1869’da Leh asıllı olup ilk adı Konstanty Borzęcki (10 Nisan 1826 - 9 Ekim 1876) Mustafa Celâleddin Bey (Nazım Hikmet’in anne tarafından büyük dedesi) Fransızca bir eser neşreder ve Sultan Abdülaziz Han’a ithaf eder: “Eski ve Modern Türkler”. Eserin özgün adı “Les Turcs Anciens et Modernes”.
Lehçe, Fransızca, Almanca, Rusça ve Latinceyi iyi düzeyde bilen ve konuşan Mustafa Celâleddin Bey bu eserinde Türkçenin ne kadar zengin bir dil olduğunu ortaya koymuş; Türkçenin diğer dillere değil, diğer dillerin Türkçeye ihtiyaçları olduğunu, Türkçenin Asya ve Avrupa’ya yayılmış, geniş coğrafyada bulunan Türklerin büyüklüğünü gösterdiğini anlatmıştır.
Fransız İhtilali’nin tesiriyle Osmanlı münevverleri 1860-70 yıllarında “Türkçülük” fikrini tartışmaya başlamışlar, bu tartışmalardan İsmail Gaspıralı da etkilenmiş ve ilk defa 1874’te İstanbul’a gelen Gaspıralı, Türkçülüğü evvelâ “dilde birlik” fikri üzerinden yürütmeye çalışmıştır. 1883’te Kırım, Bahçesaray’da Türkçe-Rusya “Tercüman” gazetesini çıkararak “dilde birlik” konusunda ciddi makaleler ele almıştır. Tercüman gazetesi, yayına başladıktan sonra yirmi yıl içinde bütün Türk dünyasında yaygınlık kazandı ve geniş bir etki alanına ulaştı. Onun dilde birlik idealini şu cümlesiyle özetleyebiliriz: “Dersaadet'in hamal ve kayıkçılarına, Çin'deki Türk devecilerine ve çobanlarına gazeteyi tanıtmıştır. Kazan'da, Sibirya'da olduğu gibi Tebriz ve Horasan'da da Bahçesaray dilini öğrenmeye meyil doğurmuştur.”
Gaspıralı, İttifaq-i Müslimîn'in (İslam Birliği) kurucularından biridir; 1907'de kurulan birlik Rus İmparatorluğu'ndaki Müslüman Türk münevverleri birleştirmiştir.
Ziya Gökalp “Türkçülüğün Esasları” adlı eserinde “Tercüman gazetesini Şimal Türkleri olduğu kadar Şark Türkleri ve Garp Türkleri de anlardı. Bütün Türklerin aynı lisanda birleşmesinin kabil olduğuna bu gazetenin vücûdu canlı bir delildir.” der. Buradan da anlaşılacağı üzere Gaspıralı İsmail sağlığında “dilde birlik” hedefine ulaşmıştır.
“Osmanlı Devleti’nde II. Meşrutiyet ilan edildikten sonra alfabe tartışmaları artarak devam etmiştir. Arnavutluk’ta 2-8 Eylül 1909 tarihinde Latin alfabesine geçilmesine karar verilmiştir10. Türk aydınlarının bir kısmı siyasi, dini ve kültürel bağın kaybolacağı düşüncesiyle bu karara karşı çıkmış, hatta Şeyhülislam tarafından sakıncalı bir karar olduğuna dair bir fetva yayımlanmıştır. Ancak, Hüseyin Cahit, Celal Nuri, Abdullah Cevdet ve Kılıçzade Hakkı Bey başta olmak üzere batıcılık düşüncesine mensup bir grup aydın ise Arnavutların Latin alfabesine geçişini, coşkuyla desteklemiştir. Örneğin Hüseyin Cahit, Arnavutları Latin alfabesini benimsedikleri için kutlayarak Türk toplumuna örnek olmasını temenni etmiştir.” (Tanin, 7 Kanun-ı Sani, 1910)
