Sosyolog, eğitimci, psikolojik danışman ve mütefekkir Yusuf Özkan Özburun’la İnsanın on psikolojik hapishanesi üzerine konuştuk.

Mütefekkir Yusuf Özkan Özburun zaaflarımızla ördüğümüz bu hapishaneden çıkış yollarını anlattı ve uyanışa vesile olacak formüllerin insanın tabiatında mevcut olduğunu açıkladı.

Eğitim çalışmalarınızla, seminerlerinizle, radyo ve TV programlarınızla, eserlerinizle hepimizin hayatına değen bir yanınız var. Şu an Kelebek Etkisi Danışmanlık Merkezinde ağırlıklı olarak 13-30 arasındaki gençlere danışmanlık hizmeti veriyorsunuz. Kendinizi nasıl tanımlarsınız?

Kendimden bahsetmeyi seven biri değilim ama sorduğunuz için kısaca ifade edeyim; sosyolojiden felsefeye, şiirden psikolojiye yolculuğu olan biriyim, formel anlamda söyleyecek olursak sosyal psikolojiye epey emek verdim. Uzun yıllar yazı maceram oldu, seminerlerim, konferanslarım, radyo, televizyon programlarım ile yoğun bir yolculuğum oldu. Şu an daha asude bir dönemdeyim ve bireysel çalışmalara ağırlık veriyorum Kelebek Etkisi Danışmanlık Merkezimizde 13-30 yaş arası gençlerle çalışıyorum ve onlarla hemhal oluyorum. Kendi halinde, konuşan, düşünen, yazan kafası karışık bir adamım ben.

Çalışmalarınızı belli bir zaman sonra bireysel alana kaydırdığınızı görüyoruz, buna niçin ihtiyaç duydunuz?

Toplumu kurtarma, ıslah etme hareketlerinin alt yapısının boş olduğunu, bu söylemlerin adresine ulaşmadığını gördüm ve bireysel olarak insanların gözlerinin içine bakarak konuşmanın daha etkili olduğuna inandım; seanslarımda buna bizzat tanık oldum. Albert Einstein dünyanın en etkili şeyi bir insanın gözünün içine bakarak konuşabilmektir der ve bu gerçekten atomdan daha tesirli bir şey. Şahsen erdem ve bilgeliğin keşfini daha önemli görüyorum ve bu eksende yaşamayı tercih ediyorum. Toplumu kurtaracağız mealindeki büyük alkışlamaların, dinin sistem karşıtı meseleymiş gibi konumlandırılmasının ve komünizmin, sosyalizmin bir versiyonu gibi görülüp sistem reaksiyonerliği yapmanın dine büyük zarar verdiğini gördük. Ülkemiz bu serencamı yaşadı. Şifanın kendimize yönelmekten, insana yönelmekten, kalbimize yönelmekten ve bire bir muhatabiyetten geçtiğine inanıyorum.

Son dönemlerde çalışmalarınızda İnsanın On Psikolojik Hapishanesinden bahsediyor ve buradan nasıl çıkılabileceğine dair açıklar yapıyorsunuz. Nasıl ortaya çıktı bu on hapishane?

Ben multidisilpiner bir adamım, radyoculukla epey uğraştım,  Üsküdar FM’de Moral FM’de, Marmara FM’de yıllarca düşünce programları yaptım,  televizyonculuk, öğretmenlik ve yayıncılık kariyerim var ve birçok kitap yayınladım,  seminerler verdim, farklı kurumlarda yöneticilik yaptım yani kendimce birçok meşguliyetlerim oldu ve doğal olarak sahaya bunların getirdiği kazanımlarla bakabiliyorum, alan körlüğü olmuyor. Yolunuz farklı vadilerden geçince içinizde farklılıklar oluşuyor ve bütüncül bakıyorsunuz ve sorunun kaynağını görebiliyorsunuz.

