Değerli Hocamız Prof. Dr. H. Ömer Özden ile Türk Düşünce Tarihi’ni konuştuk.
Prof. Dr. H. Ömer Özden: “Türk destanlarının yansıması olarak Orhun Kitabeleri’nde bize hem tarih anlatılıyor, hem din anlatılıyor, hem düşünce dünyamız anlatılıyor. Bana hani felsefemiz var diyorsunuz nerede diye soruyorlar. Orhun Kitabeleri diyorum. Bir devlet felsefesi, bir siyaset düşüncesi var. Çünkü biz tarih sahnesine adımımızı attıktan bu yana hiç devletsiz kalmadık” dedi.
Erzurum Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Felsefe Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. H. Ömer Özden’in ulusal ve uluslararası dergilerde yayımlanmış çok sayıda makalesi, sempozyum bildirileri, gazete ve dergilerde yayımladığı pek çok deneme, eleştiri, sanat yazılarının yanında 15 kitabı bulunmaktadır. Değerli Hocamız Prof. Dr. H. Ömer Özden ile Türk Düşünce Tarihi’ni konuştuk.
Siz kıymetli okurlarımızın ilgilerine sunuyoruz:
Kıymetli Hocam Türk Düşünce Tarihi fikri sizde nasıl oluştu?
Benim asıl mesleğim felsefe. Felsefe tarihi konusunda ihtisaslarımı yaptım. Sadece Batı felsefesi değil aynı zamanda İslam felsefesi alanında da ihtisas sahibiyim. Türk Tarihi’ne özel merakım var. Batı ve İslam felsefesi bir araya gelince, acaba bizim kendi milletimize ait bir düşünce tarihimiz yok mu diye bir düşünce oluştu bende. Bilim çevrelerinde, sanki sadece Yunan Felsefesi varmış onun dışında bir düşünce yokmuş gibi bir algı var. 2003 yılında TRT Erzurum Radyosu’ndan bir kültür programı teklifi almıştım. Başlangıçta on beş günde bir ilerleyen zaman içinde her hafta 15 yıl boyunca devam eden programlarda; genel anlamda destanlardan başlayarak Türk Düşünce Tarihi’nin temellerinden, ileriki zamanlarda da onların somutlaşmış örneklerinden konular anlattım ve böylece bir radyo programları serisi oluştu. Bu programlar bende neden bir Türk Düşünce Tarihi kitabı oluşmasın fikrini doğurdu. Aradan birkaç yıl geçti, üniversitemde İlahiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’nde Türk Düşünce Tarihi dersine giriyordum. Sonra bazı nedenlerle dersi başka arkadaşlar üstlendiler. 2014 yılında ders tekrar bana dönünce “ben bu çocuklara ne okutayım?” diye düşündüm. Aklıma bilgisayara not olarak aktardığım yazılar geldi. O sırada süratle düşündüm bunu hızlıca nasıl kitaplaştırırım diye ve birkaç başlık seçtim. Edebiyat alanında, bilim alanında, sanat alanında, din alanında ve felsefe düşünce alanında milletimizden yetişmiş olan önemli şahsiyetleri seçeyim ve bunları geliştirerek kitap haline getireyim dedim. Ocak ayında derse gireceğim söylendi, süratli bir çalışma temposuyla çok kısa bir sürede bu kitabı oluşturdum ve Mart ayında derse girmeye başladığımda kitap yayınlanmıştı. Ben aynı zamanda Yahya Kemal uzmanıyım, sonraki baskıalrdan birinde Yahya Kemal’i de ekledikten sonra kitap son hâlini aldı. Belki ilerleyen zamanlarda başka bazı şahsiyetler de ekleyebilirim.
Türk Düşünce Tarihi’nin dönemleri var mı, düşüncemizin dayanağını nerelerde gördünüz?
