- Halk, bu ağır hükümlerden kaçınmak için çareler arar, türlü hilelere başvurur, Hocam.
- Doğru söylersin.
- Bu kadar vergi özellikle orta ve alt gelir grubu için çok ağır. Ayrıca adaletli değil. Milletin kazandığı ne ki yüzde kırk elli vergi ödesin. Bu ağır vergiler orta ve alt gelir grubunu zor durumda bırakır.
- Kesinlikle ben de katılıyorum Salih Hocam, bu vergiyi de zaten hep bu alt grup dediğimiz fakirler ödüyor. Zenginlerse ağır vergilerden kurtulmak için kaçtakla atıyorlar. İşi kılıfına uyduruyorlar. Olan yine bizim garibana oluyor.
- Yöneticilerimiz, bu ağır vergileri hafifletmek için gayret etmelidir. 
- Evet, Mehmet Hocam bu vergileri hafifletmek lazımdır. Atalarımız bunu düşünmüş ve  'Bir iş dıyk oldukta, müttesa` olur.' diye bir madde -kanun- hazırlamışlar. Yani İslam hukukunun önemli maddelerinden biri haline gelmiştir, bu konuştuklarımız, aslında der.
Salih Hoca da: 
- 'Yani fazla sıkışan iş kendi kendine genişler, öyle mi hocam?' 
- Aynen dediğin gibidir Salih Hocam. Bu kadar ağır vergi milleti farklı yollara sevk eder. İnsanlar bu kadar bunalırsa elbette bir çıkış yolu bulur.
- Neyse Hocam! Biz birer çay içelim, der Mehmet Hoca da. 
Öğretmenler odasında hayata dair öyle mevzular gündeme gelir ki, kâh цğretici kâh esprili, kimi zaman güncel, tarihi ve pratik bilgilerden kimi zaman da pazardan, kurbandan, fitreden, araba pazarından ve baş konu olarak öğrencilerden bahsedilir.
Dersten yeni çıkan Ali Bey, Öğretmenler odasına girer, 
- 'Arkadaşlar! Şu leziz leblebilerden olsa da yesek, daha önce hiçyemezdim ancak Ahmet Hoca benden leblebileri kıskandıkça ben de leblebilere karşı bir iştah oluştu. O gündür bu gündür leblebi aklıma gelir. 
Aklıma geldikçe de Ahmet Hoca`nın dolabından alır yerim. O da bana kızar. 
Acaba var mıdır, dolabına baksam mı? 'Ne dersin Erdal Hocam?' diyerek muhabbeti başlatır. Odada bulunan diğer öğretmenler de leblebi mevzusuyla ilgili birkaçkelam eder ve bu arada çaylar içilir. Dersler başlar, biter, zil çalar dışarı çıkılır, zil çalar içeri girilir. Çaylar içilir, memleket kurtarılır. Yazılılar yapılır. Bazen aynı gün yazılı sonuçları çocuklara okunur bazen de on, on beş gün sonra ancak okunur. 
Özel durumlar ve güzel haberler için gelen ikramlar da öğretmenler odasının neşeli saatlere yelken açtığı zamanlardır. Bir öğretmenin bebeği olmuşsa, birileri düğün, nişan yapmışsa, ev, araba alanlar, yeni bir sevdaya dümen kıranlar, Kur`an okumayı öğrenenler, oğlu, kızı okul kazanan ve mezun olanlar, ilk maaşını alanlar; Liste uzayıp gider böyle.
O gün bu muhabbetlerden sonra odaya giren eski öğrencilerden biri içeri girer. Bazı öğretmenler öğrencinin adını soyadını söylerken bazıları da:
- 'Unutmuşuz arkadaş, yaşlanıyoruz anlaşılan!' cümlesini kurar. 
Bazıları da: 
- 'Söyle bakalım evladım, neydi senin adın? Neydi diyerek hatırlamakta zorlanan diğer meslektaşlarını da rahatlatır. Öğrenci bütün bu soru ve yorumlardan sonra,
- Hocam, ben Yunus Altın`ım.
- Evet, şimdi hatırladım. Neredesin, ne okuyorsun, bitirdin mi okulu? 
- Hocam okul bitti. Tıp okudum, dün işe başladım. Hem işe başladığımı hocalarıma haber vereyim hem de dualarını alayım diye bugün de buraya geldim, der. Gelirken bir de tatlı aldım, buyurun hocam, dedikten sonra bir köşeye oturur öğrenci.
Baklavalar mideye yolculuğa çıkadursun. Salih Bey o teneffüsün konusunu şöyle özetler: 
- Mehmet Bey, bak bu millet, öyle ağır vergilerle bunalıp sıkılsa da yani önceden bahsettiğimiz gibi orijinaliyle söyleyecek olursak : 'Bir iş dıyk oldukta, müttesa` olur. 'der. Sabahtan bu yana tatlı krizi yaşıyorduk. Bak, ne oldu? Rabbim öğrencimizle bu sıkıntıyı genişletiverdi. Rahata kavuşturuverdi. Yani bu millet bir yolunu bulur o vergi işini de çözer. 
- Kul sıkışmayınca Hızır yetişmezmiş, dedi, Coğrafyacı Muzaffer Bey.
Din Kültürü öğretmeni Talha Bey de: 
- 'İnsanların yaşama, sağlık, hürriyet, itibar ve şeref gibi tabii haklarını tehlikeye düşürecek derecede ileri giden sıkı bir kanun hükmü, yani bu gibi ağır vergiler, genellikle gayesine ulaşamaz.' der.
Türkçe öğretmeni Erdal Hoca da:
- 'Talha Hocam, şimdilik gayemiz baklavanın tadını çıkarmaktır. Hadi buyurun! Siz de alın.' dedikten sonra öğrenciye teşekkür eder. Ardından her biri ayrı ayrı teşekkür eder. Bu şekilde teneffüs bir su gibi akıp gider. 
Yağmur yağar, kar yağar, sıcaktan bunalanlar;  
- 'Klima yok mu bu odada? 
Söyleyin hademelere bu peteklerin ayarını yükseltsin, üşüyoruz. 
Açın pencereleri, bu bugün çok sıcak.' diyenler. 
;
Zaman akıp gider dünya dönüp durur böyle. Mevsimler, bir şiirin mısraları gibi okundukça eriyip gider.
Öğretmenler odası, zamana ve bu memleket kurtaran konuşmalara hep tanıklık eder. Tanıklık etmeye de devam edecektir. Sonuçolarak zorluk yoksa kolaylık olmaz. Çözümler ve kolaylıklar öyle durup dururken olmuyor yani. Birileri mutlaka hayal kurup adım atmalı. 
- O biri kim acaba?
- 'Ben, sen o biz, siz, onlar'
Madde : 'Bir iş dıyk oldukta, müttesa` olur. ('Dıyk olmak: Daralmak, Müttesa`: Genişletilen) 
Yani: Fazla sıkışan iş kendi kendine genişler.