Avrupa ülkelerinin Asya ülkelerine, Atina’dan İskender’le başlayan, İstanbul’dan Konstantin’le devam eden yürüyüşleri, Malazgirt’te Alpaslan’la durdurulur. 

Alpaslan Türklere, Anadolu’nun kapılarını sonuna kadar açar. Arapların Güney’den, Türklerin Doğu’dan gelmeleriyle, Anadolu’da Müslümanların ağırlıkları artar. Yüzyıllar içinde Türkler, Buhara’yı Bursa’yla buluşturarak, tarihin akışını değiştirirler. 

Medeniyetlerin harman olduğu Anadolu’da, yeryüzünü mescit olarak gören Türklerin, en uzun ömürlü devletleri kurulur. Konya’da duran “Doğu’dan Batı”ya yürüyüş, Osmanlılarla Gelibolu’dan Kosova’ya uzanarak yeniden başlar. Avrupa’dan gelen İbn Arabi, Asya’dan gelen Mevlana, Anadolu’da Yunus’la buluşurlar. Ve yüzyıllarca Avrupa’nın en büyük gücü olacak, “Büyük Osmanlı Devleti”nin, kültürel temellerini atarlar.  

Fatih İstanbul’da Roma yüzyıllarını kapatırken, Türk  yüzyıllarını açar, “İki Roma”nın,  Sultan’ı sorumluluğunu yüklenir. Tarihçilerinin öncüsü Halil İnalcık, Osmanlıların tarihinin, tarafsız bir gözle   yazılamadığını söyler. Bu yüzden “Tarihte Türkler”i yazan Erol Güngör, Osmanlılarda “Devlet ve Ekonomi”nin yazarı Mehmet Genç, büyümesini “mucizevi” buldukları, Osmanlıları anlamanın ve anlatmanın, yorulma bilmez sevdalıları olurlar.

Türklerin “Avrupa’ya karşı, Avrupa’ya rağmen, Avrupa’ya yerleşmeleri”, Avrupa’da yüzyıllarca söz sahibi olmaları, “Adalet Dairesi”ne özen gösteren, Farabi’nin “Erdemli Devlet”ini örnek almalarından kaynaklanır. Avrupa’da Türklerin dört yüzyıl süren, Viyana’ya kadar uzanan ilerleyişleri, arkalarında Avrupalı Türkler ve Müslümanlar bırakarak, iki yüzyıl süren İstanbul’a çekilişleri, hem Erol Güngör’ü, hem Mehmet Genç’i büyüler.

Avrupalı tarihçilerden Fernand Braudel ve Henry Pirenne, yaptıkları çalışmalarda Türklerin gittikleri ülkelerde, Haçlıların ve Moğolların yaptıkları yıkımları yapmadıklarını ayrıntılı olarak anlatırlar. Osmanlılar hem savaş, hem barış dönemlerinde, ayrı dinlere inanan, ayrı diller konuşan, ayrı soylardan gelen insanlara, adil davranmaya önem verirler. Ve Yirminci yüzyılın başına kadar, Avrupa’nın güçlü ülkesi olmayı başarırlar. 

Avrupa Peygamber’lerin, bilgi ve bilgelik dünyalarını hayatın dışına atarak, Yunan’la, Roma’yla birlikte, Nemrut’ların, Firavun’ların mirasına dört elle sarılır. Rönesans Avrupalıları Descartes  gibi, “Düşünüyorum öyleyse varım” diyerek, insan aklının dışındaki kaynakları, hayatın bütün alanlarından uzaklaştırırlar. Onlar ekonomik kazançları her şey görürler, ele geçenleri  büyütmede yağmalama, kan dökme başta olmak üzere her şeyi yaparlar.