Hikâye anlatıcısı, sanat terapisi uygulayıcısı, eğitmen Değerli Didem Tarlalı hanımefendi ile çocuk performansları üzerine gerçekleştirdiğimiz sohbette “Çocuklara hikâye anlatmak, bağ kurmamız açısından çok önemli, problem çözme, dinleme, kendini ifade etme becerilerini öğretirsiniz.” Dedi. 

Yunus gönüllü Didem Tarlalı, hikâye anlatıcısı, sanat terapisi uygulayıcısı, eğitmen. Babaannesinin anlattığı masallar, musikişinas dedesinin Yunus Emre, Mevlana, Hacı Bektaş Veli ve son dönem Türk Edebiyatçılarının eserlerinden oluşan zengin kütüphanesi, kendisine tevarüs eden sözlü halk edebiyatı ile ruhunu yoğurarak büyüdü. Tarlalı, Uludağ Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı, Dokuz Eylül Üniversitesi Dinler Tarihi bölümlerinden mezun oldu. Anadolu Masalları ve Arketipler konusunda çalışan Didem Tarlalı hanımefendi ile masal, hikâye anlatıcılığı üzerinden çocukların dünyasını konuştuk. Siz değerli okurlarımızın ilgilerine sunuyoruz:

Whatsapp Görsel 2024 06 27 Saat 11.43.04 B11E7C7F

Didem Hanım çocukluğunuz nasıl bir ortamda geçti, nasıl bir çocuktunuz?  

Estetik görünür, güzellik gizlidir, hayal gücü geliştirilmektedir. Ben çok şanslı bir çocuktum. Ailenin ilk torunuyum,  mübadele ile gelmişler. Girit’ten, Makedonya’dan ve mübadeleden gelen o kişileri tanıma şansına eriştim, bu müthiş bir güzellik. 1986’da doğdum, annemin babaannesi, anneannesi, büyük teyzeler, dayılar herkesi gördüm ve meraklı bir çocuk olduğum için de çok hikâye dinlemek isterdim, onlar da anlatırlardı. Bu işin hikâye kısmı bir de masal kısmı var ki babaannem gerçekten çok iyi bir masal anlatıcısıydı ve şiir de yazardı. Anadolu ve Balkan masallarıyla büyüdüm.  Annemin tarafında da dedemlerde anlatıcılık çok yetenekliydi herkes. Öte yandan dedem musikişinastı,  ailede müzik hep vardı. Müzik sadece bir eğlence değildi, bir buluşma haliydi bizim için. Dedemin arkadaşları ile buluşup sohbet ettikleri  ortamda müzik bir idrakle birlikte geliyordu. Bu birlikte akan bir yoldu. Müzik gönlümü titreten, ibadet gibi özel bir yere sahip benim dünyamda. Her şeyin de melodisini, sesini dinlemeyi çok severim. O yüzden, müziği dinlemiş, masalı dinlemiş, şiir dinlemiş öyle bir dünyanın içine doğmuş bir çocuktum. Sadece masal ya da hikâye anlatmalarına gerek yok anlattıkları her şey zaten hikâyeydi. Bütün o insanın manevi değerleri ile ilgili maneviyatı ile ilgili alanı ben yaşayarak öğrendim. Bir kitap okudum hayatım değişti şeklinde değil de gerçekten ben o insanların yaşadıklarını yapıp ettiklerini görerek o güzelliği gördüm. Her hikâyede, masalda, sohbette, güzellikleri keşfettik. Güzelliği bulmak için sevgiyi hissettik. Bu yüzden içimde her zaman bağımsız bir sevgi var.  

Whatsapp Görsel 2024 06 27 Saat 11.43.15 336Bd8C2

Bu birikim ile edebiyata ilk adım olarak bizlere aktarabileceğiniz bir çocukluk hatıranız var mı?  

