Tarihin her döneminde, devletlerin olduğu kadar, şehirlerin yönetimi de bütün toplumların ortak sorunu olmuştur. Zamanın nabzını tutmasını bilmeyen toplumlar, şehirlerin zamanla değişmeyen sorunlarına, zaman içinde sürekli değişen çözümler bulamazlar.
Şehirlerin yönetimi, ülkelerin yönetimi gibi katılımla birlikte, paylaşmaya dayanır. Şehirlerin yeraltı ve yerüstü kaynaklarını, değerlendiremeyen toplumlar, ülkelerinin üretim güçlerini büyütemezler. İster İstanbul gibi büyük, isterse de Beypazarı gibi küçük olsun, bütün yerel yönetimlerin ana sorunu, şehirlerin ekonomik yapılarını güçlendirmek ve kültürel dokularını da zenginleştirmektir. Yerel yönetimler, şehirlerinin ekonomik ve kültürel üretim güçlerini büyütebilmek için, yeni kaynaklar bulmak ve ellerindeki kaynakları en verimli olarak değerlendirmek zorundadırlar. Bunun için de yerel yönetimlerin, şehirlerinin bugünlerini değil, yarınlarını düşünen yatırımlara öncelik vermeleri gerekir.
Evliya Çelebi’nin “Bağlı, bahçeli dere içinde beş yüze yakın mamur evleri olan şirin kasabalar” olarak anlattığı Geyve, Taraklı, Göynük ve Mudurnu Anadolu’da keşfedilmeyi bekleyen saklı Cennetlerdir. Onlar Karabük’te Safranbolu, Eskişehir’de Odunpazarı gibi, tarihi dokusunu koruyan evleriyle, bilinen İpek yolu havzasında, Ankara ve İstanbul arasında, yeni bir çekim merkezi olma yolunda ilerlemektedirler.
Şehirleri şehir yapan, finansal sermayelerinden önce kültürel sermayeleridir. Yerel yönetimlerin kaynaklarını değerlendirmek, hem ülkelerinin hem de dünyanın çekim merkezi olmak için, bulundukları ülkelerin dışına çıkmaları ve dünyadaki gelişmeleri, yakından izlemeleri gerekir. Sınırlarının dışına çıkmayan toplumlar, düz kare dünyayı anlamakta ve anlatmakta güçlük çekerler. İnsanların gördükleri şehirler, ne kadar çok olursa, bilgi birikimleri de o kadar büyük olur. Anadolu’da “Çok yaşayan değil, çok gezen bilir” denilir. Gezenler görürler, görenler bilirler, bilenler yaparlar. Bütün ülkelerin, sanayi toplumundan, bilgi toplumuna geçmeye çalıştığı bir dünyada, her şehir insanlara sunduğu ekonomik ve kültürel hizmetlerle, duvarsız ve kapısız açık hava müzesine dönüşmüştür.
Dünyanın yeni eğitim kurumları, şehirlerini açık bir üniversiteye dönüştürmeyi bilen, yerel yönetimlerdir. Şehirlerin olumlu etkilerini geliştirmek için, yerel yönetimler şehir okuryazarlığını, kolaylaştıracak yol ve yöntemler geliştirmelidir. Nasıl medya okuryazarlığı varsa, şehir okuryazarlığı da vardır. Şehir okuryazarlığı, medya okuryazarlığı gibi, dünyadaki bütün eğitim kurumlarının ders programlarında yer almalıdır. Şehirlerini okuyup yazmasını bilmeyen toplumlar, köklü bir kültür ve köklü bir tarih bilinci kazandıracak yatırımlar yapamazlar. Ülkeler ve şehirlerarasında, uzun yolculuklara çıkmasını bilenler, kültürler arasındaki can alıcı farklılıkları, kavramakta güçlük çekmezler. Paris’i okumasını bilmeyenler seküler, İstanbul’u okumasını bilmeyenler kutsal kültürün derinliklerine inemezler.
İnsanlar dünyaya ne kadar geniş açıdan bakarlarsa, o kadar büyük kısmını görürler. Şehirleri okumasını ve yazmasını bilenler, birbirleriyle yardımlaşırlar. Şehirlerde yardımlaşma ve dayanışma doruk noktasına ulaşır.