“13. ve 15. yüzyıllar arasında doğal lehçeleşmeye bağlı olarak Eski Türkiye Türkçesi, Harezm Türkçesi, Kıpçak Türkçesi ve 15. yüzyıldan sonra da Çağatay Türkçesi gibi doğal lehçeler gelişmiştir; ancak 16. yüzyıldan sonra Osmanlı sahası ve devamı olan Türkiye Türkçesi dışında kalan lehçelerin birçoğu Ruslar tarafından bilinçli bir şekilde yapay olarak oluşturulmuştur. Doğal gelişmesi içerisinde Türk yazı dillerinin bugün en fazla 6-7 olması beklenirken, uygulanan dil politikaları ile bu sayı yirmiye ulaşmıştır. Hatta son yapılan çalışmalarda bu sayının kırkı aştığı ifade edilmektedir. Bu yapay oluşumun tarihî sürekliliği Kazan’ın ve Astrahan’ın Ruslar tarafından işgaliyle başlar, 1880-1890’lı yıllar arasında Türkistan’ın tamamen işgal edilmesiyle devam eder ve 1917 Ekim Devrimi’nden sonra daha da şiddetlenir.” (Rusya’da Yaşayan Türklerin Konuşma Dillerinin Yazı Diline Dönüştürülme Süreci ve Ötekileştirme Ekseninde İzlenen Dil Politikaları, Süleyman Kaan Yalçın)
I. Dünya Savaşı sırasında Çarlık Rusya yıkıldıktan sonra, Azerbaycan Türkleri de 28 Mayıs 1918’de, Mehmet Emin Resulzâde önderliğinde Azerbaycan Cumhuriyeti’ni kurmuştur. Ardından Azerbaycan’da 1919 yılında Maarif Vekâletinin bünyesinde bir alfabe kurulu oluşturularak, Latin alfabesi esasına dayalı “Son Türk Elifbası” adıyla bir alfabe hazırlanmıştır. Fakat devrin siyasi ve sosyal koşulları gereği uygulamaya geçilememiştir. (Azerbaycan’ın Latin Alfabesine Geçişinin Türkiye’deki Alfabe Tartışmalarına Etkisi, Fahri Kılıç)
Azerbaycan’ın 27 Nisan 1920’de Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin parçası olmasının ardından Latin esasına dayanan alfabe 1922 yılından itibaren Arap alfabesi ile birlikte kullanılmaya başlanmıştır. Azerbaycan’ın Latin Alfabesini uygulamaya başlaması Türkiye’nin alfabe değişikliğine örnek teşkil etmiştir. “1926 I. Bakü Türkoloji Kongresi”nde alınan “Tüm Türkler İçin Latin Alfabesine Geçme” kararı ile Türk devletleri arasında kültürel bağı güçlendirme düşüncesi Türkiye’de Latin alfabesinin kabulünde etkili olmuştur. Türkiye’de 1 Kasım 1928’de “Latin Harfleri Kanunu” kabul edilmiştir.
Sibirya’daki Türk boylarından biri olan Sahalar, 1917 yılında Türk dünyasında Latin alfabesini ilk kullananlar olmuştu. Aynı bölgede Tuvalar da uzun süre Moğol alfabesini kullanmış ve 1930’da Latin alfabesine geçmiştir.
Rusya’da Türk boylarına uygulanan alfabe dayatması, 1930 yılında Stalin’in Arap alfabesinden sonra geçilen Latin harflerini yasaklaması ve savunucularını da birer birer yok etmesiyle başlar. 1937 kıyımıyla Kiril harfleri Gürcü ve Ermeniler dışındaki tüm halklara zorla kabul ettirilir ve 1940’ta da tüm Türk boylarının bu alfabeye geçmesi tamamlanır.
3 Kasım 2023’te Kazakistan’da “Türk Devri” temasıyla düzenlenen “Türk Devletleri Teşkilatı, Devlet Başkanları Konseyi 10. Zirvesi”nde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın bir süredir üzerinde çalışılan ‘‘Ortak Türk Alfabesi’’ ile ilgili değerlendirmeleri heyecan yaratmıştı. Türk dünyasının ortak dil, kültür ve tarihe dayalı beşerî ilişkilerini artırmak ve yükseköğretim alanında iş birliğini güçlendirmek için çalıştıklarını vurgulayan Erdoğan, “Özellikle birlik ve beraberliğimizin güçlenmesi için dil birliğinin önemi ortadadır. İlk adım alfabe birliğinin sağlanmasıdır. Bu konuda Cumhurbaşkanlarının desteği çok önemli. Yükseköğretim Kurulumuz tarafından, sekretaryamıza iletilen önerilerin siz değerli kardeşlerim tarafından en iyi şekilde değerlendirileceğine inanıyorum.” ifadelerini kullandı.
