`height=

Dr. Öğr. Ü yesi Yusuf Kızıltaş  (Van Yüzüncü Yıl Ü niversitesi) ile 'eğitim' üzerine yaptığımız söyleşiye devam ediyoruz;

AY: Sınıf Öğretmenliğinin en büyük sorunu nedir?

KIZILTAŞ: Sınıf öğretmenlerinin sorunları çeşitlilik göstermektedir. Şüphesiz her branşın kendine göre sorunları bulunmaktadır. Ama yıllarca sınıf öğretmenliği yapmış biri olarak şunları söyleyebilirim: Ortaokul ve ortaöğretim kurumlarında uygulanan DYK`larda (Destekleme ve Yetiştirme Kursu) görev alan öğretmenlerin ek dersleri artırımlıdır. Hafta içi ek derslerin iki katından fazladır neredeyse. Ama ilkokullarda uygulanan İYEP`te (İlkokullarda Yetiştirme Programı) ise artırımlı ek ders söz konusu değildir. Ek ders kat sayıları düşüktür. Bu uygulama sınıf öğretmenlerinin İYEP`e başvurularını olumsuz etkilemektedir. Motivasyonlarını olumsuz etkilemektedir. Lisansüstü eğitim yapan sınıf öğretmenlerinin günlerinin boşaltılması ve esneklik sağlanması noktasında yaşadıkları mağduriyet daha büyüktür. Çünkü bir sınıf öğretmeninin gününü boşaltmak zordur. Hele de söz konusu sınıf öğretmeninin okuttuğu sınıfa bir branş öğretmeni girmiyorsa. Köyde görev yapan ve birleştirilmiş sınıf okutan sınıf öğretmenlerinin sorunları daha büyüktür. Genellikle müdür yetkili öğretmen olan bu kapsamdaki öğretmenlerin en büyük zorlukları temizlik, bakım, onarım ve ısınma konusunda ihtiyaçduyulan personel ihtiyacıdır. Ayrıca bu kapsamdaki okullara ödenek tahsisine ihtiyaçduyulduğunu ifade etmek gerekir. Sınıf öğretmenlerinin en önemli hatta kronikleşen sorunlarından bir diğeri de yoğun düzeyde evrak hazırlama külfetidir. Bunu birçok branş için var olduğu iddia edilebilir. Ama ilk/ortaokulda müdürlük yapmış biri olarak şunu diyebilirim ki, 'sınıf öğretmenlerinin bu konudaki külfeti' daha fazladır. Bu evraklar konusunda öğretmenlerimizin mustarip olduklarını ifade etmek gerekir. Sınıf öğretmenlerinin en büyük hatta ciddi sorunlarından bir diğeri de doğudan batıya gitmek isteyenlerin çok yüksek hizmet puanı biriktirmesi gerektiğidir. Maalesef batının en güzel illerinde ve okullarında yoğunlaşan sınıf öğretmenlerinin çoğunluğu, bu illerin hizmet puanlarını çok yükseğe çıkarmıştır. Bu da rotasyon ihtiyacını doğurmaktadır. Bu gerekli midir? Eğer bu soruna farklı bir çözüm üretilmezse sanırım rotasyon kaçınılmazdır. Çünkü doğu şartlarında yıllarca emek vermiş binlerce sınıf öğretmenimiz de haklı olarak batıda, ailelerinin yanında ya da daha iyi iklime,şartlara sahip illerde çalışmak isteme hakkına sahiptirler.

AY: Yeni bir terim ortaya attınız 'İlk kez tüm boyutları ile tartışılan farklı bir kavram: ORANTISIZ ÖĞRETMEN HAREKETLİLİĞİ.' Ne demek istiyorsunuz?