Şiirle ilgili bir hatıram var. 23 Nisan’da, bir şiir yarışması düzenleniyormuş, ben de birinci sınıftayım o sırada yedi yaşındayım. Okumayı yazmayı öğrenmişim, ikinci dönemin başındayız. 23 Nisan için çocuk temalı bir şiir yarışması, öğretmenimiz bize söyledi. Ben kendimi yazarken buldum. İlk defa şiir yazıyordum. Annemin babası dedemin evinde çok fazla Yunus Emre okunurdu. Kitaptan okunma değil
onlar ezberden bilirdi ve sohbetin arasında sanki doğal bir akışta söylenirdi. Anadolu şairlerini bize öğretmen gibi parmakla göstererek değil, doğal akıştan sohbetlerde “Yunus demiş ki, Mevlana demiş ki, Hacı Bektaş Veli’nin böyle bir sözü var” derdi. Eski Türk Edebiyatı’ndan gazeller, kasideler, yakın dönemden Ahmet Hamdi Tanpınar, Yahya Kemal, Orhan Veli’den şiirler. Bize hep böyle aktarıldı. Çocuklukta idrak edemiyorsunuz ama benim bu söyleyişler hoşuma giderdi. Bir durum bir hikâye üzerinden anlatılırdı. Dedem o anlamda feyiz aldığım bir karakterdir. Anekdot, fıkra, masal, hikâye, bilmece aklınıza gelen ne tür varsa babaannem bir hazine gibi sözlü kültürü verdi bana, çok özel bir bağımız vardı. Ben yazdım ve yarışmaya katıldım, ikinci oldum. İlk defa öyle bir yarışmada ilkokul birinci sınıftaki bir çocuk kazanmış, yazmışım ve vermişim öğretmene bugün bir dizesi aklımda dize şu: “Özgürlük çanları çalıyor çocuklar, duyuyor musunuz? ” Yedi yaşında demek ki öyle bir hayal imge varmış bende. Kazanmak kaybetmek mevzusu hiç önemli değil ama bana ne açtı onu söyleyeyim; annem babam çok güzel bir defter aldılar.  Ben hep yazdım. Yedi yaşından beri ben günlük tuttum yazdım, şiir yazdım, hikâye yazdım, masal yazdım, ne düşlediysem yazdım.  

Kendi çocukluğunuz ile şimdiki çocukları karşılaştırdığınızda değerlendirmeleriniz nelerdir?

Dünya giderek ne yazık ki daha materyalist durumlara önem atfeder bir hale geldi ve tabiî ki anne babalar o konuda nasıl bir bilince sahipse, öğretmenler nasıl bir bilince sahipse, çevre nasıl bir bilince sahipse çocuk da ondan etkileniyor. Bir Kızılderi atasözü var, “Bir çocuğu büyütmek için bir köy gerekir” diye. Aslında bir çocuk sadece anne babası ile büyümüyor, çevresi ile büyüyor. Komşusu, çevrede gördükleri, okul ortamında gördükleri, bir de şimdi sosyal medya.  Dolayısı ile burada çok hassas ve hep ahenkli olması gereken, dengeli olması gereken bir durum var. Bizim manevi hayatımızla maddi hayatımızı dengede tutabilmemiz lazım ve hep aslında manevi hayatımızla temasta olmamız lazım. Maddi hayatla ister istemez temasta oluruz zaten. Su içeriz, yemek yeriz, dışarı çıkarız, işe gideriz, geliriz normal olarak bunları yapıp duruyoruz. Ama bu arada manevi hayatımızın farkındalığında olursak o zaman biz işte insan olmak için bilincimizle hareket etmeye başlıyoruz. Benim çocukluğum döneminde de artık yavaş yavaş rekabet başlamıştı. Sen onu geç, öteki bunu geçsin başlamıştı ama ben orada mizacım gereği daha hassas bir yapıdaydım. O hassas yapıda kendimi korumak için belki masal dünyasında daha çok üretirdim. Çünkü aslında herkesin o katı gerçeklikle materyalist sistemle, bize empoze etmeye çalıştıkları dünya düzeni ile bir başa çıkma şekli oluyor. Kimisi o serüvene ait kapılıyor gidiyor. Kimisi başka bir şey yapıyor. Benim yöntemim edebiyattı, sanattı.  O yaşta bir güzellik, ışık görmüşüm o ışığı da paylaşmak istemişim. Mahalledeki çocuklarla, okuldaki çocuklarla, kendimden küçük yaş çocuklarla o aydınlığı paylaşmak beni mutlu ediyordu.  
Ve görüyorum ki çocuklara bakınca,  şu an çocuklara kendilerini ifade etme alanları daha çok sağlanıyor, daha çok onları dinleyen bir ortam hazırlanabiliyor. Bugünkü  anne babaların, daha  iyi   anne baba olmak çabaları var. Bence anne babaların en çok dikkat etmeleri gereken durum, kendi algı biçimlerinin değişime ve gelişime açık olabilmesidir. Gerçeklik dediğimiz şey zihnimizin algıladığı şey ile aynı olmayabilir, işte bu yüzden anne babalar o değişim ve gelişimi, o algı biçimini fark ederek oluştururlarsa yani bilinçli olurlarsa o zaman çocuk da o hassas dengede,  yer yer korunarak, yer yer alan açılarak, yer yer de kendi nefsini kendisini tutması gerektiğini bilerek bu bilinçle yetişebilir. Eğitmen gözünden şunu söyleyebilirim, çocuğa alan açmak bir saygısızlığı beraberinde getirmemeli. Saygının ne demek olduğunu biz öğretmekle değil göstermekle yükümlüyüz. Çocuğa saygımız olduğunu, onların insan olduğunu, değerli olduğunu, sadece yaşlarının küçük, tecrübelerinin şimdilik az olduğunu ama onların da bir dünyası olduğunu kabul etmek zorundayız. Buna göre de
davranmamız gerekir. Bununla birlikte onun bir çocuk olduğunu, henüz gelişmemiş halleri olduğunu, değerleri olduğunu bu yüzden de kendimiz yaparak, yaşayarak onlara örnek olmalı, göstermeliyiz.  