Ortak Türk Alfabesi ile ilgili ilk girişimler 1991 yılında hayata geçmeye başlamıştı. Türk dillerindeki asli sesleri esas alan sistem üzerindeki çalışmalar, o zamanki adı “Türk Şurası” olan “Türk Devlet ve Toplulukları Dostluk-Kardeşlik ve İş birliği Kurultayı”nda devam etti. 21-23 Mart 1993 tarihlerinde Antalya’da yapılan toplantıda, Türk Cumhuriyetlerinin alfabelerine eksik harflerin eklenmesi ortak karar olarak kabul edildi.
Merkezi, Kazakistan'ın başkenti Astana'da bulunan Uluslararası Türk Akademisi ve Türk Dil Kurumu iş birliğinde 9-11 Eylül tarihlerinde Azerbaycan’ın başkenti Bakü'de yapılan Türk Dünyası Ortak Alfabe Komisyonunun 3. toplantısında 34 harften oluşan “Ortak Türk Alfabesi” önerisi kabul edildi. Bu kabul ve uzlaşma, tüm Türk dünyasını sevindirdi ve heyecanlandırdı. İsmail Gaspıralı’nın “Dilde, fikirde, işte birlik!” şiarıyla Türk dünyasını ortak bir edebî dil ve kimlik etrafında birleştirme hayalinin ilk adımını gerçekleştiren Türk Dünyası Ortak Alfabe Komisyonunu tebrik ederim.
İlki 26 Şubat 1926’da Azerbaycan’ın başkenti Bakü’de Samet Ağamalıoğlu başkanlığında “Birinci Türkoloji Kurultayı”nda yapılan “Türk Dünyası Ortak Alfabe” çalışmalarının yaklaşık yüz yıl sonra başarıyla tamamlanmış olmasından dolayı mutluyuz. Bakü Türkoloji Kurultayı Türk halklarının tarihi, edebiyatı, dili, alfabesi ve kültürüne dair önemli kararların alındığı bir dönüm noktasıydı. Sovyet rejiminin Kiril alfabesi konusunda baskısına güçlü bir tepki olarak düzenlenen kurultay, Sovyetlerde yaşayan Türkler, dilbilimciler, bilim adamları, tarihçiler, şairler, yazarlar ve mütefekkirlerden oluşun yüzü aşkın temsilciyle gerçekleşti ve kültürel birliğin sağlanması adına tarihe damgasını vurdu. Sovyetlerin 1937-1940 yıllarında Türk boylarını ve topluluklarını birbirinden koparmak için her birine birbirinden farklı Kiril alfabesi kabul ettirmiş olması Türk millî kimliğine ve birliğine yapılan en büyük suikasttır. Kurultayda alınan ortak alfabe kararı Sovyet baskısıyla kesintiye uğradı ve yaklaşık yüz yıl sonra, bugün sağlanan uzlaşmayla yeniden hayata geçiriliyor.
Ortak Türk Alfabesi, aziz Türk milletinin ruh ve gönül birliği, millî kimliği için çok önemli olan ses, sesbirimi (fonem), mana ve imla ortaklığı için de çok önemli bir adımdır. Türkiye alfabesinde kadim Türk seslerini ve anlamını yüklenmiş kelimeleri ifade edecek harflerin eksikliği nedeniyle büyük Türk coğrafyasında binlerce yıldır kullanılan sayısız kelimemiz maalesef Türkçe sözlüklerde yer bulamamış, zamanla unutulmuş ve kaybolmuştur. Türk devletlerinde halklar birbirini anlarken aydınlar birbirini anlamaz hâle gelmiştir. Türkiye alfabesinin 29 harften 34 harfe çıkması, Türk dünyasındaki ortak kelimelerimizin Anadolu’da yeniden canlanmasını sağlayacaktır. Sözlüklerimiz yeniden yazılacak kelime varlığımız nihayet bütün zenginliğiyle ortaya çıkacaktır.
Ortak Türk Alfabesi uzlaşması, Avrupa’da ve Türkistan’da (Asya) geniş bir coğrafyada yaşayan Türk milleti için tarihî, siyasî ve kültürel bağlamları olan büyük bir başarıdır.