Üniversitede Ali Şeraiti’nin ve Cemil Meriç’in bütün kitaplarını okumuştum, bilirsiniz Ali Şeriati’nin İnsanın Dört Zindanı diye bir kitabı var ama artık dört zindan falan kalmadı, çıkarsak yirmiyi aşar. İnsanın yirmi, otuz tane hapishanesi var, bunları on maddeyle sınırladım ve bu çalışmamı “İnsanın On Psikolojik Hapishanesi” adlı bir eser olarak yayınlayacağım inşallah.

İbnu Haldun’un Mukaddimesinde sosyolojik, psikolojik, antropolojik ve tarihi bilgileri bir arada bulmak mümkün fakat bugün ihtisaslaşmanın bu alanı daralttığını görüyoruz, bu duruma nasıl gelindi?

Eskiden mütefekkirler multidisiplinerdi ve her alanda söz sahibiydiler. İbni Sina’yı düşünün, tıp bilir, felsefe bilir, astronomi bilirdi,  hakimdi ki, hakim hayatın her alanında derinleşmek demektir. Çağımızın aşırı ihtisaslaşma sıkıntısı var fakat bir branşa ömrünüzü verseniz de yetmez. Mesela psikolojinin kendi içinde birçok branşları var çalışmalarınızı sadece nöropsikoloji üzerine kaydırsanız dahi ömrünüz yetmez. Eskiden bunların hepsi felsefenin çatısı altındaydı ve mütefekkirler bu bilgilerin tamamına vakıftılar. İmam_ı Gazali’yi, Fahreddin Razi’yi düşünün,  Razi’nin Tefsiri Kebirinde mantık var, felsefe var, biyokimya var, fizik var. İnsanın yolunun birçok alandan geçmiş olmasının üst bir görüş sağladığını düşünüyorum. Bu insanı akademik miyopluktan, alan körlüğünden kurtaran bir durumdur naçizane bunu kendimde görüyorum.  Multidisipliner biriyim ve sosyoloji, felsefe, mantık ve psikolojinin birçok alanından bakabilme avantajımı hissediyorum ve bu hoşuma gidiyor. Mesela deizm sorunu ile gelen bir genç oluyor ona sadece psikolojini diliyle konuşmuyorum onunla Ebubekir Razileri de konuşuyoruz, Molla Sadayı da… Kendimizi bir alana gömüp orada bırakmamalıyız, alanın dışına çıkmak ve bütüncül bir bakış açısı kazanmak lazım.

İnsanın psikolojik çıkmazlarını on maddede kategorize ettiniz ve özgürleşmenin insanın bu çıkmazlarının farkına varıp kendini değişime açması ile mümkün olabileceğini ifade ediyorsunuz, on hapishaneyi okuyucularımızla paylaşır mısınız?

  1.  Mükemmeliyetçilik
  2. Duygusal onay açlığı
  3. Başarı kültürü
  4. Nostaljik ve melankolik ruh haline saplanmak
  5. Zihinde yaşamak
  6. Kuşkuculuk, güvensizlik
  7. Güç hâkimiyet takıntısı,
  8. Hazcılık
  9. Atalet ve durağanlık
  10. Sahip olmak için yaşamak.

İnsanı kendine mahkûm eden bu çıkmazları açıklayabilir misiniz?

