Geçtiğimiz gün iki ayrı heyecanı aynı gün yaşamanın mutluluğu milletimizin göğsünü bir kez daha kabarttı. Tarihimizde ilk defa Türk bir astronot olan Alper Gezeravcı’yı uzayın bilinmeyenlerine doğru yolcu edişimizin sabahında bir de donanmamızın envanterine yeni katılan TCG Derya, TCG İstanbul, TCG Arif Emekçi ve Marlin SİDA gemileri, mavi vatan sularındaki  varlığımıza bambaşka bir güç kattı.

Çok değil daha 5-10 yıl öncesine kadar “Mavi Vatan” kavramının ne olduğu bile daha doğru düzgün telaffuz edilmezken ve donanmamızın esamesi okunmazken bugün caydırıcı bir unsur haline gelen yerli ve milli savaş gemilerimiz milletimizin bu hususta da bilinçlenmesini ve gurur duymasını sağladı.

80’li ve 90’lı yıllarda vesayet baskısını yoğun biçimde yaşayan güzel ülkemiz, öncesinde yaşanan darbelerle diz çöktürülmeye çalışılmış ve özellikle Amerika Birleşik Devletleri’ne karşı siyasi olarak el pençe divan duruşumuz artık yadırganmaz hale gelip bir nevi bu konuda da bağışıklık kazanmıştık. Öyle ki; kendi karasularımızda bir Amerikan savaş gemisinin donanmamızın muhribini göz göre göre kasıtlı bir biçimde ve aksi inkar edilemez şekilde vurması ve büyük bir faciaya neden olması bile sıradan bir kaza gibi geçiştirilip unutturulmuştu.

1942’de suya bırakıldıktan sonra 30 sene ABD tarafından kullanılan TCG Muavenet Muhribi, 1972 yılında donanma envanterimize girdikten sonra Kıbrıs Barış Harekâtı da dahil olmak üzere birçok önemli görevde, Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde başarıyla hizmet etti.

Takvimler 2 Ekim 1992’yi gösterirken, TCG Muavenet, NATO tarafından Ege Denizi’nde gerçekleştirilen Kararlılık Tatbikatı’92 sırasında Amerikan uçak gemisi USS Saratoga’dan atılan füzelerle vurularak kullanılamaz hâle geldi. Halbuki gece yarısı gerçekleşen olay sırasında TCG Muavenet, 300 kadar personeliyle yeşil periyotta bulunuyordu.

USS Saratoga’nın harekât merkezinden gelen talimatla 5 ayrı subay 6 farklı emri peşi peşine sıraladı. 2 adet Sea Sparrow füzesi hazır hale getirilip birer saniye arayla ateşlendi. TCG Muavenet’in köprü üstü ve savaş harekât merkezi vurulur vurulmaz yanmaya başladı. Gemi komutanı dahil 5 görevli askerimiz şehit olurken 22 mürettebat da yaralandı ve geminin savaş harekât merkezi de yok edildi.

Tüm yaşananlara rağmen tatbikatın olağan akışından taviz verilmemesi dikkat çekti. Amerikalılar ısrarla olayın sadece kaza olduğunu iddia ederek personel hatası konusunda ısrar ettiler. Dönemin Başbakanı Süleyman Demirel de bunu müessif bir kaza olarak nitelemişti. Halbuki dünyadaki hiçbir güç 5 kontrollü aşamayı geçip bu füzeleri ateşleyemezdi. Üstelik tüm savaş gemilerinde dost ve düşman unsurları tanıyabilme sistemi bulunduğundan sadece bu bile bunun bir kaza olmadığına delâlet eden ana unsurlardandı.

Personel hatası denilerek geçiştirilen faciaya dönemin hükûmeti direnç gösteremedi ve Amerikalılar kasıtlı ve planlı gerçekleştirdikleri saldırının üzerine sağlam bir sünger çekti. Öte yandan şehit aileleri tarafından ABD’de açılan davada 7 yıl süren yargılamanın ardından Amerikan mahkemeleri bile olayı siyasi bularak dosyayı kapattılar. “Personel hatası olarak nitelenen olay nasıl olur da mahkeme tarafından siyasi bir durum olarak görülür?” diyebilen bir yetkilimiz de çıkıp hesap soramadı. Oysaki Sea Sparrow füzeleri hem güdümlü hem de yalnızca havadaki hedefleri vurmak için tasarlanmışlardı. İlk kez denizdeki bir hedef için kullanılsa da bu bile kasıt için sağlam bir kanıt olarak görülmedi.

Füzenin saldırı pozisyonuna hazır edilip ateşlemesi için 6 aşamalı bir onay sürecinden geçtikten sonra bir de son olarak mutlaka gemi komutanının vur emri vermesi gerekiyordu. Zaten tüm aşamaların ardından füzeyi ateşleyen Amerikan astsubayı daha sonra verdiği ifadelerinde, tatbikat durumunda olduklarından dolayı verilen talimata öncelikle inanamadığını, ancak ve ancak net olarak doğrulattıktan sonra düğmeye bastığını söyleyecekti.

Olayı biraz daha derinlemesine incelediğimizde karşımıza daha da korkunç bir manzaranın çıktığına şahit oluyoruz. Tatbikat öncesinde Amerika Birleşik Devletleri’nin Türkiye’ye yapmak istediği KNOX tipi savaş gemilerini kabul etmeyip bizim denizlerimize daha uygun olan, bunun bir üst modeli Perry gemilerini talep etmemiz ve sonrasında da Almanya’nın yaptığı MEKO tipi fırkateynleri tercih etmiş olmamız da bu faciaya adeta davetiye çıkartmıştı. Öyle ya; Amerika dünyanın jandarmasıydı ve o ne derse öyle olmalıydı onlara göre. TCG Muavenet’e yapılan saldırıyla verilen gözdağı sonrası 8 adet KNOX tipi işimize çok da yaramayan bu savaş gemilerini almak zorunda kalsak da ömürleri çok da uzun olmadı ve kısa sürede hurdaya ayrılıp donanma envanterinden çıkarıldı.

O dönem sadece ve sadece Washington Büyükelçimize, “Geminizi batırdık, özür dileriz.” dendi. Şimdilerde umudumuz ise özellikle Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın 32 sene önce gerçekleşen bu kasıtlı saldırıya ısrarla kaza tabirini kullanan Amerika Birleşik Devletleri’nden hesap sormasıdır. Tüm kanıtlar ortadadır ve Amerikan yargısı bile bunu siyasi olarak görüp davaya bakamayacağına karar vererek dosyayı kapatmıştır. “Evet çok zaman geçti, üstünden çok sular aktı ama peki şimdi değilse ne zaman?” diyor ve dik duruşumuzu taçlandırmamızı bekliyoruz.