Babam tarlaya tohum atarken, her birini özenle seçerdi. Çömelir, avucundaki tohumlara parmak uçlarıyla dokunur, sessizce düşünürdü.
“Bu kuraklığa dayanır… Bu taşlı toprakta kök salar…” derdi. Bir gün dayanamayarak sordum: “Hepsi buğday, ne fark eder?” Gülümseyip şöyle dedi:
“Tohumun kimliği, tarlanın kaderidir.”
Yıllar sonra, bir sınıfta bir öğrencinin gözlerindeki ışık sönünce anladım bu sözün derinliğini. Her çocuk bir tohumdu. Kimi güneşi severdi, kimi gölgeyi. Kimi su isterdi, kimi yalnızca dokunulmak. Ve her biri, bir şarkı söylüyordu; kimi sessizce, kimi fısıltıyla, kimi sadece anlayana.
Babamın Heybesindeki Miras
Bir yaz köyümüze gelen bir ziraat mühendisi, babamın yerli buğdaylarını görünce başını iki yana sallamıştı:
“Verimsiz bunlar. Hibrit kullanmalısın!”
Babam torbasından bir avuç tohum çıkarıp sessizce uzattı:
“Bunlar dedemden yadigâr. Kuraklığa dayanıklıdır, kökü derine iner. Hibrit tohum, ilk yıl verir ama sonra toprağı kurutur.”
O yıl kuraklık vurdu köyü. Hibrit ekenlerin tarlaları kavruldu. Babamın buğdaylarıysa dimdik ayaktaydı.
“Tohumun dilini bilmeyen, rüzgâra kükrer” dedi. Ben bu sözü, sınıfta sık sık hatırlıyorum.
Sınıfta Ayıklanan Tohumlar
İlkokulda öğretmenlik yaparken gözüm hep farklı ışıklar arar. Bazı çocuklar, herkesin gürültü yaptığı yerde sessizce bir kenarda resim çizer. Bazıları sorulara cevap veremez ama tahtaya bir dünya haritası çizebilir.
Ali, sınıfın en hareketli öğrencilerindendi. “Hiperaktif” etiketiyle damgalanmış, her derste azar işitiyordu. Ama bir gün resim defterini gördüm. Uçan atlar çizmişti. Gökkuşağından nehirler, yıldızlarla dolu şehirler…
“Ali,” dedim, “Bu defterle dünyayı değiştirebilirsin.”
Bir başka yıldız da Selin’di. Dördüncü sınıfta sessiz, içine kapanık bir öğrenciydi. Testlerde ortalama puanlar alıyor, öğretmenler onunla ilgili pek bir şey fark etmiyordu. Ta ki, fen dersinde “Işık ve Gölge” konusunu işlerken defterine gizlice yaptığı bir çizimi görene kadar…
Kâğıdın köşesinde elinde fener tutan bir kız çocuğu vardı. Işık, bir duvara yansıyor; gölgeler, odanın içinde dans ediyordu.
Yanına yaklaşıp sordum: “Bu çizimi sen mi yaptın?” Korkarak başını salladı. “Çok güzel olmuş. Bunu sınıfta anlatır mısın?”
Gözleri büyüdü. “Anlatabilir miyim gerçekten?” dedi. “Evet,” dedim. “Fen bilgisi sadece ezber değil; senin gibi ışığı gören gözler için de bir ders.”
Ertesi gün, Selin tahtaya çıktı. Elinde kendi çizimi, konuyu o kadar sade ve etkileyici anlattı ki, sınıf arkadaşları hayran kaldı. O gün, ilk defa bir öğrenciye değil, bir tohuma tanıklık ettiğimi hissettim.
Hibrit Eğitim ve Kök Salan Çocuklar
Eğitim sistemimiz, tarlaya hibrit tohum dayatan şirketler gibi: “Herkes aynı sınavda, aynı soruları çözecek!”
Ama Ali’nin gökkuşağında akan nehirleri? Selin’in ışıkla dans eden gölgeleri? Bu sistemin onları tanıması mümkün değil.
Ali’ye bir gün matematikte farklı bir yöntem sundum: “1 litre boya ile kaç at çizebilirsin?”
O günden sonra problemi çözmek onun için resim yapmak kadar heyecan verici hale geldi.
Selin’e fen dersinde yeni konular geldikçe çizerek anlatma görevi verdim. Prizmadan geçen ışığı renklerine ayırırken, çizimle birlikte "ışık sadece kırılmaz, rengârenk uçar" dedi. Sınıf sustu. İşte o gün, Selin’in tohumu filizlendi.
Çoklukta Birlik: Her Tür Beslenmeli
Babamın tarlasında buğday, nohut ve mercimek yan yana yetişirdi.
“Toprak tek tip beslenirse hasta olur” derdi.
Sınıflar da böyle. Her çocuk bir ürün değil, bir bireydir. Ali resimle, Ayşe şiirle, Mehmet robotikle büyür. Her biri toprağa başka bir katkı sunar.
Pedagojide buna “Çoklu Zeka Kuramı” deniyor. Babamın dilinde ise şu şekilde:
“Her tohumun bir duası vardır; toprak amin der.”
Bu Haftanın Tohumu
📌 Öğretmenlere: Bir öğrencinize şu soruyu sorun: “Zamanın nasıl geçtiğini anlamadığın bir anı hatırla.” Bu an, onun tohum kimliğidir. Onu orada besleyin.
📌 Ebeveynlere ve Herkese: Çocukken çizdiğiniz bir resmi bulun. Bugün yeniden çizin. O zamanki siz hâlâ yaşıyor, içinizde.
Babamın Mirası: Toprağın ve Kalbin Sesi
Babam köydeki mezarlığın yanındaki tarlayı bütün ısrarlara rağmen hibrit tohum ekmemişti. “Atalarımızın ruhu burada” derdi. O toprak, sadece ürün değil, hafıza da taşırdı.
Bugün anlıyorum ki sınıflar da öyle. Her çocuğun taşıdığı miras, yalnızca sınav kâğıtlarına sığmaz. Onları tanımak, sadece öğretmek değil; köklerini görmektir.
“Tarlada en güzel mahsul, çiftçinin göz nurudur. Sınıfta en güzel hasat, öğretmenin yürek sesidir.”
“Toprak tohuma değil; tohum toprağa uyar. İnsan ise kaderini seçer.”