Dünyanın kaynaklarının sınırlı olduğunu bilenler, deniz kenarında da yaşasalar, gerekli olduğu kadar su kullanırlar.
Müslümanların kültüründe, savurganlığa kesinlikle yer yoktur. İktisatçılar su, hava, deniz, toprak tükenmeyecek kadar çok diyerek, savurganlığın yolunu genişletirler. Kuruluşların kârlılık hesaplarında, kamusal kaynakların bedeli, çoğu zaman göz ardı edilir. Yenilenmeyen kaynaklara da aynı gözle bakılır. Bunun için dünyada çevre sorunları yeni boyutlar kazanarak artıyor.
Üretmekten daha çok, tüketmeyi özendiren seküler toplumlarda, doğal kaynakları har vurup harman savurarak, yapılan üretim, toplam ülke gelirinde bir artış olarak kabul edilir. Tabiatın, suyun ve havanın yok kabul edilen bedelinin, giderek ödenmeyecek boyutlara ulaştığını, kimse görmek istemez. Trieste’den Torino’ya, Paris’ten Marsilya’ya, Manchester’den Londra’ya, İstanbul’dan İzmit’e yolculuk yapanlar, havanın da bir bedeli olduğunu kolaylıkla görürler.
Çevredeki kirlenmelerin boyutlarını kavrayanlar, denizin eski deniz, havanın eski hava olmadığını anlamakta gecikmezler. Savurganlıkta sınır tanımayanlar, demir çelik tesisleriyle, çimento fabrikalarıyla, petrol rafinerileriyle, insanların iç dünyalarıyla birlikte, dış dünyalarını da kirletiyorlar. Endülüs’ün altın çağının, dünyayı dönüştüren, bilgi ve bilgelik hazineleriyle, bağların koparılması, bütün ülkeleri, bütün kültürleri çoraklaştırıyor.
Kutsal kitaplarla bağlarını, bütünüyle koparan Rönesans Avrupası, Endülüs’ün gökyüzüyle yeryüzünü barıştıran, büyük bilgelerini özlüyor. Manchester’de, Londra’da, Paris’te, Gırnata’da, Frankfurt’ta kiliselerin hayat kaynakları bir bir kuruyor. Avrupa’nın Endülüs’ün bilgi ve bilgelik birikimine dayanarak, gerçekleştirdiği Rönesans'ın büyük bir hız kazandırdığı sekülerleşme, artık dünyanın her ülkesinde etkisini yitiriyor.
Kutsal kültürün Paris’te batan güneşi, Kurtuba’da yeniden doğuyor. Kültürle ekonomi arasında yıkılan köprüler, tek tek tamir ediliyor. Kültür yeniden ekonominin, toplumun ve hayatın temel taşı oluyor. Artık dünyanın hiçbir ülkesinde, dinlere toplumların afyonu gözüyle bakılmıyor. Açgözlülükten beslenen, istekleri karşılayan değerlerin yerine, tokgözlülükten beslenen, ihtiyaçları karşılayan değerler geçiyor.
Dünyayı krizden krize sürükleyen, temelinde yağma ve soygun olan, tek dünyalı seküler Batı ekonomilerinin dönemini kapanıyor. Dünyada kutsal kitaplarla savaşan, Birinci Rönesans dönemi sona ererken, kutsal kitaplarla barışan, İkinci Rönesans dönemi başlıyor. Garaudy'nin önemle vurguladığı gibi, dünyada kutsal kültürün vatanı, Doğu ile seküler kültürün vatanı Batı, Endülüs’te olduğu gibi el ele vererek, yeni bir yapılanma dönemine giriyor.
Türkiye’den Endonezya’ya, Amerika’dan Çin’e yeni bir dünya kuruluyor. Kutsal kültür her zaman geçerliliğini koruyan doğrularıyla, bütün insanlığa Mekke’den, Medine’den, İstanbul’dan, Kudüs’ten, Gırnata’dan, Kurtuba’dan, Saraybosna’dan ışık tutuyor. Gösterişin, savurganlığın önü, derin düşünmesini, yalın yaşamasını bilenlerce kesiliyor.
Fransızların Cezayir’e gelmesiyle, Cezayirli bilgeler Sahra çölünün içlerine çekilmişler. Onlar Camus’un romanında anlattığı, bir veba salgını gibi gelen, seküler kültürden ve getirdiği değerlerden, düşünme ve yaşama kalıplarından kendilerini korumuşlar. Gelen salgın hastalığa karşı, çölün derinliklerine çekilme, yolun kenarında durma, evin içine kapanma, Afrika’da, Avrupa’da Asya’da, Amerika’da, bütün ülkelerde yaşanmıştır.
Dünyada her şehir, Cidde gibi, İstanbul gibi, Londra gibi, Paris gibi, değişiyor. Şehirlerin iç dünyaları kadar, dış dünyaları da dönüşüyor.
Yeni bir dünya kuruluyor. Her şehrin birbirine komşu olduğu dünyada Atina'laşma değil, Kurtubalılaşma önem kazanıyor.
Kurtuba yeniden dünyanın, bilgi ve bilgelik başşehri olma yolunda adım adım ilerliyor. Kurtuba Brüksel'i kuşatıyor.