KIZILTAŞ: Biz yıllarca bir kavram duyduk: 'öğretmen sirkülasyonu.' Bu kavrama o kadar odaklandık ki işin diğer boyutlarını, içyüzünü yeterince okuyamadık ya da okuduklarımızı, gördüklerimizi dillendiremedik. Öğretmen sirkülasyonunu daha ziyade 'doğudan batıya tayin isteyen öğretmen hareketliliği' olarak biliriz. Nitekim bu Özoğlu`nun (2015) çalışmasında da bu şekilde ifade edilmiştir. Ama ben diyorum ki öğretmen sirkülasyonu, benim tartışmaya açtığım 'orantısız öğretmen hareketliliğinin' yanında çok masum. Düşünün! Doğuda aynı il hatta ilçe içinde sürekli yer değiştiren öğretmenlerden bahsediyorum. Hareketlilik sadece doğudan batıya değil yani. Doğunun içindeki hareketlilik daha yoğun ve sert. İl içi görevlendirme ile yer değiştiren öğretmenlerin bazen yer beğenmeyip başka/yeni okullara yönlendirildiğine de tanık oluyoruz. Her bir 'sözleşmeli/kadrolu öğretmenin bu kontrolsüz ve orantısız hareketi' demek, öğrencileri 'bir ücretli öğretmene mahkum etmek' demektir. Yukarıda da ifade edildiği üzere biz bir ücretli öğretmeni daha tasviye etmek ve alan uzmanı bir kadrolu/sözleşmeli öğretmen atamak için merkezi atama yapıyoruz. Ama o atanan öğretmenlerden bazılarını tekrar 'merkeze çekip yerine ücretli öğretmen' atıyoruz. Dünyada ücretli öğretmen yerine ücretli öğretmen ataması yapan başka ülke var mı açıkçası duymadım. Bu tablo öğretmen hareketliliğini rutin olmaktan çıkarıp orantısız hale getiriyor. Rutine, yani meşru gerekçeler üzerinde ve olgunlaşan şartlar dahilinde zaten herkesin tayin hakkı doğuyor. Ama bunun dışına çıkılınca orantı da denge de bozuluyor. Evet bu kavram, bu boyutta daha evvel hiçtartışılmadı. Çünkü il içi görevlendirmeler konusu hassas ve tepki çekecek bir kavram. İl içi görevlendirmeler sorunu bugünün sorunu değil. Çok uzun yıllardan beri de vardır. Hatta geçmiş yıllarda il dışı görevlendirmeler de vardı. Milli Eğitim eski Bakanı Sn. Prof.Dr. Ömer DİNÇER`in şu an 70 bin öğretmenimiz bulundukları görev yerlerinin dışında` ifadesi (Kaya, 2012) orantısız öğretmen hareketliliğinin, il içi/il dışı öğretmen görevlendirilmesinin bürokratik ilk çığlığıdır, itirafıdır.  Ben bu kavramı akademik bir zeminde tartışmaya çalıştım. Umarım bu bir farkındalık yaratır da bu konulara radikal sınırlamalar getirilir.

AY: MEB, açıklama yaptı ve okul öncesi için 10 olan sınıf açma sayısını 5`e çekti. Siz de ' Köy okullarında dil ve daha birçok sorunun çözümünde okul öncesi eğitim çok önemlidir' diyorsunuz.. Neden?

