Orhan Kemal’in asıl adı Mehmet Raşit Öğütçü’dür. 15 Eylül 1914’te Adana’nın Ceyhan ilçesinde doğan Orhan Kemal, meşakkatli hayat yolculuğuna 1951 yılında İstanbul’a yerleşerek devam eder. Bu dönemden itibaren geçimini yazarlık yaparak sağlamaya çalışır.
Orhan Kemal, önce Tepebaşı, sonra Fatih’in, Haliç Fener’i oradan Cibali Tütün Fabrikası’nın arkasındaki ev, Akşemsettin Caddesi ve son olarak da Basınköy’de yaşamıştır. Beyoğlu, Fatih ve Bakırköy ilçelerini teneffüs etmiştir. Özellikle çalışan insanların yoğun olduğu Fatih ve Beyoğlu ilçeleri çok gezdiği, kahvelerinde oturup insanlarla çay içtiği, dertleri ile hemhal olduğu, gözlemler yaptığı, eserlerine ilham olan semtlerdir.
Orhan Kemal’in öykülerinde, İstanbul sadece Boğaz’ı, martısı, adaları, sandalı ile tasvirden ibaret değildir. İstanbul’u derinlemesine işlediği öykülerde insanın ıstırabı sözcüklerde canlanır. Haliç vapurunda bir kız çocuğunun dramı, yağmurda ıslanıp kendini kahveye atan bir pazarcının öyküsü, sokak aralarında yürüyen bir ihtiyar, fabrika borusu, nalın sesi farklı mekân ve zamanlarda, bir insan bir öykü misali hayat mücadelesini, çaresizliğini değişik perspektiflerde işler.
Orhan Kemal hikâyelerinin kahramanları arasında çocuklar dikkat çeker ve kendilerine çokça yer bulurlar. Aile bütçesine katkı sunmak için eğitim hayatı, hayallerine zorunlu veda eden, küçük adam ve küçük kadın çocukların dramı, onları suça iten toplumun bozuk yapısını eleştirir, çocukların içindeki masumiyeti, karanlık dünyaları arasında parlayan gözlerindeki ışığı okur ile buluşturur.
Orhan Kemal 1970 yılında vefat ettikten sonra ailesi ve dostları bir müze kurulmasını arzu ederler. 1997’de bir bina satın alınır ve küratörlüğünü oğlu Işık Öğütçü’nün üstlendiği müze 2000 yılında hayata geçirilir.
Beyoğlu Akarsu Yokuşu Sokak’ta bulunan Orhan Kemal Müzesi’nin girişinde, Orhan Kemal ziyaretçileri fotoğraf ve sözleriyle karşılıyor:
“Eşe dosta selam…
İnandığım doğruların adamı oldum, böyle yaşadım, karınca kararınca bu doğruların savaşını daha çok sanatımda yapmaya çalıştım, kursağıma hakkım olmıyan bir tek kuruş dahi girmemiştir.”
“Sanatın amacı insanlığın, insanlık tarafından, insanlık için yönetilme çabası adına sanat.”
Müzede yürümeye devam edince çoğunu Ara Gürel’in çektiği aile fotoğrafları, arkadaşları ile ve halk arasında Orhan Kemal’i görmek mümkün. İlk baskı ve yurtdışı çeviri kitapları, babası Abdülkadir Kemali Bey’e ait İstiklal Madalyası’nın da sergilendiği vitrin, Etem Çalışkan’ın tablosu, hapishane duvarında Nazım Hikmet ile beraberliği yakın tarihin canlı belgeleri. Küçük eşyalarının olduğu vitrin insana nostaljiyi yaşatıyor. Eşinin kullandığı Sınger dikiş makinesi, yemek takımları, bakır ütü dönemin sade yaşam koşullarının izlerini yansıtıyor.
Orhan Kemal’in çalışma odasına geçince kim bilir ne duygularla, ne ortamlarda yazdığını merak etmemek mümkün mü? Orhan Kemal’in kullandığı daktilo, küçük bavulu, sandık, kitapları, mektuplar, hakkında yazılanlar bir edebiyat belgeseli gibi hissettiriyor döneminin yaşanmışlıklarına dair fikir veriyor. Toplumcu bir yazar olan Orhan Kemal Müzesi’nde fotoğraf çekmenin serbest olması ve görevlilerin ilgisi de yazarın yaşadığı sürece gerçeğini doğrular ve yaşatır nitelikte.
Türk edebiyatında, insanların yaşadığı hayatların karanlığının, dramının içinden umudu ve iyimserliği besleyen; onurlu, güler yüzlü, sevme gücü ve erdemiyle yoksul insanın yüce gönlü ile okuru buluşturan bir “Orhan Kemal Penceresi” vardır. Orhan Kemal Müzesi, edebiyata, sanata, yakın tarihe ilgisi olan herkesin kendinden bir parça bulabileceği bir yer.