Türk Düşüncesinin tabiî ki dönemleri var. Ben edebiyattaki gibi iki bölüme ayırıyorum. Birisi İslamiyet’ten önceki Türk Düşüncesi diğeri de İslamiyet’i kabul ettikten sonraki Türk Düşüncesi. İslamiyet’ten önceki Türk Düşüncesi’nde neler var? İnsanlar mantar değildir, bir millete mensuptur, bizim mensup olduğumuz millet de Türk milletidir. Türk milletinin tarih sahnesindeki macerası önemlidir. Kimi tarihçilere göre beş bin yıllık bir geçmişimiz var, kimi tarihçiler daha ileriye götürüyor. Ben bu konuya şöyle bakıyorum, acaba bizim düşünce temellerimiz nereye dayalı? Türk düşüncesinin ilk temellerini destanlarımızda görüyorum. Onun için kitaba da destanlarla başladım. Dönemsel olarak ya da tarih olarak ne kadar yıl önceye götürebiliriz bu tarihçilerin işi ama bizim bütün düşünce temellerimiz destanlarımızda yatıyor. Mesela şu anda bir kitap bölümü olarak yazdım, “Türk Hikmetinin Kaynakları” diye, o yazıya da ben yine destanlarla başladım. Çünkü destanlarımızda felsefede ele alınan konuların fazlası mevcut. Söz gelimi Yunan felsefesinde Yunan Kozmolojisi vardır, evrenin oluşumunu dört unsura dayandırırlar, önce tek tek söylerler: “Su, hava, toprak, ateş” sonra dördünü bir arada alır Empedokles, Aristo bunu ilerletir. İslam filozofları buna anâsır-ı erbaa derler. Bizim destanlarımızda bunun daha ilerileri var. Mesela hava, toprak, su ve ateşin yanında ki ben bunların hepsini farklı yorumluyorum. Ağaç var bakınız. Madenler var, bizim kullandığımız madenler önemli, altın, gümüş, çelik, kurşun hepsi Türkçe isimler. Ak saçlı ihtiyarlar var, Dede Korkut var söz gelimi, kopuz var, saz şairlerinin en ileri noktada dayandıkları kaynak.
Yunan’daki komedyanın karşılığı bizde destanlardır diyebilir miyiz?
Yunanlılar, felsefelerini oluştururken mitolojilerinden hareket etti. Mitoloji onların destanları ve bunların hiçbirinin ayakları yere değmiyor. Bu mitolojilerde genelde evrendeki bir olağan üstülükler anlatılıyor. Mesela onların Fayton Mitolojisi, Zeus Tanrıların en üstünde ama Fayton denilen bir başka bir Tanrı var ona bağlı, ateşten bir arabası var, dört tane de at çekiyor bunu. Pegasus devreye giriyor bu arada, uçan atların çektiği ateşten bir araba. Kültürümüzde motorlu araçların olmadığı dönemde binek aracı olarak kullanılan fayton, bu mitolojiden esinlenerek verilen bir isimdir. Fayton’un oğlu “ben bu arabayı sürmek istiyorum” diyor, babası müsaade etmiyor, o da uçan atların çektiği arabayı kaçırıyor. Evrende anlaşılmaz bir süratle serseri mayın gibi dolaşıyor, dizginlerini elinde tutamıyor nereye çarpsa orayı yakacak, en sonunda tanrı Fayton’un isteği ile Zeus müdahale ediyor ve dünyayı yanmaktan kurtarıyor. Şimdi bu destanın ayağı yerde mi? Mesela Freud’un dayandığı “Oedipus Complex” inin neresi akla uygun. Bizim destanlarımızın ise ayakları yerde, yeryüzünde hepimizin bildiği şeyler üzerine oluyor. Öyleyse bizim düşüncemizin temelleri destanlarda, destanlar hayali değil.
Hocam destanlara tek tanrı inancının etkisi ve yansımaları hakkında neler söylemek istersiniz?
Destanlarda çok tanrılılık yok, Tek tanrı inancı var. Tek Tanrı inancı sadece bizim de değil, bizim etrafımızda bulunan bazı kavimlerce de kabul edilmiş. Orta Asya toplumlarının çoğu Gök Tanrı veya Kök Tanrı inancının etrafında şekilleniyor. Bizim kozmogonimiz oraya dayalı, 12 Hayvanlı Türk Takvimi müthiştir ama ayakları yine yerdedir. Tanrı tek, her şeye müdahale eden ve yaratıcı. Yunan’da yaratıcılık yok, her şeyin bir tanrısı var, her şey terkip ama bizde öyle bir şey yok. Bizim Altay Türk Destanı’nda anlatılan insanın yaratılışı bile bizim İslam inancımızdaki anlayışa uyuyor. Bizim düşüncemizin, felsefemizin veya hikmetimizin temelinde destanlar var. Türk destanlarının yansıması olarak Orhun Kitabeleri’nde bize hem tarih anlatılıyor, hem din anlatılıyor, hem düşünce dünyamız anlatılıyor. Bana “hani felsefemiz var diyorsunuz nerede?” diye soruyorlar. Orhun Kitabeleri diyorum. Bir devlet felsefesi, bir siyaset düşüncesi var. Çünkü biz tarih sahnesine adımımızı attıktan bu yana hiç devletsiz kalmadık.