KIZILTAŞ: Köy okulunda beş yıl çalışma imkanım oldu. Köy okullarındaki öğrencilerin içerisinde okul öncesi eğitim alan öğrencilerin okuma-yazma, dil becerileri noktasında daha başarılı olduklarını birçok çalışma sonucu bizlere sunuyor. Susar Kırmızı ve arkadaşlarının (2019) da çalışması bunun en güzel örneklerinden birisidir. Batıda sınıf öğretmenleri yetiştiren bazı akademisyenlerimizde hala şu algı var: 2021 yılındayız. Bu zamanda dil sorunu yaşayan öğrenci kalmamıştır. Zaten kitle iletişim araçları da hayatımızın merkezinde` vb. Hayır! Bu bir yanılgıdır. Hala doğunun uzak ilçelerinin köylerinde bu sorun  ciddi düzeyde var. Ailede yoğun düzeyde ilk dil kullanılıyor (Kürtçe). Bu çocuklar okul öncesi eğitim almadan ilkokula başlayınca ilk dilden yoğun düzeyde kelime kullanıyorlar. Böyle olunca da öğretmen tepkisi ile karşılaşıyorlar. Bunun en güzel örneği İki Dil Bir Bavul`  (2008) filminde görünüyor. Çocuk bu durumda alaya maruz kalmamak için Kürtçe kelime kullanmaktansa 'susmayı, içine kapanmayı' tercih ediyor. Öğretmenlerimizden bazıları da maalesef bu çocuk sorunlu deyip RAM`a (Rehberlik Araştırma Merkezi) yönlendiriyor (Susar Kırmızı ve ark., 2016). Bu çocuklar 'okul öncesi eğitim alınca' dil bariyerini önemli oranda aşıyorlar. En azından ikinci dile yani Türkçeye daha yoğun düzeyde maruz kalıyorlar. Bu da öğrencilerin dil çatışması yaşamasını en aza indiriyor. İkinci dile yoğun düzeyde maruz bırakmaya Stephen Krashen (2009) de dikkat çeker. Dolayısıyla Türkçeye en yoğun ve iyi düzeyde maruz bırakmanın (Krashen, maruz bırakmak kelimesini kullanır) yolu da okul öncesi eğitimden geçer. Öte yandan YÖK, bu sorunu kabul etmiş olsa gerek ki, sınıf öğretmenlerine Kapsayıcı Dil Öğretimi` dersini seçmeli olarak getirdi. Dersin içeriği de 'bu kapsamdaki iki dilli öğrencilere' yöneliktir. Yani YÖK, bu sorun hala var diyor. Bu dersi sınıf öğretmenlerine getirdi, okul öncesine değil. Esasında YÖK şunu da demiş oluyor: 'Bu çocuklara kapsamlı bir dil öğretimi vermeye yönelik sınıf öğretmenlerimizin yetiştirilmesi ihtiyacı doğmuştur' (Bu ders aynı zamanda Türkçeyi yabancı dil olarak öğrenen yabancı uyruklu öğrencileri, diğer dezavantajlı bireyleri de kapsamaktadır). Yani okul öncesi eğitim 'zorunlu olmadığı için' ya da okul öncesine 'devamlılık istenen düzeyde olmadığı için' sınıf öğretmenlerine bu ders elzemdir. Dolayısıyla okul öncesi eğitim çok önemsenmelidir.

AY: 'Köy okullarının yeniden açılması, taşımalı sistemden vazgeçilmesi' görüşü dillendiriliyor. Siz ne düşünüyorsunuz?

KIZILTAŞ: Taşımalı eğitim yapan köy okulunda çalışma imkanım oldu. Taşımalı eğitim coğrafi koşullardan dolayı doğan/doğacak eğitim hakkından mahrumiyeti önlemek adına kaçınılmaz bir uygulamadır. Fırsat ve imkan eşitliğinin en iyi örneklerinden ve tezahürlerinden biridir. Ama özellikle de taşımalı eğitim yapan doğudaki köy okullarında kız çocuklarının bu anlamdaki eğitimlerinde istenen düzeyde olmadığını düşünüyorum. Çünkü muhafazakar aile yapısı veya ailedeki iş bölümünde kızlara yüklenen sorumluluklar, kızların devamlılığını sabote etmektedir. Ü mit veren gelişme ise kız çocuklarının okula devam oranlarının artırılmasına yönelik projelerin yavaş yavaş meyve veriyor olmasıdır. Ü lkemizin coğrafi koşulları, iklimi ortadadır. Özellikle de kız çocuklarımızın devamlılığını sağlama noktasında desteklerimizde kararlılık göstermek ve bunda istikrarlı olmak bence daha değerli olacaktır.Kız çocuklarımızın 'okul terkine sebebiyet veren' ebeveynlere ve sorumlulara caydırıcı cezalar verilmelidir. Biz ancak bu şekilde 'çocuk gelinlerin önüne, mevsimlik tarım işçisi çocukların önüne' geçebiliriz. Ama dediğim gibi bu çocukları desteklemek tüm köy okullarının açılmasından bence daha yararlı ve etkili olur.Ayrıca her köyde bir ortaokul, ortaöğretim kurumu da açamayacağımız için (öğrenci sayısının azlığından dolayı özellikle) birleştirilmiş sınıf gibi taşımalı eğitim de kaçınılmaz bir gerçeğimizdir.