Birincisi Mükemmeliyetçilik hapishanesi: Gelişme duygusu bize verilmiştir ve kemala karşı bir iştiyak taşırız. Sürekli kendimizi eksik hissetmek bizi yenilenmeye, gelişime sevk eder. Bunu Freud ile Adler ile izah edecek teknik bilgilere ya da kastrasyon gibi psikiyatrideki tabirlere girmiyorum ama temel eksiklik duyusu bizi gelişime yöneltiyor. Mükemmeliyetçilik, mükemmele olan ilginin bir takıntıya dönüştürülmesi ise bir arızadır. Mükemmelliğin bir saplantı haline gelmesi ve her şeyi kontrol etme çabası bir hapishaneye dönüşür.  Mükemmeliyetçilik takıntısını obsesip kompulsif yatkınlığı doğuruyor. Obsesif eğilimlerin altında hata yapma korkusu vardır. Çağımızda ürünlerin pazarlanması bir amaç olarak görülüyor ve insanlar takıntılı hale getiriliyor. İnsanlar öne sürülen ürünü almadıklarında hayatlarının aksadığını düşünüyorlar. Hayatınızı bir şampuan markasına da bağlayabilirsiniz ve o şampuan olmadığında o haftanız mahvolabilir. Takıntılar sürekli beslenerek pazarlama yapılıyor. İnsanın bu hapishaneden kurtulabilmesi için ihtiyacı olan güvenliği temin etme yolunun tevekkül ve büyük bir güce yaslanmakla mümkün olabileceğini anlayabilmesi gerekir.

İkincisi Duygusal onay açlığı hapishanesi.  Duygusal onay açlığı insanın kendini değersiz ve yetersiz görmesi ve bunu telafi etmek için duygularını abartılı şekilde göstermesi ve buna bağımlılık geliştirmesidir. Bu kişilerin kendi başlarına kalabilme becerileri zayıftır, onları birilerinin duygusal açıdan hep beslemesi gerekir. Oysa bizim dünyada öğrenmemiz gereken en önemli becerilerden biri yalnız kalabilme becerisidir. Neden? Çünkü hayatınızdaki herkes gidiyor… Bu hapishaneden kurtulabilmek için insanın duygusal onay bağımlılığından uzaklaşıp kendi iç evrenini geliştirmesi gerekir. Kendi başına kaldığında kendin için bir evren ol anlayışını gerçekleştirebilecek bir beceri geliştirmek lazım.

Üçüncüsü Başarı kültürüdür.  Başarı kültürü insanları hasta ediyor. Anadolu bir mağduriyetler ülkesi ve  başarıya aç bir toplum, geçmiş dönemlerde ezilmişiz, sadece buğday ambarı olarak kullanılmışız...Geçmişten gelen bir başarı ve güç açlığımız var ve yirmi otuz yıldır bu açlığı telafi etmeye çalışıyoruz. Dini temsil etmeye çalışanların bilinçaltı da bununla dolu. Onlar artık güç ve başarı açığını tatmin ettiler fakat ortaya  Necip Fazılın  ifade ettiği o manzara çıktı: “Buzdağını hohlaya hohlaya erittik ortaya bir avuç çamur çıktı” Çünkü insanlar maddiyata düşkündüler bunları elde edemedikleri için bunu dinle, milliyetçilikle kamufle etmeye çalıştılar, maddi imkanları elde edince ise kamuflajlar düştü.

Başarının tek yönlü niceliksel algılanması ve aşırı rekabet kültürü hapishaneye dönüşüyor ve bizi hasta ediyor. Buradan kurtulmak için manevi başarıyı, bilgelik başarısını, kendini gerçekleştirme ve sürdürülebilir insan olma başarısını merkeze almak lazım. Yoksa başarı dediğiniz şey aslında yalandır. Tırnaklarımla kazıyarak başardım diyorsunuz peki mümkün mü? Düşünün bütün kainat düzenli şekilde çalışıyor, yağmur, toprak, güneş vazifesini yapıyor, bitkiler büyüyor, çiftçiler ekip biçiyorlar, ürünler marketlere ulaşıyor sonra  sofraya geliyor, gözünüz, kulağınız midesiniz çalışıyor her şey size hizmet ediyor ve bütün dünya ile etrafınızdakilerle beraber bunlar meydana geliyor. Siz bunu tek başına kendinize mal edemezsiniz. Başarı dediğiniz şeyin altında koskoca bir sistem var bunu yok sayıp her şeyi kendinize mal edemezsiniz, bunun yerine bana yardım olundu, inayet olundu demek çok daha doğru olur.