Selçuklu Devleti şehirleşmeye çok önem veriyor, “şehirleşmenin” düşünce tarihine etkisini nasıl değerlendirirsiniz?
Türklerin göçebe bir toplum olduğu zannedilir. Biz göçebe değil konargöçer toplumuz ve bakınız hâlen öyleyiz. Kışın burada yaşayacağım yazın gideceğim şurada yaşayacağım. Bu konargöçerlik dediğimiz durum hâlen devam ediyor, yazlık diyoruz, kışlık diyoruz buna göçebe diyemeyiz. Göçebe olanın medeniyet kurması, şehir kurması mümkün değildir. Düşünce sistemi geliştiremez, edebiyatı olamaz, bilimi olamaz. Bilim adamlarımız bulundukları yerde sabit kalmamışlardır. İbni Sina devamlı yer değiştirmiş. Bilimsel araştırmalarını yaparken ona uygun yerler bulmak istemiş. Bir de Sultan Gazneli Mahmut’tan kaçmış. Çünkü Sultan davet etmiş, İbni Sina gitmeyince müfreze salmış peşine. İbni Sina’nın nerede olduğunu duyuyorlarsa oraya gidiyorlar ama İbni Sina teşkilatçı bir insan duyunca onların geldiğini yer değiştiriyor. Bu ona çok şey kazandırmış. Farklı yerlerde farklı tecrübeler edinmiş, gittiği yerlerde laboratuarlar kurmuş, muayehaneler kurmuş, bir taraftan hekimlik sanatını geliştirmiş. Hekimlik sanattır bir bilim değildir. Bir taraftan da felsefe yapmış.
Filozoflar neden çok seyahat eder, tarihte bunun istisnası var mı? Sizin için seyahat etmenin anlamı nedir?
İnsan yerinde durarak felsefe yapabilir mi? Asla. Olaylar, değişiklikler, felsefeye yol gösterir. Hayatın, toplumu, tarihin içine girmeden felsefe yapılamaz. Bunun bir tek istisnası var, Immanuel Kant. Bugün Rusya topraklarında bulunan Königsberg kasabasında doğmuş, oradaki üniversitede Hoca olmuş, hayatında oradan dışarı çıkmamış. Kant, bunu nasıl başarmış anlamıyorum ama olduğu yerde hem tanınmış, hem de muhteşem eserler yazmış, ama anlaşılmaz diyebileceğimiz derecede çok kötü yazmış. Kant evi ile üniversite arasında gidip gelmiş, yıllar yılı sabah sekizde işinin başında olurmuş. Ömründe iki defa sabah sekizde işbaşı yapamamış. Birisi Fransız İhtilali’nin yapıldığı gecenin sabahında, birisi de J.J. Rousseau’nun Emile isimli romanını okuduğu gecenin sabahında. Kant, Königsberg Üniversitesi’ne giderken esnaf sekize bir dakika kala dükkânının önünden geçtiği esnaf saatini kontrol ediyor ve diyor ki, “Aa saatim geri kalmış” hemen sekize bir kalaya getiriyor, öbürü iki kalaya getiriyor gibi, saat gibi bir adam ama hiç yerinden ayrılmamış. Diğer filozoflara bakın hiç yerlerinde durmamışlar,sürekli geziyorlar. Bu fikirle alakâlı. Gezmek zihnin durağanlığını önlüyor. İnsan bir yerde dura dura ne yapabilir; gezecek görecek ki olaylar hakkında fikir oluşturabilsin. Ben seyahate çok önem veririm. Her gittiğim yerde bir problemle karşılaşırım o bana bir konu açar. Bizim filozoflarımızın bu yazlık kışlık hikâyesi de onlara çok şeyler kazandırmış.