Yazmak, yaşamak gibi...Şiir okumak gibi, şarkı söylemek gibi, bir çocuğa masal okumak gibi.
Yazmak; anlamak, farketmek...Farkındalıklarını ardında bıraktığın ömür sayfalarina tek tek işlemek... Bir kilim dokumak sanki. Sıcak bir aş, bir tas su vermek gibi... En çok da kendine.
Yazan en çok kendine anlatır... İnsan kendi kendinin doktoru olduğu gibi kendi kendinin de muallimidir aynı zamanda. Yazmak, yaşamak gibi...Yaşantının her bir anına şahit olmak, özümsemek ve kabullenmek, en çok da...İyiyi, yanlışı, doğruyu, herşeyi olduğu gibi yansıtmak kalbinin aynalarına. Yazmak kabule geçmenin merhalesinde yüzleşmek kendinle. İçinle dışını bir tutmaya çalışmak... Aklınla kalbini aynı teraziye koyma cesaretini göstermek...Tartmak kefeleri, hangisi ağır hangisi hafif ? İçindekilerle dışındakileri dengeye koyma çabası, samimiyeti. Tahliye etmek, tamir etmek, en çok da anlamaya çalışmak kendini... Anlamak için bir başkasını, önce kendinden başlamak ve yazmak. Olayları insanları, hayatı, iniş ve çıkışları, anlamlandırabilmek...Hayat akıyor iken, yetişebilmek hayata. İnsanlardan ve olaylardan izole olmuş bir kalp ile yaşamın anlamını özümseyebilmek.
Her zaman mümkün mü?
En azından bu niyetle gayret etmek. Çıkmaz sokakları dolaşmak yorulmadan, bir çıkış kapısının olduğunu ümit etmek, yazmak. Bu bundandır, şu şundan...Bu böyle olduğu için şu da şöyle oldu deme yorgunluğundan, iç ve dış kavgalardan, sorgulama ve suçlamalardan arınmak...
"Gök yüzünden oldu ne olduysa"diyorsun ya, yağmura, rüzgara, buluta, yıldızlara sitemlerle.
Gök yüzünde olan zaten gökyüzünün ta kendisi değil mi ki ?
Olanlar sebepsiz, var olan ise sahipsiz değil elbet...
Hayat vesileler ile örüntülü bir bütün... Dışımızdan giydidigimiz kıyafetler gibi, hayat da bir bütün olarak ruhumuza giydigimiz, bictigimiz bir elbise sanki...
Bütüne bakabilir isek, yolumuzu görüp, rotamizi belirleyebiliriz.
Hayatın ayrıntılarında kaybolmak üşütür de yorar da... Vesile ile hikmet olunan nedir? Olan da olacak olan da binbir murada hizmet etmektedir. Ölünce kefen bulunur mu ki? O da nasiptir de, düşünürüz ya hani! Yaşarken ruhumuza hangi entariyi hangi kumaştan hangi renkte reva görürüz kendimize.
"Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz," buyuruyor ya Hz.Nebî...(s.a.v)
Rabbimizin bize verdiği mana bize duyduğu güven, bize yüklediği ümit... Hangimizin ruhunu gönlünü yolunu yokuşunu bahar eylemeye yetti...Bu acz bize yetmez mi ? Rabbimizin revâ gördüğünü, kendimize revâ gördük mü? Görebildik mi? Görseydik, teşekkür etmez miydik?
Hediyeyi açmadan tamam deyip bir kenara mı koyduk teşekkürsüz?
Bize revâ gördüğü değeri kıymeti anlasaydık teşekkür etmez miydik gerçekten? Günümüzün her saatinde ağzımızdan teşekkür sözü eksik olmaz iken, Rabbimizin muhattaplığını, bize sözüyle Kuranı Kerim ile muhattap oluşunu anlayabilseydik, bu nasıl bir kiymettir Ya Rabbim, diyerek, başımızı secdeden secdeye koymaz mıydık?
Anlayabilseydik...Şükredenlerden olmaz mıydık?
"Şükredenlerden olmayayım mı?" derken yüce rehberimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) Efendimiz, ne güzel ifade buyurmuşlar.
Benim ihtiyacım yok, siz düşünün...Peygamber olan benim, elbette ben değil siz ayaklarınız şişene kadar namaz kılıp şükredeceksiniz mi demiş? Estağfurullah!
Kitap okumayıp, çocuklarımıza kitap okumayı öneriyor isek, bu peygamber efendimizin bizzat tatbik ederek gösterdiği yolu takip edemiyoruz demek değil midir?
Gayretini göstermediğimiz bir konuyu bir başkasının yapmasını beklemek, ummak, tavsiye etmek. Ne kadar adildir? Sadece egoyu besler zannımca.
Nerelerden başlayalım ki?
Kimseye değil sözümüz, olursa ancak kendimize... O da her zaman mümkün mü dersiniz? Ne zaman kendime nazım geçerse, o zaman söylüyorum ince ince, yazarak elbette...Kendime yazarak söylediğim ne varsa ancak o zaman incinmiyorum...Usulünce bir kahve eşliğinde kendimi can kulağı ile dinliyorum hal böyle olunca.
Yazmak işte muhteşem bir nimet... Hasbihal eylemek kendinle.
Evvelden; kendine kendine konuşana deli derlerdi de, şakası bile gücendirir insanı... Lakin kendi kendine yazana ne denir bilemiyorum, yazar denilmesinden çok güçlendirdiğini nefes aldırdığını hissediyorum.
En güzel yanı ise; kelimeler cümleler dökülürken, sessiz yağan bir yağmur gibi damla damla o yağmura, o duygulara eşlik etmek.
Yazdıktan sonra artık; hangi satır hangi cümle hangi göze hangi gönüle rastlar bilinmez... Nasip ya hani. En ihtiyaç halinde en ihtişamlı haliyle bir çift göze, daralmış bir gönüle cemre olup düşer ihtimali, en ulvi ve ümit verici yanı yazmanın. Yazarak hayatı anlamanın ve paylaşmanın en güzel yanı evet.
İfade edilemeyen duygu ve düşüncelere tercüman olmak ihtimali ayrı bir mutluluk.
Ve karşımıza çıkan bir satır ne büyük ihtiyaçtır bazen, nefes aldığımızı hissederiz. Anlaşıldığımızı, koskoca dünyada yalnız olmadığımızın ferahlığını yaşarız.
Yazdıktan sonra, yazılan artık senin değil, okurların gönlünde, nasip dahilinde yeşerecek tohumlardır. Ruhuna esenlik verecek rayihadır.
Zamanı, mekanı muhattabı bellidir de, biz bilmeyiz.
Arı bal yaparken kime nasip olacağını bilmez, sadece güzellik peşinde koşar , bir damla bal, bir damla şifa, bir damla tatlılık için.
Kalem de nasibi kadar konuşur, gönül gibi...
Okunması ümidiyle, kalın sağlıcakla.