Çocuklarla yaptığınız performanslar hakkında neler söylemek istersiniz?  

Çocuklarla yaptığım performanslar masalların kapısından geçip kelimelerin üzerinde yürümek için birlikte bir dünya kurduğumuz performanslardır. Çocuklara hikâye anlatmak, bağ kurmamız açısından çok önemli, problem çözme, dinleme, kendini ifade etme becerilerini öğretirsiniz. Çocukların içindeki sanatçıyı görmek beni çok heyecanlandırıyor.  

Masal ve hikâyeleri çocukla iletişimde bir rehber olarak kullanabilir miyiz?  

Sohbet bize rehberlik eder. İnsanlarla sohbet ettiğiniz zaman insanları anlarsınız. Kendinizle sohbet ettiğiniz zaman kendinizi anlarsınız. Hiçbir çocuğu, yargılamadan, kalıplara sokmadan, onlara kendi alanlarını vererek, kendi hikâyelerini ifade edebilecekleri zamanı vermek gerekiyor. İç aydınlığı veren doğru masallar, sen dili kullanmadan bize hakikati gösterirler. Dolayısıyla masal, hikâye bir ayna, aynanın sırrı gibi, camdan baktığınızda kendinizi net görmüyorsunuz ama o ne zaman sırlanıyor sizin dışınızdan bir şey oluyor, o zaman siz oradan kendinize bakma cesareti buluyorsunuz.  Diğer türlü insanın kendisine bakması o kadar kolay değil. Ne zaman aynadan bakıyorsunuz orada hikâye çalışıyor. Ve aynı hikâyeyi başka bir zamanda dinleyin almanız gereken ne ise onu alıyorsunuz. Özdeşim kurduğunuz karakter değişiyor, özdeşim kurduğunuz hikâye değişiyor, hikâyeye bakış açınız değişiyor. Çünkü biz hep değişim halindeyiz dolayısı ile çocuğa da böyle bakmak gerekiyor. 

Whatsapp Görsel 2024 06 27 Saat 11.43.24 1200F3Ee

Bir eğitmen olarak değerleri çocuklara aktarma noktasında düşüncelerinizi paylaşır mısınız?
  
Değerler ezberletilmez. Değerleri ezberletmeye çalışırsak kimse o değerleri sahiplenmiyor. Bir defa şuradan başlayayım. Bir insanın bir başkasına saygılı olabilmesi için önce kendisine saygılı olması lazım. Bence, kendine saygılı olmak, objektif olmak, insan olduğunu, bir yolculukta olduğunu, bir topluluğun içinde yaşadığını ve manevi alanda kendini geliştirmek için dünyaya geldiğini bilmesi demektir.  Bunu bilen insan kendine saygılı insandır. Yani, kendini yargılamaz, doğru yerde eleştirir,  geliştirir, değiştirir ve tüm bunları da kalpten yapar. Niyet ettiğiniz zaman kapılar açılmaya başlıyor. Değişim yolculuğuna çıkmaya başlıyorsunuz. Değişim hızla olmaz,  bu yıkım getirir. Çocuklara kendilerine saygı duymaları,  doğaya saygı duymaları,  evrene saygı duymaları, bir başkasına saygı duymaları aktarılmalı, öğretilmelidir. Bir başkasının halinden anlamak öğretilmelidir. Bir başkasının halinden anlayabilmek için önce insanın kendi halinden anlayabiliyor olması lazım. Bizim çocuklara zaman vermemiz gerekiyor. İnsan kıymet verdiği şeye zaman ayırır. Bir şeyle gerçekten ilgileniyorsanız ona zaman verirsiniz ve zaman verdiğinizin farkında bile olmazsınız. Kalpten kalbe bir bağlantı hali olur. Eğitmenlerin, ailenin şu anda en çok zaman vermesi, hakiki zaman verebilmesi gerektiği bir dönemden geçiyoruz.  İnsanlar, sevgi dili ile gerçek bağlar kurarsa orada hem çocukta hem de çocukla bağ kuran insanda değişim ve gelişim olacaktır.