Bütün camilerimiz böyle, sipsivri minarelerimiz ile hem Allah’ın birliğini hem de göğe ulaşmayı gösteriyoruz. Şehirlerimizi çok güzel kurmuşuz, biz sıkışıklık istemiyoruz, yayılmak istiyoruz. Bizde fetih ruhu var, genişleme, gelişme ruhu var.
Hocam kitapta özenli bir kronoloji ile Selçuklular Cend’den iniyor, Semerkant, medreseler, Anadolu’ya kadar geliyorsunuz. Anadolu erenleri hakkında neler söylemek istersiniz?
Anadolu erenlerinin kaynağı yine Orta Asya, tümünün dayandığı ana kaynak da Hoca Ahmet Yesevî. Yesevî, eski geleneksel Türk dininin yani Gök Tanrı inancının, Müslümanlaşmış temsilcisi yani İslamiyet’i kabul etmiş ama hâlen o eski inançlarla devam eden bir yapının temsilcisidir. Artık kendinden geçip de vecd hâline gelerek Gök Tanrı ile irtibat kurma dönemi bitti. Kuran-ı Kerim gelince son din, Allah’ın Resulü son peygamber, peygamberlik müesssesi kapandı dolayısyla burada velilik müessesesi başlıyor. Hoca Ahmet Yesevi, ilhamını Kuran’dan alıyor, eski Türk gelenekleri ile İslam inancını anlatınca başarılı oluyor, insanlar onu çok seviyor. Ardından Hacı Bektaş Veli, Yunus Emreler geliyor mayayı Hoca Ahmet Yesevî’den alıyorlar. Selçuklular Anadolu’ya yöneldi. Anadolu’da ilk fethedilen yer Erzurum’dur. Anadolu’ya kapı açan ilk zafer 1048 yılında yapılan Pasinler Savaşı’dır. Sonrasında Malazgirt ile Anadolu’ya mühür vurulmuştur. Anadolu’nun fethi sadece savaşla olmadı. Medereseler kuruldu ve çağının çok üstünde olan bilimsel faaliyetler yapıldı. Kolonizatör dediğimiz Türk dervişleri, duygu ve düşünce dünyası kurdular, ahiler insanlarla dürüst alışveriş yaptılar ve önce gönüller fethedildi. Ömer Lütfi Barkan’ın “Kolonizatцr Tьrk Dervişleri” isimli devasa makalesi bu konuda çok önemlidir. Fuat Köprülü’nün de Tьrk Edebiyatı’nda İlk Mutasavvıflar kitabı bu anlamda çok önemlidir. Anadolu erenleri Hoca Ahmet Yesevi’den duygu dünyalarını beslemişlerdir. Sadece Anadolu’yu değil aynı zamanda Kafkasları, Balkanları bu ruhla etkilediler. İnsanları, dürüstlükleriyle, erdemleriyle ve önce duygu dünyaları ile gönülleri fethedip artık gelecek olan orduya hazır vaziyete getirdiler. Aradan kaç asır geçmiş ,İstanbul’un fethinde de aynı ruh yaşatılmış, önce Bizans halkının gönülleri fethedilmiştir. Bizans’ta yaşayan Rumlar “İstanbul’da Katolik serpuşu göreceğime Türk sarığı görmeyi yeğlerim.” Diyor. Çünkü 1200’lerde Roma’dan kalkıp gelen o Haçlı güruhu İstanbul’dan Anadolu’ya geçerken, İstanbul’u yakıp yıkıp tarumar eylemiş. Katolikler Ortodoksları perişan etmişler, kilise, imparatorluk ne kadar karşı olsa da Türk’ün hoşgörüsü, nezaketi, duygu dünyası burada olsun diyen halk, İstanbul’u Türklerin almasına hem ruh dünyalarıyla hem de maddeten hazır.
Kitapta sanatkâr, din, bilim, düşünür, şair, sanatkâr isimleri var. Mimar Sinan var aynı zamanda Dede Efendi ile Itrî var, dikkatimi çeken bir isim Hattat Şeyh Hamdullah hakkında neler söylemek istersiniz?
