Büyük Türk şairlerinin birçoğunun ezana kulak verdiklerini, ezanla ilgili şiirler kaleme aldıklarını biliyoruz. Mehmed Akif Ersoy, Abdülhak Hamid, Tevfik Fikret, Necip Fazıl, Arif Nihat Asya, Faruk Nafiz Çamlıbel ve Yahya Kemal Beyatlı Ezan-ı Muhammed’i ile alakalı şiir yazan şairlerden sadece birkaçını teşkil ediyor.
Bunların içinde Yahya Kemal Bey’in kaleme aldığı Ezan şiiri, doğrusunu söylemek gerekirse tam bir şaheser olarak karşımıza çıkıyor. 'Emr-i bülendsin ey Ezan-ı Muhammedi /Kâfi değil sadana cihan-ı Muhammedi' mısralarıyla başlayan bu şiiri okurken kulaklarımız adeta bayram ediyor.
Ezan-ı Muhammed’i şiirine bu özelliği ve güzelliği kazandıran iki sebepten biri, Yahya Kemal gibi bir şiir üstadı tarafından kaleme alınmış olması, diğeri ise, devrin zor şartları altında yazılmasıdır.
Türkçe Kur’an, Türkçe ezan diye ortalığın velveleye verildiği, zihinlerin bulandırıldığı, dini kavramların sulandırıldığı bir devirde İslam’ın asliyetini ve safiyetini bozmak için mezbuhane gayretlerin sergilendiği, adeta terör havası estirildiği bir zamanda böyle harika bir şiiri kaleme alması Yahya Kemal’in aynı zamanda cesur bir karaktere sahip olduğunu gösteriyor.
Eskilerin 'müteşair' dediği şair bozuntularının, dalkavukname yazarlarının birbiriyle yarıştıkları böyle bir kaos ortamında Mehmet Akiflerin, Yahya Kemallerin dik duruşu, elbette ki onların değerini bir kat daha artırıyor ve eserlerini kalıcı hale getiriyor. Yahya Kemal gibi bir edebiyat ustasının şiirlerini ve nesirlerini kitaplaştırmak suretiyle Türk ilim âlemine ve irfan dünyasına kazandıran merhum Nihad Sami Banarlı’yı da - bu vesileyle - rahmetle ve minnetle anmak gerekiyor.
'Benim hem dini hem de milli terbiyem üzerinde daha şiddetle müessir olan annemdir. Annem çok Müslüman bir kadındı. Muhammediye okur, bana Kur’an öğretirdi. Annem Yazıcızade’yi sabah namazlarını kıldıktan sonra okurdu. Beyaz başörtüsüyle, elindeki kitaba imanla eğilişini hâlâgörür gibiyim. Muhammediyye’nin o mısraları, bana bizim öz maceramız evimizin mahallemizin, Üsküb’ün ve mübhem surette bütün milletimizin dünya ve ahiret macerası gibi gelirdi. Daha o yaşta Yazıcızade Mehmed Efendi’nin Türklükle İslamlığı yoğuran milli İslami harsını benliğimde hissetmeye başlamıştım.' diyen Yahya Kemal, işte bu 'Ezan-ı Muhammed’i' şiirini de annesine ithaf ediyor.
Hatıralarından anlaşıldığına göre büyük şairimiz, çocukluk yıllarını büyük bir hasretle anıyor, Üsküb minarelerinde okunan ezanları sonraki yıllarda da hatırlama zevkini yaşıyor. Yine kendisinden öğrendiğimize göre, minarelerde ezanlar okunmaya başladığı zaman, evlerinin içine ruhani bir sessizlik hâkim oluyor. Hatta bu sükûnet hali sadece evlerinin içine münhasır kalmıyor, Üsküb sokaklarında bile kendini gösteriyordu.
Peygamber müezzini Bilali Habeşi hazretlerinin okuduğu ve bütün İslam dünyasını etkisi altına aldığı Ezan-ı Muhammed’i, yüz yıllar boyu bizim de kendi gök kubbemizde hem dini hem milli ve tabii ki ilahi ve lahuti bir mûsıkî halinde kulaklarımızı ve gönüllerimizi dinlendiriyor.
Şairimiz dini terbiyenin en sağlam temellerinden birinin de ezan olduğuna, bütün samimiyetiyle inanıyor. O kadar ki Paris’te bulunduğu sıralar da bile Üsküb ezanlarının hasretini çekiyor. Bu hasretin mutlu sonucu olarak kaleme aldığı 'Ezan-ı Muhammed’i' şiiri -iftiharla söylemek isterim ki- edebiyat dünyamızın pırlantalarından birini teşkil ediyor.
Yahya Kemal Bey, 30 Mart 1922 tarihli Tevhid-i Efkar gazetesinde 'Ezan ve Kur’an' başlığıyla yayımladığı makalenin sonunda sözü ezana ve Kur’an’a getirip şunları söylüyor:
'Bir gün padişahlarımızın Topkapı Sarayı’nda Revan Köşkü’nü ziyaret ediyordum. Uzaktan Kur’an okunuyordu. Yavaş yavaş sese doğru yaklaşırken nereden geldiğini ziyaretimde rehber olan zata sordum. Dedi ki: “Hırka-i Saadet Dairesi’nden geliyor.”
Peygamberimizin hırkasını sakladığımız cennet gibi yeşil bir odanın Türkkâri penceresinin önünde durduk. İçeride iki hafız vardı. Biri ellerini kavuşturmuş gözlerini yummuş oturuyordu. Diğeri diz çökmüş, müsterih ve yüksek bir sesle okuyordu. Rehberime sordum: “Hırka-i Saadet önünde Kur’an ne zaman okunur?” Dedi ki: “Dört asırdan beri her saat, geceli gündüzlü”
Yavuz Sultan Selim’in Hırka-i Saadet’i Mısır’dan getirip bu odadaki mevkiine koyduğundan beri kırk hafız nöbetle Kur’an okur. Türk tarihinde bir dakika bile buradaki Kur’an sesi kesilmemiştir.
Gezintilerimde bir hakikat keşfettim. Bu devletin iki manevi temeli vardır: Fatih’in Ayasofya minaresinden okuttuğu ezan ki hâlâokunuyor! Selim’in Hırka-i Saadet önünde okuttuğu Kur’an ki hâlâokunuyor.
Eskişehir’in, Afyonkarahisar’ın, Kars’ın gençaskerleri siz bu kadar güzel iki şey için döğüştünüz!'
Allah’a şükürler olsun ki, Hırka-i Saadet Dairesi’nde bugün de devamlı Kur’an-ı Kerim tilavet ediliyor. Ayasofya’nın ön tarafındaki küçük bir bölüm hariç, içinde namaz kılınmasa da minarelerinden ezan-ı Muhammed’i- keza- bugün de okunuyor.
Ne zaman açılacağını mı soruyorsunuz?
Cevap vereyim: Dalga dipten gelmeye başlayınca!.