Anadolu’nun bin yıllık tarihinde, Türkler Asya’daki varlıklarının, Avrupa’daki varlıklarına dayandığını bildikleri için, bir ayaklarının mutlaka Balkanlarda olmasına büyük özen göstermişlerdir. Bu yüzden Osmanlı hilalinin, bir ucu Kuzey Afrika’da, bir ucu Kafkaslarda, gövdesi Orta Doğu’da, yıldızı da Batı Avrupa’da olmayı hedeflemiştir. Türkler Muhteşem Kanuni’nin, Muhteşem Yüzyılında, hedeflerine ulaşmışlardır.

Osmanlı yüzyıllarında İstanbul’u alarak, Asya ve Avrupa’daki Anadolu’yu birleştiren Fatih’in, aklı Roma’da kalmıştır. Mısır’ı Osmanlı coğrafyasına kazandıran Yavuz, Mekke’yi, bütün şehirlerin anası olarak görmüş ve dünyayı iki sultana az bulmuştur. Atalarının açtığı yolu genişleten Kanuni, hem Bağdat hem de Belgrad diyerek, Türklerin adalet odaklı yönetiminin, üç hilalli bayrağını Viyana’ya kadar götürmüştür. Kanuni hem Belgrad’a, hem Bağdat’a gönül vermiştir.

Karaları ve denizleriyle bütün dünyayı, bir kızıl elma gibi gören Kanuni’nin yönetiminde, Osmanlı coğrafyası en geniş sınırlarına ulaşmış, en güçlü yüzyılını yaşamıştır. Onun döneminde adil yönetimin olduğu kadar, bilimin, sanatın, mimarinin ve şiirin, doruk noktaları yakalanarak, her alanda şah örnekler verilmiştir. Muhteşem kubbesi, dört minaresinde on şerefesiyle, Süleymaniye külliyesi, Kanuni döneminde ulaşılan, güç ve zenginliğin simgesidir.

Osmanlı sultanlarının onuncusu olan Kanuni, bir devlet yöneticisinde olması gereken, başta kanunlara saygı olmak üzere, önemli niteliklere sahiptir. İslam devlet yönetim geleneğinin, son halkasını oluşturan Osmanlılar, birbirini izleyen on tane büyük lider özellikleri taşıyan sultanlar yetiştirmeselerdi, altı yüzyıl ayakta kalan bir devlet kuramazlardı. Liderlerin başarısı, en ağır yükü taşıyan, kervanın son devesi olmayı, bilmelerinden kaynaklanır.

Osmanlı yüzyıllarını yeni yüzyıla taşımanın, coşkusunu duyan Anadolu insanının, her zaman bir ayağı Akdeniz’de, bir ayağı da Karadeniz’de olmuştur. İnsanlık tarihinin olguları değişmez ve değiştirilmez. Ancak her toplum, zamanın ritmini yakalamak için, tarihin olgularını, gününün birikimiyle değerlendirerek, gününe taşımak zorundadır. Türkiye’nin gelecekteki başarısının sırları, Osmanlı ve Avrupa tarihinin, derinliklerinde gizlidir. Tarih insanlığın hafızasıdır.

Türkiye’nin İkinci Viyana kuşatmasında önü kesilen, Avrupa’daki ilerleyişinin yeniden başlaması, tarihindeki doğrularla birlikte, yanlışlıkların da ayrıntılı olarak incelenmesine bağlıdır. Geleceğin sağlıklı olarak planlanması için, geçmişin tutarlı olarak değerlendirilmesi gerekir. Tarih dünyada zamanın nasıl akıp gittiğinin, en büyük ve en önemli tanığıdır. Tarihin bilgisinden ve bilgeliğinden yoksun olan insanlar, dillerini yitirmiş, konuşmasını bilmeyen insanlar olurlar.