Öğretmenim, öncelikle selam ve hürmetle sözlerime başlıyorum. Aradan geçen bunca yıldan sonra bu satırları kaleme almak istedim. Bir şeyleri düzeltmek için belki hala zaman vardır. Hayat, umarım gönlünüzce akıp gidiyordur. 

Seksen dört yılının eylülünde siyah önlük ve beyaz yakalı halimle okula adımımı atmak için can atıyordum. 

'Okula gelirken her öğrenci elinde bir odunla gelsin ki kışın odunsuz kalmayalım.' diyerek bir hafta öncesinden köye haber yollamıştınız. Dedem de ben ve kardeşlerim için birer odun parçası ayarlamıştı. Yerimde duramıyordum. Kuşlar kadar özgür olmanın heyecanını iliklerime kadar yaşıyordum. Okula adımımı attığım an farklı bir gezegendeydim adeta. 

Her yer cıvıl cıvıldı ve ben neşeden, keyiften havalara uçan biriydim o gün. Hayatımıza giren yenilikler, küçük şeyler de olsa o yıllarda ayrı bir anlam ifade ediyordu. Yeni mavi çizmelerime, siyah önlüğüme ve beyaz yakalı halime içten içe bayılıyorum! O kadar mutluyum ki ayaklarım yerden kesilmiş ve mutluluğu tüm hücrelerimde hissediyordum.

`height=

Okulu, öğretmeni, kalemi, silgiyi, kara tahtayı okumayı ve yazmayı nasıl öğrenmek istiyorum? Anlatamam! Okulun bahçesinde oraya buraya koşarken çalan zil, bahçedeki uğultuyu bıçak gibi kesti.  Herkes sıra oluyordu. Ben de birinci sınıflara gösterilen yere doğru yürüdüm ve birinci sınıflar olarak kendimizce sıra olduk. 

Bezden bir çantam ve çantanın içinde birkaçdefter, kalem ve kitap vardı. Silgiyi kaybolmasın diye tam ortasından delip iple boynuma bağladık. Maazallah, kaybolur falan! Sonra ara ki bir daha silgiyi bulasın. Bir daha ya alınır ya alınmaz ya bulunur ya bulunmaz? Yanaklarım al al, ellerim hiççocuk eli gibi değil. Nasırlı, sert ve soğuktan çatlamaya hazır bir vaziyetteler.

Kırk yılda bir elimize geçen beş kuruşlarla aldığım birkaçsakız cebimdeydi ve ben sakızı biraz çocukluk dürtüsüyle reklam yapmak niyetiyle -sanırım- açtım ve çiğnemeye başladım. Ama ne çiğneme ne çiğneme! Para bulsak sakız, sakız bulsak para bulamadığımız zamanlar. Bir miskete, bir sakıza dünyanın altını üstüne getireceğimiz zamanlardı yani. Sakız deyip geçmeyin, çok kıymetliydi o zamanlar. 

Ben keyifle etrafı izleyerek sakız çiğniyorum ve tüm öğrenciler İstiklal Marşı`nı -o zaman bilmediğim marşımızı- okumaya başladılar. Öğretmenlerden biri İstiklâl Marşı notalarını göstermek amacıyla elini kaldırıp indiriyordu. Ben de ilk defa böyle bir durumla karşı karşıyayım. İçimden gülmek geldi. Çok da abartmadan biraz güldüm. 

İstiklâl Marşı biter bitmez öğretmenlerden biri yanıma geldi ve beni herkesin önüne çıkardı. Elma elma yanaklarıma bir sağdan bir soldan sertçe vurdu. Hırsını alamayınca nar sopasıyla da beş defa elime sertçe vurdu. Ağlamaktan nefes alamıyordum. Hıçkıra hıçkıra ve arada bir pancar motoru gibi daha da yükselerek ağlıyordum. Ağlıyordum çünkü nefesimi ayarlamak öyle kolay değildi. Sonra bütün bunlar yetmemiş gibi okulun bahçesinde ağlamama izin vermeyip okul bahçesinin dışına gönderdiniz beni. Ben orada da uzun süre ağladım, ağladım, ağladım. En mutlu günüm öylece bitmişti. Neden bu kadar dayağı yemiştim? Anlamaya fırsatım bile olmadı. 

  Ah öğretmenim, vah öğretmenim! Sakıza mı üzüleyim, yediğim dayağa mı yanayım? Aynı dayağı bir de evde yiyeceğime mi yanayım, kime yanayım? El kadar çocuğum! Okul nedir, İstiklal Marşı nedir, saygı duruşu, ip gibi sıra olmak nedir? Ne anlarım? Ben ne haldeyim mutluluktan! Bir ben bilirim bir de her şeyi bilen Rabbim.  

Siz beni çekip aldınız o hayaller ve mutluluklar diyarından ve tüm tozpembe tabloyu sildiniz. Bu travmayı belki yıllarca yüreğimde taşıdım. Size mi kızsam, sisteme mi? Yirmi iki yıldır yaptığım öğretmenliğe rağmen bu sorunun cevabını bilemedim, anlamadım.

Şu an neredesiniz, ne haldesiniz? Bilemiyorum ancak yıllar önce yediğim o nar sopalarının izi hâlâ yüreğimde öylece duruyor. Bir gün oturup helalleşmek isterseniz; Kalbinde beş adet nar sopası izi taşıyan o öğrenciyi -kim bilir belki de- ikna edebilirsiniz. Ölümlü dünya; Öğretmenler de hata yaparmış. Derler ya: 'Hatasız kul olmazmış.'  Ben çoktan anladım.

Kim bilir, kaçadet iz vardır sizin de yüreğinizde? Onların pişmanlığıyla sizi uykularınızdan eden daha neler vardır?

Öğretmenim, şimdi ne o sakızların tadı ne de yaşadığımız o çocukluğun renkli ve masum halleri var. O yıllardan geriye kalan bir tek derin yara var yüreğimde: 'Ağzımda sakız, mutluluktan uçarken yediğim o anlamsız dayak.' O küçücük bedenin kaldıramayacağı bir yük olduğundandır herhalde unutamayışım. 

Çay getirdim ve yanında kurabiyeler de var. Hem içelim hem de sakız çiğneyen o çocuğun kalbindeki beş izi silelim. Ne dersiniz öğretmenim? Ben boynumdaki silgiyle o izleri sizinle silmeye hazırım. İşimiz kalbe dokunmakmış. Sıfat, zamir, çarpma bölme, iskelet, nota mota kuru bir kavgaymış öğretmenim! 

Öğretmen olunca anladım, ben de bunu öğretmenim! Selam ve hürmetle ellerinizden öperim.