Şeyh Hamdullah, Osmanlı hat ekolünün kurucusu, aynı zamanda II. Bayezid’in hat dersi hocasıdır. Fatih Sultan Mehmet Han’ın vefatıyla tahta çıkan II. Bayezid Amasya’dan ayrılırken hocasını da davet etmiştir, bir zaman sonra o da ailesiyle birlikte İstanbul’a yerleşmiştir. Padişahla aralarındaki dostluk devrin ileri gelenlerinin kıskançlığına sebep olmuştur. Kuran’ı Kerim hakkında şöyle denilir: “Kuran-ı Kerim Mekke’de doğdu, Mısır’da okundu, İstanbul’da yazıldı.” Kuran’ı yazma sanatı konusunda kendinden sonraki tüm hattatları etkileyen biri olduğu için özellikle seçtim.
Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu ve Nurettin Topçu’yu seçmenizin özel nedeni var mı?
Bu isimleri seçmemim iki nedeni var. Birincisi her ikisi de yurt dışında tahsil görmüş, doktora yapmış ve sırf ülkelerine hizmet etmek için Türkiye’ye dönmüş şahsiyetler. Okudukları ülkelerde çok önemli imkânlar tanınmış ama hepsini reddedip kendi ülkelerine hizmet etmeyi seçmişler. İkincisi biraz çok özel ikisi de Erzurumlu. Nurettin Topçu’nun babası Erzurumlu, annesi Kemaliyeli ama Nurettin Topçu Erzurum’a hiç gelmemiş, yaz aylarında Kemaliye’ye gidermiş. Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu ise Uzundere ilçemizden ve her yaz Erzurum’a gelirmiş. Fındıkoğlu, Türkiye’de en fazla yazı yazan kişilerden birisi, bir sosyolog, bir iktisatçı, bir düşünür olduğu için kitaba aldım. Üç bin civarında yazı yazmış, 42’si kitap diğerleri de İş Dergisi adıyla kurduğu dergideki tüm yazıları her ay kendisi yazarmış. Tek başına bir ordu gibi hayatı okumak ve yazmakla geçmiş, gençlere rol model olmasını istedim.
Kıymetli Hocam teveccühünüz için teşekkür ederiz. Son olarak bu kadar güçlü bir düşünce tarihinin mirasçısı olarak bugün toplumun düşünce ve okuma ile ilişkisini nasıl değerlendirirsiniz?
Maalesef okumayı ve düşünmeyi özür gibi görmeye başladık. Düşünebiliyor musunuz öğrencilerime kitap okuttuğum için hem CİMER’e hem fakülte idaresine şikâyet edildim ve “Niye kitap okutuyorsun?”sorusuna muhatap oldum. Ebette ki çocuklar kendini yetiştirsinler, düşünsünler, üretsinler diye açıklama yaptım ve ben bir dönem kitap okutamadım. Sonra salgın patladı, uzaktan dört etkinlik yapmak zorunluluğu çıktı ve bunlardan biri de kitap ve makale okutmaktı. Anlaşıldı ki kitap okutulması gerekliymiş. Hiçbir şey zorla yaptırılabilir mi? Öğrencilerin kendilerini yetiştirmeleri için kitap okumalarını tavsiye ediyoruz. İstemiyorsan okuma yavrucuğum ama okumaktan nefret eden öğrenciler gidip hocasını şikâyet edebliyor. Ben tüccar değilim, hocayım, böyle bir üzüntü yaşadım. Bir düşüncenin gelişmesi için gezmek görmek kadar okumak da lazım, okumadan yeni fikirlerle tanışılmaz, yeni fikir üretilemez, bilgi üretmeden bilim yapılamaz. Emek vermeden eser üretilemez. Ne zaman ki kitap okumayı bir zevk haline getirirsek sonra bunu bir iş gibi görürsek bu sefer biz yeniden eski ihtişamlı günlerimize yavaş yavaş da olsa dönebiliriz. Benim bütün derdim milletim, devletim, ülkem, bayrağım, ben bunlar için yaşıyorum ve ölene kadar da bunlarla devam edeceğim. Fikirler çoğunlukla sonradan anlaşılıyor, inşallah ben de sonradan anlaşılır hâle gelirim. Yaşarken anlaşıldığımın farkına varırsam mutlu olurum ama değilse de Allah’ın lütfu ile başka bir âlemden burada olanları görüp orada yine mutlu olurum. Çok teşekkür ederim.